Proje Raporu
HİLMİ ZİYA ÜLKEN
Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi
Aşk, bağlılık ve hiçbir tutkuyu düşünmeden
Kalıvermeliyim öylece kaskatı.
Nilgün Marmara
Ordinaryus Profesör Hilmi Ziya Ülken, Türk toplumbiliminin öncüsü olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiye sürecine ve Cumhuriyet’in kurtuluş mücadelelerine şahit olmuştur. Düşünceyi ibadet sayan Ülken, erken Cumhuriyet dönemine değerli araştırma ve eserler bırakmıştır. Anadoluculuk akımının öncülerinden olan Hilmi Ziya Ülken, toprağa dayalı ulus ve ulusçuluk fikrini benimsemiş ve Anadolu coğrafyasında yaşayan herkesi hiçbir ayrım gözetmeksizin merkeze koymuştur. Yaşamı boyunca düşünceleri , yazıları ve öncülük ettiği ideolojilerle saygınlık kazanmış ama Türkiye’de felsefe geleneği olmadığı için sınırlı bir çevre tarafından tanınmış ve anılmıştır.
Gün bugündür ki , ölülerimizin yeri onlara bir yuva olsun. Ölünün edebi istirahatgahı olan mezar, uygarlığın saygınlığa ulaşması ve toplumun yaşamla da olan ilişiğinin sirayet etmesi için ne kadar da değerlidir…
Hilmi Ziya Ülken’in mezarı aslında bir aile mezarı ve bir nevi toplu mezardır. Tek gerçek mekanda birden fazla zaman ve mekan sığdırmasıyla, aile mezarlığı bir heteretopya olarak kabul edilir. Toprak sanki bir yorgana dönüşür, fikir ve zikirleri ne olursa olsun toprak naif bir örtüdür. Merhumları sarar sarmalar ve coğrafyada çözündürür. Aynı Hilmi Ziya Ülken’in Anadoluculuk ideolojisini savunurken de belirttiği gibi, bireyleri tek paydada bütünleştiren şey coğrafyanın salt kendisidir. Bu sebeple aynı yorgan (toprak) altındaki altı (6) ayrı merhum hem tekil olarak var olur, hem de bir arada tek tek toplamlarından daha anlamlı bir ifadeye bürünür. Aziz Nesin’in Benim Delilerim adlı kitabının Stalin’in Damadı bölümünde Hilmi Ziya Ülken ve kayınçosu teyyareci Celal Benneci’nin ideolojik sağlı sollu fikir ayrılığı net bir biçimde anlatılmıştır. TİP mensubu Celal Benneci, o dönem Sabahattin Ali, Ruhi Su ve Necip Fazıl Kısakürek gibi isimlerle Sinop Cezaevi’nde bile kalmak zorunda bırakılmıştır. Ancak hayat bu ki, Ülken ile fikir ayrılıklarına rağmen aynı aileye mensup olmalarının yanında şimdi bir de aynı toprağın altında yatmaktadırlar. Coğrafya, toprak olarak canlanır; Hilmi Ziya Ülken, Hatice Kübra Benneci, M. Zühtü Benneci ,Zekiye Zühtü Benneci, Celal Zühtü Benneci, ve Yeşim Celal Benneci bir bütün olarak birbirlerine karışır.
Zemin izdüşüm alanında 236 ‘ya 425’lik bir örtünün ortak çarpanı bulunmuş , alan 47.2’lik eş karelere bölünmüş ve bir birinin eşi olan küp parçalar olarak yeryüzüne yükselmiştir. Yumuşak ve tortulu dokusuyla traverten küp kütleler ayrı ayrı incelendiğinde birbirinin eşleri iken, doğruldukları yön aynı olmasına rağmen çeşitli pozisyonlanmalarıyla şimdi birbirinin sadece dengi olmuştur. Hilmi Ziya Ülken’in Varlık ve Oluş eserinde de bahsettiği gibi “Varlığı uçsuz bucaksızlığı içinde ele alma, orada meydana çıkan sonlu varlıkların varoluşuna kriz demek gerekir… her kriz ritimle çözülür ve ritimler sonlu varlıkların bağlı oldukları düzeni, düzenli âlemleri, âlemlerin kanunlarını meydana getirir.” Bu tasarımda, örtü boyutunun ortak çarpanı (47.2) rehberliği ile üçüncü boyuta yükselen birbirinin dengi küp kütleler de bu ritmin kendisi olarak yorumlanmıştır. Bedenlerin birbirine denk küplere dönüşüp içinden taştığı örtü ise bir yer örtücü (Yaz Karı – Cerastium Tomentosum) ile eşlenmiş ve nihai beraberliğin naifliğine yakışan beyaz çiçekleriyle bezenmiştir.