Restorasyon uzmanı Prof. Zeynep Ahunbay, Özlem Gürses'in sorularını yanıtladı.
“Topluma değer katan, örnek olan hizmetleri tanıtmayı ve ödüllendirmeyi” amaçlayan Vehbi Koç Ödülü’nün bu seneki sahibi Prof. Zeynep Ahunbay ile Özlem Gürses’in yaptığı, Sözcü gazetesinde yayınlanan röportajın bir kısmı şöyle:
Mesleğinizi isteyerek seçtiniz ama Türkiye’deki çalışma koşullarının ne kadar farkındaydınız?
1970 mezunuyum. O zaman mimari koruma ve restorasyon alanlarında pek yatırım yoktu, bütçeler kısıtlıydı. Bu alanda insan yetiştirmek, kültür varlıklarımızın bilinçli çabayla korunması yönünde idealim vardı. Yıllar içinde bütçeler arttı ama kalite düştü.
Sizin işinizde “kalite düştü” ne anlama geliyor?..
Restorasyon dediğimiz zaman bilimsel bir faaliyetten bahsediyoruz ama birçok insan bunu “adi tamir” sanıyor. Bu adi tamir süreçlerinde de o eski eserin orijinal dokusu, patinası, yani hangi yüzyılda hangi ekleri ya da değişiklikleri kazandı, yüzey, yaşlılık gibi özellikleri kaybediliyor. Pırıl pırıl, gıcır gıcır “tarihi binalar” ortaya çıkıyor! İkinci bir sıkıntımız da tamamen yok olmuş binaların “ihya” denilerek yeniden yapılması.
Bugün kurtarmak isteyeceğiniz neresi var mesela?
İstanbul dediğiniz zaman çok katmanlı bir kültür varlığı. Şu anda ayakta duran 7 km.lik kara surları, deniz surları, evrensel değer taşıyor, dünya mirası. Öncelik buradadır veya Süleymaniye çevresi ahşap evler dünya mirasıdır, Zeyrek öyledir. Yıllarca bunlara destek olunamadı, çok büyük alanlar, yıkılmış vaziyette, kalan evler kurtarılmalı. Üstelik biz Türkiye olarak buna söz vermişiz, 1980’lerde imza atmışız biz buralara bakacağız diye.
İnsanların yapıları bile etnik kökene göre ayırması size nasıl geliyor?
Bu kabul ettiğim bir bakış açısı değil ama bizde olduğu gibi başka ülkelerde de var. Halbuki Cumhuriyet’in başında “tüm Anadolu uygarlıkları bütününün bize ait olduğu” fikri vardı. Ben de tüm kültür varlıklarının evrensel olduğu düşüncesiyle yetiştim. Yapılarla ilgili hiçbir zaman “bu Müslümandır, bu Türktür, bu Ermenidir, bu Yunandır” gibi bir önyargım olmadı. Ama şu anda yönetimde olan bazı belediyelerin böyle baktığını biliyorum : “Camii Müslümandır bize aittir, surlar Bizans eseridir yıkılsın yok olsun.” Bakış açıları bu ne yazık ki… Mesela Zeyrek çok ihmal edilmiş bir alan.
Üstelik o da Dünya Kültür Mirası listesinde…
Öyle ama rutubet kokuyordu Zeyrek Camii içi, çatısına çimentolu sıvalarla kurşun taklidi yapılmış, çatlamış o da. Bir Amerikalı hoca geldi, “birlikte çalışalım” dedi. Vakıflar’dan izin aldık, yurtdışından kaynak bulduk. Ama maalesef bizim evrensel değer olarak baktığımız projeye sadece bir Osmanlı camisi olarak bakılıp ona göre bir restorasyon yapıldı. Mesela kazı yaparken bir mozaik çıktı, “Vay efendim siz burayı kilise mi yapacaksınız, müze mi yapacaksınız?” gibi gerilimler oldu. Ondan sonra o iş bizden alındı, müteahhide verildi.
Söyleşinin kalanına buradan ulaşabilirsiniz.