PROJE RAPORU
Kentleşme kavramı ontolojik olarak nüfusun yer değiştirmesi eylemi ile ilgili gibi görünse de, sosyal, ekonomik, kültürel, politik ve de biyolojik birçok değişimi içermektedir. Le Corbusier tarafından “insanın doğa üzerinde hakimiyeti” olarak belirttiği kent ve kentleşme kavramları, duyarlılıklar geliştirmediği durumlarda tabi olduğu doğal sistemlerin yıkımını da beraberinde getirmektedir. Kent ve doğa birlikteliği üzerine gereken türden sağduyulu ve akılcı planlamaları geliştiremediğimiz durumda her iki sistemin de çökmesi oldukça olası gözükmektedir. Belki de bu çöküşün adım taşlarından sayılabilecek iklim krizi ve salgın hastalıkların günümüzde giderek kaygı uyandıran sorunlar haline gelmesi hali hazırda doğayla olan ilişkimizi, ekosistemdeki insan ve insan olmayan aktörlerin bir arada yaşam pratiklerini ve dolayısıyla da doğa üzerine kurulan insan merkezli egemenliği sorguya açmıştır.
Yeryüzü parçasının iki farklı kullanımı olan yarışma alanı ve hemen kuzeyindeki taş ocağı bu bağlamda değerlendirildiğinde, doğa, kültür ve insan arasında tarih boyunca süregelen ayrımlara işaret eden önemli bir toplumsal ve mekânsal dönüşümü göstermektedir. Taş ocağı alanı insanın içkin olduğu doğal çevre ve coğrafyayı bir çeşit malzeme deposu ve jeolojik ayrıntı gibi gördüğü kaderi deneyimlerken, yarışma alanı doğal çevresi insan-doğa (insan olmayan) arası etkileşimi daha hem zemin bir düzlemde gerçekleştirme şansını yakalamıştır.
Dolayısıyla yarışma alanında yapılacak tasarımın insan-doğa ilişkisi bağlamında bulunduğu yeri irdelemesi, göz önünde bulundurması kaçınılmazdır. Ekosistemi oluşturan canlı-cansız aktörlerin alan içerisindeki varlığının önemi, oluşturulacak yeni yapılı-kentsel-doğal çevrede vurgulanmalıdır.
Söğüt’te kültürel peyzajın önemi, doğa faaliyetlerinden, bahçelerine ve endemik çeşitliliğe sahip kırlarına dayanan tarihine yansımaktadır. Günümüzdeyse mesire alanlarının oluşturduğu doğal alanlar, aktivite bazlı farklı programlarla birlikte kültürel peyzajın bir kısmı korunmuştur. Ancak Söğüt’e giriş, karşılaşma alanı oluşturan tepe topoğrafyasında peyzaj karakterindeki çelişki dikkat çekici niteliktedir. Doğal güzelliklerin metalaşması, coğrafyanın ticari potansiyellerin değerlendirilmesinin kaçınılmaz sonucu olarak oluşan kahverengi alanların (taş ocağı, hafriyat atık alanları vb.) oluşumu Söğüt’te de kendini göstermiştir. Bunun yanında bilindiği üzere Söğüt çevresinde doğudan gelen Oğuz Türkeri’nin Kayı Boyu, bu bölgede Osmanlı Devleti’nin kuruluş adımlarını atmıştır. Kuruluş döneminden miras kültürel hafıza mekanlarına da halihazırda ev sahipliği yapmaktadır. Yarışma alanları da bağlantı yolları üzerinde ve komşu olması sebebiyle Söğüt ilçesine giriş niteliği taşımaktadır. Bu niteliklerin dışında topoğrafik olarak coğrafyaya hakim noktalar olması sebepli eşsiz pastoral ve tarihsel Vistalar sunmaktadır. Tüm bu bağlamda Söğüt ile ilgili ilk izlenimi oluşturan bu hafıza mekânının alanın üst ölçekte barındırdığı özel coğrafyayı ve doğal varlıkları anımsatma niteliği olması önemsenmelidir. Alanın doğu yönünde bulunan yola paralel kurgulanan giriş mekânı ve hemen sonrasında karşılaşılan teras-balkon bakıma ihtiyaç duymayan, bölgenin endemik bitkilerini barındıran ve yakın dönemde faaliyeti sona ereceği belirtilen taş ocağından (ya da yine yakın çevrede oldukça fazla sayıdaki ocaklardan) edinilecek ‘artık’ taş bloklarla birlikte kendi ekosistemini oluşturan karakteriyle bu kimliği yansıtmayı hedefler.
