PROJE RAPORU
Arifler dükkânın açmış, ne ararsan var içinde.*
‘Geleneksel Alevilik, dışa kapalı kırsal yaşam örüntüsü içinde, soydan gelen bir kutsiyete sahip olan Alevi dedelerinin, sosyal ve dini otoritesi altında yürütülen otonom bir sosyal yapıyı ifade eder. Geleneksel Aleviliğin otonomisi, dış dünya ile kurulan ilişkilerin asgari düzeyde tutulmasından kaynaklanır. Bu otonomiyi gerçekleştiren, topluluğun tüm sosyal ihtiyaçlarını kendi içinde karşılamasını sağlayan mekanizmalardır.’**
Bu noktadan hareketle, 1960’lar köyden kente göç eden Aleviler için, kentleşme ekseninde, geleneksel yaşam örüntülerinin çözülmesi ve dışa açılma olarak tanımlanabilir. Köyde, küçük ve kapalı olarak tecrübe edilenler, kentte doğası gereği heterojenleşmekte, opaklaşmaktadır. Kent ile kurulan ilişkiler ve karşılaşmalar, başlangıçta tanıdık olmayan her şeyde olduğu gibi tekinsizdir. Tam da bu nedenledir ki, göç edilen yerde tanıdık olan güven verir.
Bu bağlamda son aylarda yerel yönetimler öncülüğünde aktive olan ‘bir ibadethane olarak, cemevi nasıl tasarlanır?’ sorusunu, Alevilik inanç ve kültürünün kentte nasıl biçim bulacağı üzerine bir birlikte düşünme çağrısı varsayıyoruz. Sayıca giderek artacak bu çağrılar cemevi mimarisinin Alevi inancındaki zenginliğe paralel sayılamayacak, sınırlı mimari tarihine yapacağı katkılardan ötürü heyecan vericidir. Her değerlendirmede, seçilen bir proje olabileceğinin farkında olarak; ancak bu tartışmaların da çok değerli olduğunu düşündüğümüzden, süreci analiz etmeyi yarışmaların kendisi kadar önemsiyoruz. Bu nedenle metinde yer yer sesli düşünmelerimizin de tanığı olacaksınız.
Bir yanda konjonktüre bağlı olarak ivme kazanan, ‘cami-cemevi ya da cemevi var mı-yok mu?’ tartışmaları devam ededursun, diğer yanda Alevi inancı, önceliği mekâna vermeden, mekânı öncellemeden, ‘üç can, bir cem’ diyerek yüzyıllardır yoluna devam ediyor. Bu duruma inkâr politikaları, Sünni devlet-muhalif Alevi hafızaları da eklenince, inancın gizli-saklı yaşanması geleneğin bir parçasına dönüşüyor. Bu da bizi cemevi mimarisinden konuşmak istediğimizde, kaynakları çok katmanlı da olsa bir görünmezlik tarihi ile baş başa bırakıyor. Ve böylelikle bir ibadet mekânı olarak cemevi denildiğinde akıllara karakteristik bir mimari yapı gel(e)miyor. Yerel yönetimlerin iyi niyetleri ve sınırlı bütçeleri ile var edilmeye çalışılan bu mimari projeler için çalışan yaratıcı ekiplerin gerçekten ne kadar özgür olduğu düşünülmeye değer. Özgürce bir cemevi tasarlamak konjonktürden ne kadar bağımsız olabilir? Yerelin hafızası, topoğrafyası, yerel yönetimlerin imkânları kadar; cömertlikler, imar planları, stratejiler, sosyolojik ve psikolojik katmanlar da işin içine giriyor şüphesiz. Ancak farkında olduklarımız tasarlama heyecanımıza mani olmuyor. Özgürce ve ihtiyaca yönelik bir cemevi tasarlamanın yollarını da hep birlikte inşa edebileceğimizi hatırda tutuyoruz.
Kentlerde cemevlerinin gücünü çeşitlilikten alan Aleviliğin kendisi gibi, kendi yerelinin ihtiyaçları bağlamında tasarlanmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Ancak şüphe yok ‘bir cemevi tasarlamak’ tan fazlası bir yandan bu çağrılar. Cemevleri kentlerdeki ibadethane işlevlerinin yanı sıra, aynı zamanda farklı tecrübeleri barındıran ve sosyal işlevleri de olan mekânlardır. Ancak kutsal bir mekânın ihtiyaçları ile birlikte tasarlanması istenilen spor salonunun sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceği konusu tartışılmayı hak ediyor.
