Kan Mimarisi

O bina altındaki imzasıyla (yıldız) mimar, binanın üretim sürecindeki öngörülebilir ve önlenebilir cinayetlerin önüne geçilmesi için mücadele vermiyorsa kendisini sorumluluktan azade gördüğü bir konfor zırhının arkasına saklanmış demektir.

Türkiye, iş cinayetlerinde dünyada zirveye oynuyor! Sadece 2013’te en az 1235 kişi, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmadığı ve düzgün denetleme yapılmadığı için hayatını kaybetti. Bu ölümlü “vakalar”, öngörülebilir ve önlenebilir olduğu için kaza değil, cinayet olarak adlandırılıyorlar. Bu rezalet sicil içinde de en fazla yer tutan sektörlerin başında inşaat geliyor. Sadece 2014’te bugüne kadar bu sektörde çalışan 272 işçi hayatını kaybetti. Avrupa’da en fazla gökdelenin ve AVM’nin inşa edildiği ülke, aynı zamanda en fazla iş cinayetinin işlendiği yer.

İnşaat projelerinin, nasıl farklı kamu ve özel sektör aktörlerinin farklı aşamalarda devreye girdiği, yani çok “paydaşlı” bir proje döngüsü varsa, bu inşaatlarda gerçekleşen iş cinayetlerinin sorumlularını da bu çok paydaşlı yapı içinde düşünmek gerekiyor.

Tabii ki bu çok paydaşlı yapı içinde kurulan yasal ve idari mekanizma, iş cinayeti gibi durumlarda sorumluları örtecek şekilde, eğer bir ceza söz konusu olacaksa da, en alt kademede ve en dar anlamıyla ele almaktadır. Bu da, sermayenin ve onun mekanlarının büyümesini işçinin sağlığından ve kentlinin ihtiyaçlarından önce gören inşaat sektörü içinden bakıldığında tercih edilir bir durumu ifade etmekte. Ancak hak ve adalet peşindeki yurttaşlar veya meslek insanları için böylesi indirgemeci bir yaklaşım kabul edilebilir değildir.

Hatırlayalım, 31 Mart 2014 tarihinde, Kartal’da Metsan Nexus Projesi’nin inşaatında gerçekleşen iş cinayetinde üç işçi 16. kattan düşerek hayatını kaybetmişti. Bu projenin kamuoyundaki tanıtımı, “Yıldız Mimar” Daniel Libeskind’ın adı kullanılarak yapılmıştı. Birbirleriyle yarışan kulelerin öne çıkabilmesi için mimari konseptler ve tasarımcılarının isimleri her geçen gün daha fazla önem kazanmakta. Adeta bir pazarlama stratejisi olarak bu mimarların markalarından yararlanılmakta.

Bu iş cinayetinin hemen ardından, Metsan Nexus Projesi inşaatında gerçekleşen ölümleri konu eden “Kan Mimarisi” başlıklı İngilizce bir yazı yazmış, ölümlerle ilgili sorumluluk halkasını genişleterek, projenin tanıtımında ve haliyle ticari başarısında pay sahibi olan mimarına bir dizi sorular yöneltmiştim. Libeskind’e öncelikle bu cinayetlerden haberi olup ormadığını sordum, sonrasında ölümlerden dolayı sorumluluk hissedip hissetmediğini. Metsan Şirketi ile yaptığı sözleşmede işçilerin güvenliği ile ilgili bir madde olup olmadığını da sordum. Bu sözleşmeyi iptal etmeyi düşünüp düşünmediğini de. Son olarak, dünya genelinde birçok anıtsal eserin tasarımında onun imzası bulunmasından da yola çıkarak, eğer bir gün kendisinden Türkiye’de iş cinayetlerinde hayatını kaybedenlerin anısına bir anıt tasarlaması istense, bunu yapıp yapmayacağını sordum.

Uzun bir bekleyişin ardından mimarın ofisinden gelen yanıt çarpıcıydı: Yazımın “hatalı” olduğunu, cinayetin işlendiği projeyi kendilerinin tasarlamadığını, daha doğrusu o projenin içinde yer alan kendi kısmının inşaatının henüz başlamadığını, iş güvenliğini çok ciddi bir şekilde ele aldıklarını belirttiler. Ben de kendilerine, bu cevaplarına şaşırdığımı söyleyerek, şirketinin açıklamalarında bahsi geçen projenin isminin Daniel Libeskind ismiyle birlikte anıldığını, basına bu şekilde demeçler verildiğini belgeleriyle gösterdim. Mimarın ofisinden hemen bu konu ile ilgileneceklerini belirten bir e-posta daha aldım.