Ovo: hem-zemin bir düzlemde tarihe ve doğaya bakmak-görmek
Öneri tasarımdaki en büyük kaygı ‘hem-zemin’ birlikteliği yorumlamak; yani insan ve doğal çevrenin bir aradalığını faklı bağlamlarda yeniden düşünmektir. Yakın çevredeki taş ocaklarından elde edilen atık taş bloklarını yapıyı kuran bir tasarım genine dönüşmesi hedeflenmiş ve bu önemli ticari değere sahip olan doğal varlıkların endüstriyel açından göz ardı edilebilecek ve atık kategorisine giren parçalarının zahmetli ve maliyetli bir işleme tabi tutulmadan sadece makul boyutlarda kesilerek, yığma yapım yöntemiyle değerlendirilmesi önerilmiştir.
Söğüt’ün kuruluş hikayesi ile birlikte tarihsel arka planını oluşturan kurucu Oğuz boyunun Orta Asya yaşantısında bulunulan her bölgenin ve kabilenin koruyucu bir ruhu olduğuna inanılırdı. Kamlar koruyucu ruhların ikamet ettikleri belirli bir tepeyi veya dağı kendilerine yer olarak seçer ve burada ayin / tören yapmak için topraktan ve taştan set yaparak basit bir ovo inşa ederlerdi.
Şagay Türkçesi’nde nezir atmak için, yol kenarında yapılı taş yığınından ibaret tepecik, müfreze, karakol, mevkii anlamlarını taşıyan ‘ovo’ kelimesi Moğolca kökenlidir. Kelime manası; yığıntı, küme, birikinti, tepedir. Altay Türkçesi’nde ‘oboo’ ve ‘obogo’ şeklinde de olan sözcük, yığın, dağ ruhuna adanan taş yığını olarak açıklanır ‘Ovo’, “yoldan geçenlerin genellikle tehlikeli alanlara koydukları bir dizi yığını, adakların yapıldığı, kurbanların kesildiği, çaputların bağlandığı taş yığını; mabedi oymak koruyucu ruhlarına kurban sundukları, yoldan geçenlerin adak verdiği yer, yolcuların yol esnasında etrafında dua ederek döndüğü, üzerine taş bırakıp kutlu ruhlardan cesaret alarak yolculuklarını sürdürmelerini sağlayan yığıntıdır.” (Eroğlu, Eren Fehmi. [2020]. Obo Kültü ve Muğla Meke Köyü Oboları. Bayterek Uluslararası Akademik Araştırmalar Dergisi. c.3 s.2 ss. 46-73.) Bu gelenek dönüşmüş haliyle halihazırda Anadolu’nun farklı yerlerinde hala gözlenmektedir.
Monolitik ama birçok taş ile oluşturulan ovolar incelendikçe insan-doğa arası iletişimin spiritüel bağlamı üzerine spekülasyonlar doğar. Örneğin antik ovoların anıtsallığı kurmak dışında pratik bir işlevi yoktur. İmgeyi insan ölçeğinden uzaklaştıkça kurar ve malzemenin katılığını da kullanarak görkemli olma kaygısı güder. Ancak yine de anma deneyiminden ziyade anma objesine dönüşen bu yapısallıkların sosyal-manevi hayat üzerinde yarattığı plastik ve düşünsel bir çeşitlilik olur, dolayısıyla da yeni fikirlerin inşasında kaynak oluşturma potansiyeli taşırlar. Anadolu’daki ovo yığıntılarının ve bulundukları alanların kültleşmesi ve seremonik eylemlere (dilek çaputu bağlanması, taş eklenmesi vb.) sahne olması bu anlamda örnek verilebilir.
Tüm bu tartışmaların ışığında tarih ve doğa ile karşılaşmak söz konusu olduğunda taş yığıntıları kültürel kimliğe, doğayla iletişime ve duyarlılığa, sürdürülebilir inşai faaliyetlere referans verir. Taş yığıntılarının oluşturduğu iki ana mekan olan restoran ve çok amaçlı salon alt kotta planlanarak arazide kamufle olmaya çalışır, yine aynı blok taş yüzeylerle oluşturulan teraslara açılır ve doğa içinde görece duyarlı bir kamusallık arar. Öneri taş yığıntıları ayrıca yoğun ağırlık yarattığı bölümde önerilen temel işlevli bodrum katı dışında da tekrarlar ve toprağa doğrudan basarak peyzaj deneyimini üretir, bunu yaparken koparıldığı yer yüzeyine geri dönerek, bakım istemeyen bitkilerle ve oyuntularla bütünleşerek ekolojik birlikteliği de simgeler. Bunlarla birlikte tasarım, Söğüt yolu üzerinde bulunan alana gelindiğinde tepe kotunda halihazırda karşılaşılan kesintisiz manzara deneyimi muhafaza eder, eşsiz tarih ve doğa seyrini güçlendiren ve ona altlık oluşturan bir teras önerir, bu teras yaş yığıntının üzerini doğal bir zemin gibi örtmeye çalışır. Söz konusu alandaki kırsal alanın sakinliğini korumak adına yapıya yüklenen işlevler kompakt tutulmuş, seyir, mesire, etkinlik alanı gibi yarı-açık mekan önerileri ile kır arasında ilişki kurmak önemsenmiştir.