Tek tip bir cemevi yaratmadan, kültürü sabitlemeden
Yüzyıllardır inancını yaşamaya devam eden Alevilik üzerine düşünürken ‘Ne kadar Alevi varsa, o kadar Alevilik var’ sözünü hatırlıyoruz. Gücünü çeşitten alan Aleviliğin ‘yol bir, sürek bin bir’ ifadesi de bu inancı güçlendiriyor.
Tüm bu yaratıcı süreçler içinde cemevi mimarisine ilişkin, kültürün sabitlenmesi tehlikesini hep birbirimize hatırlatalım, tek tip bir cemevi tanımlamayalım istiyoruz. Alevilikte çeşitlilikten gelen zenginliği, mimari olmazsa olmazlarımızla birlikte korumayı seçiyoruz.
Cemevi ve Park, Kamusal ve Özel, Batın ve Zahir
Park, spor merkezi ve cemevi bileşeninde, bütüncül bir tasarım anlayışı gözettik. İnsan odaklı bu inanç mekânını, yakın gelecekte değişime-gelişime açık Beylikdüzü’nü, topoğrafyayı ve çevre koşullarını unutmadan ancak cemevine yönelik kutsiyet ve korunaklılıktan da vazgeçmeden tasarladık.
Bu noktada, cemevinin de yer aldığı alandan algılanabilecek, yeşil aktivite alanını görünür kılmayı öneriyoruz. Cemevi ile vadi arasındaki parselde imar planında yer alan konut alanı sahiplerinden rızalık alınarak ve yerel yönetim işbirliğinde; kuzeydeki yeşil alana taşınmalarının yakın-uzak gelecekte daha bütüncül ve doğayla barış içinde bir yaşam alanı oluşturacağını öngörüyoruz. Mevcut imar planlarında tekrar eden konutların, kamuya açık yeşil alandan yoksunluğu aşikâr. Bu nedenle içine cemevini yerleştirdiğimiz parkın da kısıtlı çevresine, gelecekte bir nefes olmasını umuyoruz.
Ritüel ile spor yan yana ikilemi
Spor salonların ağırlıklı kullanıcısı gençlerimizin enerjilerini dönüştürecekleri bu mekânlar ile kutsal mekânın yan yanalığının pratik sorunlar yaratacağını öngörüyoruz. Bir yanda yaşam enerjisi, diğer yanda kapıdan içeri girdikten sonra kapının mühürlendiği bir ezoterik dünya olarak cem ritüeli.
Uzun süreler kullanılmasını isteyeceğimiz salonlardaki gençlik enerjisi ve tezahüratın, kutsalın ihtiyacı olanı azaltacağı endişesi. Bir can, özünü dara çekerken spor yapanların yaşam dolu rekabetinin duyulması kutsi aurayı kesintiye uğratmaz mı? Bu haklı ve pratik sorularla yalıtım ve insan trafiği endişesi ile mevcut kottan içeri doğru derinleştirdiğimiz mekânlar yarattık. Topografyada, bu var oluşlara birlikte ama ayrı alanlar açtık. Böylelikle oluşan duvarlarla ses yalıtımının da daha kontrollü hale geleceğini düşünmekteyiz.
Toprak gibi alçakgönüllü
Alevilik tarih yazımı, iktidara karşı direnme öyküleri ile doludur. Zalim iktidar karşısındaki mazluma daha yakın hissetmek ve iktidar ile zulmü özdeşleştirmek iktidarı hatırlatan her şeye mesafelenmeyi de beraberinde getirir.
Bu nedenle iktidar fikrinin mimariye tercüme edilmiş hali sayılabilecek anıtsallığa; insanı ezen, görkemi ile kendi iktidarını yaratan bir mekân yaratmaya uzak durduk. Toprak gibi alçakgönüllü olarak tariflenen bu varoluşta, biz toprağı tuttuk. Toprakla bütünleştik. Toprağın üzerinde sükûnetle var olmayı seçtik.
Tarihten bu yana, dini yapılarda egemen olan görkemi ve anıtsal strüktürü, cemevi tasarımında alçakgönüllü ve insani ölçekte yorumladık.