Bütün bu hikayede, benim açımdan ilginç olan iki nokta vardı. Birincisi, piyasada ünlü bir mimarın ismiyle tanıtımı yapılan bir projenin adının kötüye çıktığı noktada mimarın bu ilişkiyi kabul etmemesi. Öteki ise, mimarın en azından prensipte, inşaat alanında gerçekleşen bir cinayet ile ilgili sorumluluğunu tamamen reddetmemesiydi. Hatta aksine, iş güveniliğine son derece önem verdiklerini vurgulamıştı. Yani eğer proje ile ilişkisi “gerçekten” sözkonusu olsa, orada işlenen cinayetten de sorumlu tutulabilecekti.

Malum, bu projenin gerçekleştiği Kartal ilçesinin kentsel dönüşüm master planı, yine başka bir yıldız mimar Zaha Hadid tarafından yapılmış ancak kabul görmemişti. Zaha Hadid, Libeskind’ın aksine, kendi tasarladığı projelerde gerçekleşen iş cinayetlerindeki olası sorumluluğunu açıkca reddediyor. Katar’da gerçekleşecek 2022 Dünya Kupası Stadyumu’nu tasarlayan Hadid, Guardian gazetesine verdiği demeçte bu inşaatlarda hayatını kaybeden 500 Hintli ve 382 Nepalli göçmen işçi hakkında, “Benim işçilerle hiçbir işim olmaz. Eğer ki bir problem varsa, bu hükümetin ilgilenmesi gereken bir konu. Umarım, bu şeyler çözülür” demişti.

“Bu genişleyerek büyüyen “sorumluluk halkası” içine er ya da geç, tasarımcı da girecektir.”

Şimdi gelelim Torun Center katliamı ve bizim yerli Yıldız Mimar ilişkisine. Öncelikle, Türkiye’nin mevcut inşaata dayalı ekonomik büyüme modeli içinde, belli şirketler ve hükümet edenler arasında kurulan mülksüzleştirme ağının/rejiminin farkında olduğumu, burada bütün suçu tek bir aktöre atma gibi bir derdimin olmadığını belirteyim. Zaten bu konuda da fazlasıyla yazıp çiziyor, bu aktörleri haritalayarak görünür kılmaya çalışıyorum. Torun Center özelinde, ortaklık payına dayalı projenin sahibi TOKİ ve Torunlar GYO, bu şirketlerin yöneticileri, denetlemekle yükümlü kurumlar, müteahhitlik firmaları, alt yükleniciler vd. bütün aktörler, diğer bütün iş cinayetlerinde olduğu gibi, sorumluluktan azade değildir. Ancak aynı şekilde, bu projelerin altında imzası bulunan tasarımcı da “kanlı mimari” dediğim rejimi yeniden üreten aktörlerden biri olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorundadır. İş cinayetleriyle mücadele için, sorumluluk halkasını daraltmak değil, aksine genişletmek gerekmektedir.

Unutulmamalı, bu inşaat çılgınlığı yalnızca kentsel yoksulları mülksüzleştirmekle, kamusal alanları sınırlamakla ya da kırılgan kent ekolojisini tehdit etmekle kalmıyor, işçilerin yaşamına da mal oluyor. Artık bu gerçek, suratımızı başka yerlere çevirip görmezden gelebileceğimiz bir durum olmaktan çıktı. Çünkü mülksüzleştirme ve sömürüye dayalı birikim çerçevesinde işçilerin kanları, İstanbul’un parlak kulelerinden damlıyor. Hira Mağarası’ndan esinlenerek cami tasarlayan bir mimarın aynı zamanda kanlı kulelerin altında da imzası bulunması ne demektir? Libeskind’e sorduğum soruyu, yerli örnekte benzer bir şekilde sorabiliriz: Sizin tasarladığınız bir binayı inşa ederken katledilen işçilerin cenaze namazı yine sizin tasarladığınız bir camide kılınması konusunda ne hissederdiniz? Buradaki amacım, “zor durumdaki” bir mimara hazır düşmüşken vurmak veya tüm sorumluluğu en kolay hedef mimara yüklemek değil elbet. Ancak gerçekler işte bu kadar çıplak. Zor soruları sormaktan kaçındıkça, bu cinayetlerin sonu da gelmeyecek.

İş cinayetlerinde sorumluluk, hakim uygulamaya göre zaten minimumda tutuluyor. Bu yüzden gerçek sorumlular yargılanmıyor bile. Vicdanen, ahlaken ve hukuken, sorumluluk halkası genişledikçe iş cinayetleri son bulacaktır. İnşaat sektörü özelinde en önemli paydaşlardan olan, bir binanın tasarımıyla ilgili her detaydan sorumlu ve o bina altındaki imzasıyla kendini & maddi kazancını sürekli yeniden üreten (yıldız) mimar, o binanın üretim sürecindeki öngörülebilir ve önlenebilir cinayetlerden kendini sorumlu görmüyorsa, bu önlenebilir ve öngörülebilir cinayetlerin önüne geçilmesi için elinden gelen her şeyi yapmıyorsa, aksini düşündüğü noktada o projeden çekilmiyorsa, buna karşı açıktan bir mücadele vermiyorsa, kendisini sorumluluktan azade gördüğü bir konfor zırhının arkasına saklanmış demektir. Bu da kabul edilebilir değildir.