I. Çevresel ve İşlevsel Yaklaşım
Yapı ve açık alan işlevleri bulunduğu coğrafyaya saygı duyar nitelikte düşünülmüş, etekleri ve zirvesiyle arasında 20 metrelik kot farkı bulunan tepeye hemzemin bir biçimde konumlandırılması önerilmiştir. Söğüt ilçesi ile sonradan inşa edilecek bayrak direği hizasında, kuzeybatı ve güneybatı yönlerinde Söğüt’e bakan bir teras oluşturacak biçimde planlanmıştır.
Açık otoparka araçla Eskişehir – Bilecik Yolu üzerinden (doğu yönünden) ulaşım sağlanır. Rampayla -9.00 kotuna, kapalı otoparka inilir. Aynı zamanda hemzemin terastan rampayla çok amaçlı salon, yarı açık fuaye / teras ve restorana ulaşılır. Çok amaçlı salon özel günlerde, festivallerde, davetlerde ve kent etkinliklerinde (sinema, tiyatro vs.) kullanılabilme potansiyeline sahiptir. Aynı zamanda günlük kullanımda kentin karmaşası ve yoğunluğu içinde nefes alınabilecek yeni bir Söğüt etkinlik noktasına dönüşmektedir.
Yapının öne bakan cephesinde çok amaçlı salon ve doğa arasındaki ilişkiyi pekiştirmek için doğal taştan amfi merdiven düzeni önerilmiştir. Bu mekânsal unsur salon ve kafeterya için etkinlik sonraları hem etkileşim alanı hem de manzarasıyla seyir işlevi görür.
Aynı zamanda kot farkı göz önünde bulundurularak tasarlanmış taş amfi basamaklarıyla yaya ulaşımı sağlanmıştır. Yayanın taş basmaklar üzerinden yapı çevresinde sağladığı dinamik tavır, bayrak direğinin yanında konumlanan ikinci kafeterya yapısına ulaşmak için kullanılan patikada da devam ettirilmiştir.
Bu patika insanın doğa ile etkileşiminin bir temsilidir. Mekânlar arası bağı akıcı kılan bu doğrultu, yürüme eylemindeki ritim ile karakterize edilir. Patika dokusu bu ritim dâhilinde şekillendirilmiştir. Patika eğime paralel olarak şekillenirken topografya koşullarına göre kesintiye uğrar. Örneğin mevcut kaya parçaları patikayla kaynaşır. Bakı noktaları, çıkmaz patika dallanmaları ile deneyimlenebilir hale gelir ve ziyaretçiye doğa ile buluşma noktaları verir. Coğrafya, patikalarda deneyimlenerek keşfedilir. Bu alanlar kentleşmeyle insan ile doğa arasındaki zayıflamış ilişkinin yeniden kurulmasını sağlayacak alanlardır. Patikalar üstünde uygun noktalara, dinlenme/oturma amacıyla nefeslik alanları eklemlenir. Bu alanlarda öneri peyzaj ile yol üstü özelleşmiş atmosferler oluşturulmuştur.
Patika sonunda ulaşılan kafeterya yapısı için bakıya yönelim önerilmiştir. Manzaranın açık bir şekilde izlenebileceği hemzemin bir oturumla teras oluşturulmuş hem taş amfi hem de yapı iç merdiveni ile alt kota ulaşım sağlanmıştır.
II. Malzeme ve Strüktürel Tercihler
Strüktürel çözümün değinildiği üzere ovo kültüne atıfta bulunarak geleneksel yığma taş yöntemiyle yapılması önerilmiştir. Taş yerleşimleri tıpkı eski çağlardaki gibi düzensiz ve gelişigüzeldir. Atık taşların içerdiği çatlak ve boşluklar tamamlanmadan muhafaza edilecektir. Ana strüktürel doğal taş duvarlar taşıyıcı olmasının dışında, mekânsal kullanımda kendini devam ettirmektedir.
Projede, malzeme seçimi yapılırken biyolojik çeşitliği korumak, yapısal anlamda sürdürülebilirliği sağlamak ve yerel malzeme kullanımını vurgulamak amacıyla alanın kuzeydoğusunda yer alan ve kapatılması planlanan mermer ocağındaki artık taş blokların kullanılması önerilmiştir.
Taş ocaklarında ham bloklar üretilirken ebatlama ve kesim sırasında ortaya çıkan küçük, düzensiz bölünmüş bloklar, artık ve daha az değerli parçalardır. Projede bu artık parçaların belli büyüklüklere getirilerek ana taşıyıcı duvarlarda ve amfide kullanılması amaçlanmıştır. En büyük parça bir tırın karayolunda taşıyabileceği maksimum ağırlığa göre hesaplanmış olup, buna göre diğer blokların boyutları belirlenmiştir. Bu bloklar üst üste 3 ila 5 cm toprakla sıkıştırılarak birleştirilecektir.