Yıkılması planlanan İnönü Stadı'nın hayatta kalan tek mimarı, 101 yaşındaki Fazıl Aysu. Aysu, 28 yaşındayken Mimar Vietti Violi ve Şinasi Şahingiray'la birlikte tasarladığı stadın yıkımına şahit olmak istemiyor.
“Yeni stadı görmeye ömrüm kafi değil, 2014’e dek yaşayamam” demesine rağmen Aysu’nun stadı yapacak mimarlara anlatmak istediği çok şey var
Yıkılması planlanan İnönü Stadı’nın hayatta kalan tek mimarı, 101 yaşındaki Fazıl Aysu. Aysu, 28 yaşındayken (1939-40) Mimar Vietti Violi ve Şinasi Şahingiray’la birlikte tasarladığı stadın yıkımına şahit olmak istemiyor.
101 yaşındaki Fazıl Aysu, bugün son derbisini görecek İnönü Stadı’nın hayatta kalan tek mimarı. Birçok eserinin yanında Galatasaray Ali Sami Yen Stadı’nın, Fatih’teki Karagümrük Stadı’nın, ayrıca Spor ve Sergi Sarayı’nın (bugün Lütfi Kırdar Kongre Salonu) da mimarı. 40 bine yakın üyesi olan Mimarlar Odası’nda kayıt numarası 85.
Fazıl Aysu’yla eşi Jülide’yle birlikte yaşadığı Nişantaşı’ndaki evlerinde buluşuyorum. Beni görünce kulağına dayayarak dinlendiği radyoyu indiriyor, “Kusura bakmayın, ayağa kalkamıyorum” diyor. Jülide Hanım gülerek “Siz hiç 101 yaşında bir adam gördünüz mü?” diye soruyor, son yıllarda eşinin Parkinson hastalığının kötüleştiğini anlatıyor. Aysu, iki padişah görmüş (“Reşat ve Vahdettin”), “Çok yaşa padişahım diye bağırırdık” diyor. Ama yıllar meslek aşkını gram azaltmamış. Yaklaşık 10 yıldır yıkılması gündemde olan İnönü Stadı’nın hikayesini duraksamadan anlatıyor:
“Lütfi Kırdar İstanbul ‘a vali tayin olunca bir stad yapılması mevzu bahis oldu. Proje İtalyan mimar Vietti Violi’ye verilecek dendi, kendisi daha önce Manisa’da bir stad yapmıştı. Valiye gittik, ‘Türk mimarı hiç stad yapamayacak mı?’ dedik. Onun üzerine vali Şinasi Şahingiray’la ikimizi Vietti’nin yanında görevlendirdi. Ben o zaman 28 yaşındayım, lisan bildiğim için seçildim. Şinasi’yle kalktık 1939’da Milano’ya gittik, bir ay Vietti’nin bürosunda çalışıp avan projeyi tamamladık. Harp başlayınca konsolos ‘Güvenliğinizi sağlayamam’ deyip bizi Türkiye ‘ye geri gönderdi. Bir süre bekledik, sonra Vali ‘Stadın bitmesi lazım, siz mimar değil misiniz?’ deyince projeyi ikimiz tamamladık. Stad 1947’de açıldı. 1930’ların Hitler mimarisinden etkilenmiştik.”
Aysu, stada dair bütün kararları 40 kişilik bir heyetin aldığını anlatıyor: “O zaman Dolmabahçe’de sarayın has ahırları vardı, heyet stadın onların yerine yapılması kararını aldı. ‘Ahırlar mühim değil’ diyorduk o zamanlar ama şimdi yıkılmasaydı iyi olurdu diyorum. Eskinin de kıymetini bilmek lazım. Aynı heyet buraya yapılacak stadın Dolmabahçe sarayı, camii ve saat kulesiyle uyum içinde olması şartını koştu. At nalı şeklinde olması da şart koşuldu. Biz de silüeti bozmasın diye Dolmabahçe tarafını açık bıraktık.”
‘NÜFUS O ZAMANLAR 600 BİNDİ’
Peki stadın şehrin ortasına yapılması fikri nereden çıkmıştı? “Şehir ortasında stad olması o gün de yanlıştı, bugün de yanlış. Bugün daha büyük bir yanlış çünkü nüfus o zamanlar 600 bindi, bugün 15 milyon. O zaman da plancı Henri Prost ‘Kapasiteyi 25 bin kişiyle sınırlayın’ demişti. Bugün bu kadar ahaliyi şehrin göbeğinde toplamak yanlıştır.”