Kaldı ki, yıldız mimar özelinde, altına imza attığınız ve üretim sürecini de aslında sürekli kontrol ettiğiniz bu projeler, sadece işçilerin canını almıyor, aynı zamanda birer kent suçu olarak sorumluluk katmanlarınız çoğalmaktadır. “Nasıl olsa bu projeleri çizecek piyasada birini bulurlar, en azından ben iyi tasarım yapıyorum” gibi bir konfor zırhınız, yine ahlaken, vicdanen ve hukuken kabul edilemez.

İş cinayetlerine karşı, hukuki mekanizmaları da sonuna kadar zorlayarak, yürütülen adalet mücadeleleri tüm sorumluların yargılanması ve cezalandırılması için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu genişleyerek büyüyen “sorumluluk halkası” içine er ya da geç, tasarımcı da girecektir. Bununla ilgili, daha fazla kafa yormaya başlamaları kendileri de dahil inşaat sürecinin bütün paydaşları için hayırlı olacaktır.

Etiketler

3 yorum

  • ezgi-aydogan says:

    Sondan başlamak gerekirse öncelikle kent suçları kapsamında mimarlar ve dolayısıyla yıldız mimarlar elbette en büyük sorumlular. İşverini de ikna etmek onların sorumluluğu. Bu ayrı bir konu.

    Ancak konu kan mimarisine geldiğininde en büyük sorumlunun onlar olduğunu düşünmüyorum. Bu demek değil ki elbette bu konu gündeme gelmesin. Ama bir şantiye sürecindeki yüklenici firmayı, alt yüklenicileri, proje yönetim firması ve en önemlisi iş güvenliği firmasının sorumluluğu hepsinin ötesinde. Dahası o iş güvenliği firmasını denetleyen özel denetim firmaları sorumlunun ta kendisi. Bu kadar büyük şantiye süreçlerinde tasarımcı mimar projeyi teslim ettikten sonra neredeyse o şantiyeyle bir bağı kalmıyor bile denebilir. Bunu sorumluluktan kaçsın anlamında söylemiyorum sadece pratikte süreç bu şekilde işliyor. Dolayısıyla o mimarın şantiyeye her anlamda hakim olmasını beklemek haksızlık olur. Haksızlığı da geçtim bu beklentiyi gerçekçi ve uygulanabilir bulmuyorum. Ancak Yaşar’ın Libeskind’e yönelttiği işverenle sözleşmede iş güvenliği ile ilgili madde olup olmaması elbette çok kritik bir nokta. Mimar özellikle yıldız mimar işverenle sözleşmesinde bunu talep edebilir, etmeli de.

    Herşeyiyle inşaattan beslenen bir ülkenin iş güvenliği konusundaki cahilliği dahası umursamazlığı ne kadar üzücü.

  • omer-yilmaz says:

    Ezgi’nin yorumuna aşağı yukarı katılıyorum.

    Burada meselenin özü iş kazası. Çok acı. Yaşar’ın Twitter’da daha önce yazdığı gibi acı da öfke de hak.

    Lakin Elif’in gönderdiği Twitter mesajı, meselenin özünü değiştirdi benim için. Konuya dahil olmama neden oldu. “10 işçiye mezar olan torun center’ın mimarı emre arolat, işçilerin mezarlarını da tasarlasın.” bu cümlenin ya da tivitin seviyesi kabul edilebilir ya da yenir yutulur değil bence.

    Yaşar’ın bu metinde yazdığı gibi konuyu temellendirerek anlatmak başka, bu şekilde sallamak başka bir şey. Yaşar’ın da Elif’in de bu konudaki katkıları çok kıymetli ancak ben olayın gerekçelendirmesinde çok hataları olduğunu düşünüyorum. Bu konuda yazacağım.

  • azmi-acikdil says:

    Tasarımı yapan mimarın tasarımının altına attığı imzadan sorumlu olması gerekmez mi? Denetlemediği kontrol etmediği ve bunlardan sorumlu olmadığı ve onun konusu ve konumunun bu olmadığı işlerden nasıl sorumlu tutulur?
    Yazının başlığını ‘kan mimarisi’ hiç uygun bulmuyorum. Mimarlık bir barınma ihtiyacının sağlandığı, insanlara hizmet eden ve buhizmet ile kullanıcılarını mutlu etmenin bir amaç olduğu mesleği kan ile bağdaştırmak bir öfkenin ifadesidir. Kimse bu tür olaylarda mimariyi kana bulansın diye tasarlamaz, uygulamaz. İş kazaları bir ihmal neticesinde oluşur. İnsanın girdiği kullandığı her materyalde kaza hemen yakınında beklemektedir.
    Tedbir; kazaya sebep olabilecek ihtimalleri, zayıflıkları, ihmalleri bertaraf etmektir.

Bir yanıt yazın