Sivri dilli eleştirmen "The Angry Architect" yazdı...
Kıvrılan kuleler ve gösterişli projelerin yapıldığı Orta Doğu ile Çin’de “marka mimarlığı” denen büyük bir endüstri isminin önüne geçerek tüzel isteklerini elde etmesi durumu Asya’da çok yaygın. Fakat bunun küresel bir moda olduğunu Avrupa’ya bakan bir kişi hemen anlayabilir. Bu suçun failleri de olağan şüpheliler Zaha Hadid, Daniel Libeskind ve Japon mimar Arata Isozaki, Milano’dan büyük bir ısırık alıyorlar.
Mercek altında olan kompleks: CityLife. Bu yeni yerleşim ve iş merkezi Milano’nun tarihi Fiera mahallesinde yer alıyor. İşverenler (CityLife SpA) utanç duymadan meşhur mimarları reklam kampanyalarına vitrin yapmak için kullandı.
Bu yapmacık nazım planının merkezini oluşturan üç kule son derece bayağı. Daha da kötüsü CityLife’ın “son derece sembolik binalar”ına tasarımcıların isimlerini vermiş.
Evet doğru: Hadid Kulesi, Libeskind Kulesi ve Isozaki Kulesi işveren firmanın web sayfasında mimarlar ve kulelerin müstakbel üst düzey kiracıları arasında bağ kuruyor. Bu da yetmezmiş gibi en üst tabaka dairelerin bulunduğu arsa parselleri de Hadid ve Libeskind Rezidansları olarak isimlendirilmiş.
Zaha ve Daniel’in soyisimleri Nike veya Apple’ın mimarideki karşılıkları haline geldiler. İmzaları logoları, stüdyoları da yaldızlı tüzel hayallerini gerçekleştiren fabrikalar durumuna geliyor. Burada sorulması gereken soru ise: onlar gibi ürünleri bir bakışta tanınmayan mestektaşlarının gözünde saygınlık mı kaybediyorlar?
Mimarlığa dönecek olursak: Her bir gökdelen aşırı gösterişli komşularıyla büyük bir uyum yoksunluğuna sahip. Isogaki’nin şişmiş cam prizması açıklanamaz bi şekilde, komik küçük çelikten kürdanlarla “desteklenmekte”. Öte yandan Zaha bir başka kıvrılan kule tasarlamış fakat formunu mantıklı bir temele oturtamamış. (Gensler ve SOM’un yaptığı gibi helezonik bir çerçevesi yok)
Fakat Hadid’in burma eforu sarfedilmiş binası Libeskind tasarımlı kambur komşusuyla kıyaslandığında daha mantıklı gözüküyor.
Libeskind “The Libeskind”i Piazza Tre Torri’yi çevreleyen bir “ideal küre” olarak tasavvur etmiş fakat sonuç gösterişçiliğin garip ve dengesiz bir şekilde vücut bulması olmuş. Binanın gerilen sırtı, estetik olmayan, üzerinde gelişigüzel pencere yarıkları açılmış bir kolonla bölünüyor. Bu jestlerin aynılarını Royal Ontario Museum’un ekinde görebildiğimiz gibi Berlin’deki Jewish Museum’da da görebiliyoruz. Açıkça, Libeskind bu markalaşmış tarzını binanın fonksiyonu ne olursa olsun kullanabileceğini düşünüyor.
Bir üçlü olarak bakınca, bölgenin silüeti görenlerin gözlerini yoruyor: Her kule diğeriyle çatışıyor ve yarattıkları kompozisyon İtalya’nın zengin mimari karakteriyle hiçbir şekilde eklemlenmiyor.
Dahası, bu kompleks nihayetinde şanslı bir azınlık grubun ihtiyaçlarını karşılayacak fakat bulundukları ülke hala ekonomik problemlerle boğuşuyor olacak. Öyle ki, sanırsınız üç elebaşı buraya gelip sosyo-ekonomik duruma, Milano’nun kültürel tarihine veya birbirlerinin tasarlayacağı komşu binalara bile bakmadan tasarım yapmanın keyifli olacağını düşünmüşler… Sonuç da, stilin gerçekliği aştığı tasarımların üzücü örneklerinden biri olmuş, hatta stil bile bu durumda çuvallamış.
Uzun vadede, gerçek şudur:
İşverenler, büyük mimari markaların yatırımlarına en büyük karşılığı getireceği hayaline kapılmaya devam ederlerse, bu moda böyle yürür gider.
1 Yorum
“Kapitalist…sistem..” denilince günümüzün ” moda” cevabı. ‘gene eski jargon’ oluyor çoğunlukla. Ama bazı şeyler eskimiyor. Kapitalizm ( ya da küreselleşme)ille de şapkadan tavşan çıkartmaya zorluyor mimarları ama her zaman tavşan olmuyor böyle ” kaka” larda çıkıyor. ( Bu arada italyan avan-gard sanatcının konservelenmiş kişisel kakasının her kutusu ayrıca çok kıymetli, En son MOMA epeyi bir kutu satın aldı. Müze müdürü ” kazançlı çıktık” dedi.) Neyi nasıl yorumladığınıza göre değişiyor bu post modern alem. Ama ne olursa olsun ” kral çıplak” sözü önemli.