Tanıdık olan güven verir
Yakın dönemde, mevcut konjonktürde cemevlerinin aynı zamanda bir direnme mekânına dönüşebildiği hafızalarımızda. Cemevimizin kendini uzun yıllar sükûnetle taşıyabilmesi ve koruyabilmesini önemsedik. Tanıdık, doğal ve yerel bir malzeme olan koyu gri bazalt ile görünür kıldık. İç mekânda ise ahşap gibi yumuşakça nefes alan bir malzeme ile inancı kucakladık. Böylelikle taşın ve ahşabın yanı sıra, meydanımızda yer alan çağlayan kayadan akan suyun da toprakla bütünleşip diğer can(lı)larla yaşam bulacağını düşündük.
Kendim ektim
Meydanı, cemevini, kültür ve spor mekânlarını saran doğanın (peyzaj), mütevazı ve huzurlu haliyle kullanıcısını bir gezintiye, yolculuğa davet etmesini umuyoruz. Bu nedenle peyzaj yaklaşımında, Alevilik inancında kutsal olan karadut, zeytin, incir, gül gibi hoş kokulu ağaç ve çiçekleri tercih ettik.
Cemevi ve kültürel-sosyal mekânlar yatayda birleşerek, meydanda çağlayan su ile huzur ve dengeyi bulurken, doğayla da bütünleşen yapısıyla, Alevi inancının yeryüzünü ibadethane kabul eden öğretisini kendinde tasvir ediyor. Bu sebeple Beylikdüzü Cemevi, başta insan, hava, su, taş, ağaç, kuş olmak üzere Hakk’ın bir parçası olan canlı ve cansız her şeye aittir.
Üzerinde yaşadığımız suyu, havayı, yeşili, toprağı gelecekten ödünç aldığımız dünyaya karşı sorumluyuz.
Kaynakları doğru kullanabildiğimizde, hepimize yetecek bu dünyayı çoğaltmak elimizde. ‘On İki Fidandan Ulu Bir Orman’a’ dönüşebilmek için, Beylikdüzü’nde cemevi yapıldığında doğacak ilk bebek adına, on iki fidanı bu bahçeye mahalleliyle birlikte ekebileceğimizi hayal ettik.
Cemevi-Girdap-Işık
Cemevine şeriatı temsil eden, üzerinde teslim taşı bulunan geniş bir kapıdan girdik. Ritüeldeki ruhani hali, bir girdaba benzeten dedemizden ilham aldık. Daha dar, alçak ve eşikli olan tarikat kapısından ibadet alanına geçtiğimizde, ibadet mekânı Hakk’ı imgelerken bir girdap gibi dönerek ışığa (semaya) yükselir. Mekândaki organik form, tam da bu girdabın soyut bir temsili sayılabilir. Kırlangıç tavana referansla mekân, tepeden ışık ve nefes almaktadır. Yan duvarlarda yer alan ve on iki imamı sembolize eden, on iki pencere de, mekândaki nefes ve ışığı, tavanla müşterek biçimde güçlendirir. Topoğrafyadan cemevine ulaşmak üzere kullanılacak tekil yürüyüş koridoru da ritüeldeki yolda olma haline bir hazırlık varsayılabilir.
Ses ve nefes, cem ayininde ruhani boyuta geçişte saz ile birlikte önemli bir öğe olduğundan, mekânın akustik özelliklerini de hatırda tuttuk.
Son söz
Alevilerin siyasi özne olarak varlığı, sıklıkla inanç odaklı tartışıldığından; elbette bir cemevinin sadece bir inanç mekânı ve bir cemevi olarak kalabilmesi güçleşiyor. Oysa batini ve zahiri dünyanın kapılarını fark edebildiğimizde; bireyselliği gözeterek otonomiye yaşam alanı açabildiğimizde, dünya hepimiz için daha güzel bir yer olabilir.
Türkülerimizde ağıt, keder ve hüzün ile özdeş olan kutsal turna kuşunun, taşınması zor bu duygular kadar; birlikte yaşam ve paylaşmanın güzelliği ile mutluluğun da öznesi olması umuduyla… Bilmem azdan çok anlar mısınız? diyen Neşet Ertaş’a ve yokluğuyla var olmak kavramı üzerine bizi düşündüren J. Lacan’a saygıyla.
*Tevhid-Pir Sultan Abdal
**Örtük politikleşmeden kimlik siyasetine: Aleviliğin politikleşmesi ve sosyalist sol, Mehmet Ertan Birikim No:309-310 Şubat, 2015