İngiltere'nin açıkhava heykel sanatı müzesi Yorkshire Heykel Parkı, bugünlerde Katalan sanatçı Jaume Plensa'nın eserlerinden bir seçki sunuyor.
Plensa, derdi insan ve harf olan bir sanatçı. Latince, Yunanca, İbranice, Kiril, Arapça, Hintçe, Japonca, Çince… Dünyanın tüm dillerini bir bedende topluyor. Görenleri hemen yaklayan çalışmalarında Shakespeare, Oscar Wilde, William Blake, Baudelaire, Goethe, Edgar Allan Poe, T.S.Eliot gibi ustaların şiirlerini kullanıyor.
Hasan Ali Toptaş “İnsan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykudadır.” der. Okura, Toptaş’a hak vermek düşer, zira özellikle sanatçıların ötelerden koparıp sundukları karşısında kimi zaman hayrette kalmamak elde değil. Buradan edebiyatın plastik sanatlarla kardeşliğine uzanırsak, bu derince ilişkiye her yerde rastlamak zor. Ama bazen talih, uykudan uyandırır insanoğlunu. Nasıl mı? İngiltere’nin açıkhava heykel sanatı müzesi Yorkshire Heykel Parkı, Katalan sanatçı Jaume Plensa’nın eserlerinden bir seçki sunuyor. Müze, özellikle kamusal alanda devasa heykel yerleştirmeleriyle tanınan Plensa’nın işleriyle bir başka gözüküyor.
Jaume Plensa, derdi insan ve harf olan bir sanatçı. Latince, Yunanca, İbranice, Kiril, Arapça, Hintçe, Japonca, Çince… Dünyanın tüm dillerini bir bedende topluyor. İşlerinde Shakespeare, William Blake, Baudelaire, Goethe, Edgar Allan Poe, T.S.Eliot gibi ustaların şiirlerini kullanıyor.
“HEYKEL BENİM İÇİN ŞİİRE DAHA YAKIN”
Ziyaretçileri ilk önce bahçedeki harflerin birleşimiyle oluşturulmuş insan bedeni karşılıyor. Devasa heykeldeki Elif harfini görünce akla İbni Arabi’nin “Mevcut olan her şeyin hakikat-i asliyesi Allah ilminde bir harf gibidir.” sözü geliyor. Dünyanın tüm harflerini birbirine eklemlemiş Plensa’nın bedenleri, bir bir sırlarını döküyor. ‘Kün’ emriyle varlık kazanmış, eşrefi mahlûkat dediğimiz insan beliriyor. Kimsenin bir ötekine üstünlüğü yok, “bir” olmuş halde. Harfler, Plensa için nasıl bir yerde duruyor kestirmek zor. Rimbaud “Sesliler” şiirinde ne diyordu: “A kara, E ak, İ al, U yeşil, O mavi: sesliler, / Diyeceğim bir gün gizli doğumlarınızı da: / Karanlık koylara, kara sineklere benzer A, / O amansız pis kokular üstünde fır dönerler”
Plensa’nın edebiyata düşkünlüğünün ardında çocukluğunun kitaplarla dolup taşan bir evde geçmesi yatıyor. En çok da babasının sayesinde. Yıllar sonra eserlerine taşıyacağı harfleri, kelimeleri, metinleri hep bu dönemde keşfediyor. “Resim yazıya daha yakın dursa da heykel benim için şiire daha yakın.” diyor sanatçı. Plensa, bazen bir doktor, bazen bir yazar, bazen de bir müzisyen olma hayaliyle büyümüş. Heykeltıraş olması, bu sayede tüm arzularını buluşturmayı sağlamış. İşinin özünde bunların hepsinden bir tutam var. Bilge bir kişiliğin içinde saklıyor. Plensa’nın yemyeşil alandaki harflerden bedenlerini aşıp aşağılara doğru inince kiraz ağaçlarına tutkuyla sarılmış, bronzdan bedenler karşılıyor sizi. Sanatçının kendi bedeni olan bu heykellerin üzerinde usta müzisyenlerin adları yazılı. Plensa, eserleriyle kolektif bir hafıza geliştiriyor. Kendini kavramsal bir sanatçı olarak görmüyor, fikirlere dokunmak isteyen biri olarak tanımlıyor. Sanatın hayatı anlamak için çok önemli bir etken olduğunu düşünen Katalan sanatçı, zarif bir tevazuyla bu işi kendisinin iyi yapamadığını söylese de sergilediği çalışmalar, öyle hemen her yerde gördüklerimizden değil. Heykelleri dünyanın gittikçe daha da yoran uğultusundan usulca yanlarına çağırıyor. “Sanatçı gündelik hayata güzellik katmalı. Bu, onun görevi.” derken, haksız değil Plensa. O da müzeyi ziyarete gelenler için uhrevi bir hava oluşturmuş diyebiliriz. Zira elinden tuttuğu kavramlar, tefekküre davet eden şeyler… İnsan, harf, ruh, beden, yüz….
Galeriye girdiğimizde koridorda asılmış şiir alıntılarına dokunarak ilerliyorsunuz. Herkes minik adımlarla yürüyor, sarkıtılmış dizeleri okumaya çalışıyor. Güneşin aydınlığıyla harflerin gölgeleri önünüze düşüyor. Bir sonraki odada kesme taşlardan yapılmış yüzleri uzunca heykeller bekliyor. Eserlere baktıkça, üç boyutlu bir havaya bürünüyor. Kayıp bir uygarlığın içine düşmüş gibi. Tıpkı Nemrut Dağı’ndaki heykeller misali.
Diğer odada ise Plensa’nın, Oscar Wilde’ın hapisteyken yazdığı bir mektuptan esinlenerek yaptığı üç kocaman yüzü sergileniyor. Alınlarında ise hapishanede olmanın getirdiği üç şey yazılı; açlık, hastalık ve uykusuzluk. Hemen yan odada ise Plensa’nın, William Blake’in “Sınırsızlığı bir düşünce doldurur” sözünden hareketle yaptığı “Kudüs” adlı eseri var. Tavandan asılmış gonglar, tokmaklarla vurulmayı bekliyor. Etrafa yayılan ses bir çığlığı andırıyor ve bir şiirin, bir düşüncenin, bir fikrin bizi derinden etkileyerek içimizde büyüyebileceğine işaret ediyor.
Dünyanın pek çok müzesinde eserleri olan Plensa’nın yolu, maalesef pek ülkemize düşmemiş, lakin şu an Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde açılan ve 9 Kasım’a kadar gezilebilecek “Savaş, Güç ve İnanç” adlı sergide bir eseri yer alıyor. Yorkshire Heykel Parkı’ndaki sergi ise 25 Eylül’e kadar ziyaretçi ağırlıyor.