!F İstanbul kapsamında gösterilen İstanbul Hayali adlı belgesel, Aron Angel isimli üst düzey bir kent planlamacının hayatı üzerinden 1930'lu yıllardan itibaren şehrin nasıl şekillendirdiğini konu alıyor.
İstanbul üzerine kent planı tartışmalarının yaşandığı bir yıldan sonra İstanbul Hayali adlı belgeseli herkes merakla bekliyordu. !F İstanbul kapsamın da gösterilen belgesel film, Aron Angel isimli üst düzey bir kent planlamacının İstanbul’a dair kent planlarını anlatmasıyla başlıyor. Aron Angel oldukça ilginç bir karakter. Aynı şekilde cumhuriyet sonrası dönemde İstanbul’un tasarlanması için devletin anlaştığı ilk kent planlama uzmanı Henry Proust’un asistanlığını yapmış . Bu da filmi daha ilginç kılıyor. Çünkü Aron Angel’in pek çok binası şu an bile İstanbul’da varlığını sürdüren eski binalardan. Ayrıca filmin ilerleyen dakikalarında öğreniyoruz ki Aron Angel projelerinin hepsi gerçekleşmese de bugün zihinlerde yer eden İstanbul Hayali üzerinde oldukça etkili bir isim.
Didaktik bir mimarlık dersi
Bugün yapılan park tartışmalarının 1930’larda da yapılmış olduğunu, çarpık kentleşmenin 1930’larda dahi İstanbul’un acı bir gerçeği olduğunu görmek bugünün insanı açısından hatırlanması gereken oldukça önemli bir bilgi. Belgesel konu seçiminde hedefi onikiden vurmuş. Filmin arşiv çalışması da bir o kadar başarılı. Hem Aron Angel’e hem eski İstanbul’a dair o kadar çok veri toplanmış ki, filme bu aşamada çok emek verildiği ilk sahnelerden itibaren belli oluyor. Fakat tüm bu emek kurgu aşamasında hakettiği gibi değerlendirilemeyerek sonuçta ortaya kafası karışık bir belgesel çıkmış.
Belgeselcilik malzeme toplama aşamasında yönetmenin kolayca ipin ucunu kaçırabileceği oldukça hassas bir alan. Bu filmde de malzeme bolluğundan olsa gerek, kurgu aşamasında işler karışmış. Eldeki malzeme birbirine yerli yerince eklemlenememiş, ele alman pek çok konuya odaklanılmadan geçilmiş. Örneğin ODTÜ Şehir planlama bölümünde Aron Angel’den ders alan, onun danışmanlığında doktora yapan öğrencilerle söyleşiler yapılmış ve bunlar Angel söyleşilerinin aralarına eklenmiş. Buraya kadar her şey çok güzel, fakat söyleşiler sırasında belgesel konudan tamamen koparak öyle didaktik bir mimarlık dersine dönüşüyor ki izleyici karşısında öğretmeni olan küçük bir çocuğa dönüşüyor. İzleyiciden tek bir bakış açısı eşliğinde “uzman görüşlerini” adeta su gibi içerek didaktik bir “eğitimden” geçmesi, her duyduğunu kabul etmesi bekleniyor. Bu bakımdan filmin izleyiciyi konumlandırdığı pozisyon oldukça sorunlu. Böyle bir “nasihat” modu artık bugünün insanına hitap etmiyor. Bu tür bir yönetmenlik 1950’nin Fransız ve İtalyan yönetmenleri, ardından 1960’lı yılların Amerikalı özgürlük hareketleri öncülüğünde her yönüyle tartışıldı. Nasıl ki halk ile devlet arasındaki ağır hiyerarşiler, öğretici ve öğrenci pozisyonları günümüz bireylerine itici geliyorsa; benzer bir sorun kamera arkası, kamera önü ve sahne önünde konumlanan bireyler için de geçerli. Üstelik çok şanslıyız ki bu tarz etik ve toplumsal kaygıları olan, filmlerinde taşlaşmış hiyerarşik konumlarla oynayıp bunları yapıbozuma uğratan belgesel yapımları için Türkiye’de çok iyi örnekler var. Pelin Esmer, Can Candan, Emel Çelebi gibi belgesel yönetmenleri bu anlamda taşları yerinden oynatmayı başarmış isimler.
Malzeme iyi kullanılmamış
İstanbul Hayali filminde konu amaçlandığı gibi Aron Angel’in İstanbul hayaline odaklansaymış film o kadar orijinal ve derinlikli olacakmış ki, açtığı tartışmalarla ve kullandığı şahane malzemelerle neredeyse mükemmel bir film olabilirmiş. Örneğin zorunlu göç ve kentsel dönüşüm gibi “baba” konulara ucundan girilip anında yarım bırakılması sinema açısından bakıldığında post-prodüksiyon aşamasının aceleye geldiği hissiyatı oluşturuyor.
Literatüre haksızlık olmuş
Üstelik bu konular belgesel ve sanat dünyası tarafınca sıkça işlenmiş, pek çok yönüyle ele alınmış konular. Mesela geçen yıl çekilen Ekümenopolis filmi İstanbul’un kentsel dönüşümüne odaklanan, izleyiciyi uzman görüşlerine boğmaktansa halka inip sokaklarda dolaşan, hatta kentsel dönüşüm mağdurlarıyla uzmanları yüzleştiren, yani izleyen ve izlenen hiyerarşisini kırmaya yönelik çabası olan bir belgesel. Kent üzerine belki çekilmiş yüzlerce film var Türkiye’de. Bunca literatür varken arşivden birkaç gecekondu görüntüsü ve uzman görüşü ile göç meselesini hiç bir bağlama oturtmadan ele almak literatüre biraz haksızlık olmuş bence.