Cengiz Bektaş'ın yaşanası kentler üzerine yazı dizisi Evrensel Gazetesi'nde devam ediyor...
Yaşanılası kent (cittaslow) kavramının en önemli yanlarından biri teneke kutulardan kurtulma ilkesidir. Teneke kutu diye otomobile diyorum biliyorsunuz.
Gerçekten zorunlu olmadan, kendi isteğiyle bu özel işkence kutusuna girmek, günün birinde şaşacağımız bir iş. Bu bir yana, yaptığımız işin başka olgularla ilişkilerini kurabileceğiz gelecekte, daha insanlaştıkca…
Ne demek mi istiyorum?
Petrol savaşlarıyla bizim otomobil tutkumuzun ilişkisi üzerinde daha bilinçli düşüneceğiz örneğin.
Irak’da bir buçuk milyon insan neden öldü? (Müzelerin, insanlığın kültür kalıtının barbarlarca yağmalanması biryana…) Amerika Birleşik Devletlerinin elli yıl sonraki benzin gereksinimini şimdiden güvenceye almak için değil mi?
Yalnız ABD’nin mi?
Biz benzin tüketmiyor muyuz?
Irak savaşından bizim de payımıza düşen yok mu?
Var da… Benzin tüketmeyelim mi?
Benzinsiz uygarlığımızı(?) sürdürebilir miyiz?
Sürdüremeyiz ama ancak sürdürebileceğimizcesini tüketelim…
Bu ne demek?
Bu şu demek: Toplu taşınımla ulaşabileceğimiz yere özel arabamızla gitmeyelim.
Dört yıldır İstanbul’da araba kullanmıyorum. Ancak anladım sinirlerime, sağlığıma, uygarlığıma, keseme neler ettiğimi… Bunu bilemeyip sağa sola küfürler ederek, kendisinin, ayrıca başkalarının sinirleri üzerinde tepinenlere acımağa başladım desem yeri…
Erkeyi (enerjiyi) ürettiğimizden çok tüketmek, kazandığımızdan çok harcamak demek kuşkusuz. Bir gün bitecek benzini, geleceğimizi, çoluğumuzun çocuğumuzun geleceğini düşenmeden tüketmek değil de nedir?
Arabasız yapamaz mıyız?
Yapamayacağımz durumların olduğundan kimsenin kuşkusu yok:.. Yeter ki bunun üzerinde tüketmeyelim benzini. Bunun böyle olması gerektiğinin bilincine varıp ona göre davrananlar gün günden çoğalıyor…
Geçmişte benimle çalışmış bir ingiliz mimar, yüzlerce, binlerce kişinin çalıştığı ünlü bir İngiliz tasarlama kurumunda, bir çalışma takımının başında şimdi. Çin’de 500.000 oturanı olacak bir kent tasarlıyorlar. Bunu yaparken önlerine konulan en önemli koşul, özel arabanın kullanılmayacak oluşu. Onun yerine sağlıklı toplu taşınım düzeninin kurulması…
Bir kaç hafta önce Budapeşte’de idim. (Onu ayrıca anlatacağım.)
Orada araba yok muydu?
Vardı ya, çok da bisiklet vardı. Ana yollarda bile bisiklet yolu ayrılmıştı. Herkes özen gösteriyordu bu yolun başkalarınca kullanılmamasına… (Lüleburgaz’ da bir bisiklet yolu yapmıştık.Kamyonlar bile oraya bırakılıyordu. Kimse de ses etmiyordu…)
Biz de kimileri, neredeyse iç çamaşırını satıp araba alıyor.