Aysu, kendi eserinin yerine yapılacak stadın projesini görmemiş. Eşi, “Ben gazetede gördüm ama üzülmesin diye söylemiyorum artık” diyor.
Yapılması planlanan stadın resimlerini gösteriyorum, dikkatle inceliyor, deniz tarafındaki duvarın korunacağını anlatıyorum. “Güzel” diyor, sonra da fazla yorum yapmak istemediğini hissettirerek “Her mimarın farklı yoğurt yiyişi vardır” diye ekliyor. Yine de hislerini saklamıyor: “Stadın yıkılması yazık olur. O zamanki devrin bir simgesi olarak muhafaza edilmesi gerekirdi. Buraya endüstriyel bir hava verilmesi mimari bakımdan hatalıdır.”
‘YENİ STADI GÖRMEYE ÖMRÜM KÂFİ DEĞİL’
“Yeni stadı görmeye ömrüm kâfi değil, 2014’e dek yaşayamam” demesine rağmen stadı yapacak mimarlara anlatmak istediği çok şey var.
“Avrupa’da hemen hemen bütün statları, bunların irili ufaklı sorunlarıyla birlikte gördüm. Üç büyük stat yaptım. Şimdi belki bu arkadaş ilk defa stat yapıyor” diyor, teknik detaylara girmeden duramıyor: “Stadın konumu önemli, iki takımın da gözüne güneş gelmemeli…” “Sahanın daimi surette sulanması, her tarafının aynı ıslaklıkta olması lazım, sporcu kolay yetişmiyor. Anadolu’daki statlarda hep bacaklarını kırıyorlar…” “Seyircinin her yerden sahayı kolayca görebilmesi, hem de oyuncunun mümkün mertebe halkla temasının kesilmesi lazım…” “Stada çıkan yolların en fazla yarım saat içinde boşalması gerekir, trafik sıkışmamalı…”
‘SPORA MERAKIM YOKTUR’
Statların mimarı Aysu, spora hiç meraklı olmadığını anlatıyor:
“Futbola merakım yoktur. Ama çok iyi yürürüm. Gençken Çamlıca’dan Vefa orta mektebine 15 kilometre yol yürürdüm her gün. İnönü Stadı’ndaki pistin ilk tatbikatına ben de katılmıştım. Rıza diye bir koşucu vardı, koşarken ayakları piste ne kadar batacak diye bakmıştık. Çok gençtik, birlikte koşmuştuk üzerinde. O zaman statlar sadece futbol için değil olimpik yapılırdı. Sonradan tribünleri genişletmek için o koşu pist kaldırıldı.”
‘YIKIMINI GÖRMEYEYİM İSTİYORUM’
Veda ederken mimarlığın önemini anlatıyor Aysu: “Mimarlık çok mühim bir meslek. Kafadaki fikri taşa geçiriyorsunuz. Eserinin kullanılmasını görmek bizim için en büyük zevk. Hiçbir mimar eserinin yıkılmasını görmek istemez. Ben de görmeyeyim istiyorum. Zaten çok şanssız mimarım, o kadar çok işim yıkıldı ki. Spor ve Sergi Sarayı’nı da değiştirdiler (şimdi Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre Ve Sergi Sarayı) Ali Sami Yen de yıkılmaya terk edildi. Yalnız Fatih’teki Karagümrük Stadı duruyor hala, ilk eserim. Mesleği orada öğrenmiştim…”
1 Yorum
Konuyu, taraftar bağlılığından ayırmalı ve şehrin bir öğesi olarak ele alarak, o şekilde değerlendirmeli idik. Çünkü şehir bambaşka bir şeydir. Size ait şeyin o şehir içinde var olabilmesi ancak kapasite ile uyumlu ise dayanak bulabilir. Tabi ben yaptım oldu da mümkündür… Stad önemli bir sarayın çok yakınına yapılmış zamanında, dönemine göre mütevazi olarak. Şehrin içinde ve dolayısı ile yoğunluğun da içinde kalakalınca ve de dev stadlar dönemi de başlayınca…Yık yap! Oysa çözüm; stadın belki gerekli tamir ve onarım ile bu haliyle bırakılmasıdır. Beşiktaş’ın bir semt takımı olmadığını kabul ettiğimize, Beşiktaşlıların da şehirlerini sevdiklerini kabul ederek, takım stadının şehir dışında uygun bir yere taşınması gerekliliği tartışılmalı değil mi (idi)?