Çaldağ, kadim bir anıt.
Geçmişin, şimdinin ve geleceğin tanığı.
Tüm yıpranmışlığıyla bir milletin ve coğrafyanın temsili…
Cumhuriyet, bir eşik.
Karanlıktan aydınlığa, medeniyete, barışa geçiş.
İlelebet yaşasın…
Anıt, “önemli bir olayın veya büyük bir kişinin gelecek kuşaklarca tarih boyunca anılması için yapılan, göze çarpacak büyüklükte, sembol niteliğinde yapı, abide” dir. Bu tanıma göre anımsatılması gereken bir olay ya da kişi varsa bunun fiziki karşılığı bir “yapı”dır ve ancak ölçeğin belli bir büyüklüğün üzerinde olması ile bu temsil gerçekleşebilir. “Anma mekânı” ise anımsama ve hafıza kavramlarını içerisinde barındırır ve bir yapı ya da obje yerine bir “mekân” tarifler.
Anma mekânı olarak hafızayı şekillendiren en yaygın yapılardan biri anıttır. Ancak Robert Musil (1998) “Dünyada anıtlar kadar görünmez yapılar yoktur” der. Musil bu sonucu, anıtların deneyimlere kapalı olmasına ve özgür düşünce ile his oluşumuna olanak sağlayamamasına dayandırmaktadır. Anıtların fiziksel olarak büyük olmaları, hafızanın canlı tutulmasına yetmez çünkü geçmişte yaşanan olaya ilişkin bireysel hafızamızda yaşanan gerçekliğe dair bir imgelem yoktur. Sadece çeşitli temsiller üzerinden bize yansıtılan ve tahayyül ettirilen “kurgusal bir gerçeklik” vardır. Anıtlar ve anma mekânları bu bağlamda “zamanın mekânsal kurguları” dır. Zaman içerisinde üretilmiş anılara dönüşen (Adorno, 1991) bu mekânsal kurgular, temel amacı olan geçmiş, günümüz ve gelecek arasında bağ kurarak hatırlatma işlevini (Erbaş Gürler ve Özer, 2013) bir süre sonra yerine getiremez hale gelirler. Bu ise halihazırda üretilmiş anıların hafızada içselleşememesinden kaynaklanmaktadır. Bu durumda anıtlar resmi günlerin dışında bu denli unutulmaya mahkûm ise anma mekânı kurgusunda sorgulamamız gereken nokta, anıları yeniden kurgulamak yerine bu anılarla nasıl ilişki kurduğumuz olmalıdır. Bir başka deyişle, içselleşemeyen anılara dönüşen kurgusal bir gerçeklik tasarlamak yerine, zihinde öznel tahayyüller uyandırmaya olanak sağlayan bir deneyim platformu sunmak, aynı zamanda başka bir hafıza oluşturmaktır. (Gürler, Özer, Yetişkin 2016)
Bu bakış açısı ile kurgulanan çalışma, anma mekânı ile izleyici etkileşimi sonucunda deneyimlenen hislere yoğunlaşmaktadır. Bu çalışmada his olarak kavranan unsur, mekânın sunduğu deneyimlerle oluşan bir sonuçtur ve bu sonucu sadece anma mekânı tasarımı ve anıt tipolojisi belirlemez. Anmaların yapılma biçimi (anma yolları, törenlerin yapılma biçimleri), bu anmalarda kullanılan söylemler ve anma mekânının yer aldığı mevcut peyzaj da aynı derecede bu sonuç üzerinde etkilidir. Bu nedenle, konuyu sadece mekânsal boyutu ile ele almak yerine, anma yolları, söylemler ve mevcut peyzaj ile de ilişkilendirerek, tüm bu bütünün sunduğu deneyim sonucunda oluşan hafızayı ve his kümelenmelerini aramak daha yerinde olacaktır. (Gürler, Özer, Yetişkin 2016)
Mustafa Kemal’in 1919‘da geldiği Ankara yıpranmış bir bozkır kasabasıdır. 27 Aralık günü, Mustafa Kemal ve arkadaşları binlerce Seymen tarafından Çaldağ Tepesi’nde gece boyunca ateşler yakılarak beklenir ve karşılanır. Çaldağ Tepesi, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı başlattığı yıl, Ankara’da ilk karşılandığı yer olarak eşsiz bir ana şahitlik etmiştir.
Klasik anıtlardan günümüze anıtlar ve anma mekanları, gittikçe daha karmaşık, kompleks, bağlamsal, kentsel ölçekte, ulaşılabilir, dokunulabilir, peyzajın bir parçası ve insan ölçeğinde, insan aklına hitap eden, onu düşündürmeye sevk eden, sadece anma ve hatırlatma işlevi ile değil günlük hayatın içerisinde, kentsel dokuyla birlikte düşünülen, kent hayatına eklemlenen bir yapıda tasarlanmaktadır. Çaldağ tepesi, geçmişe, bugüne ve geleceğe olan-olacak olan tanıklığı ile kadim bir anıttır. Fiziki varlığı ve kente hakim konumu ile kolektif hafızanın önemli bir parçasıdır. Geçmişten bugüne geçirdiği dönüşümler, taş ocakları başta olmak üzere üzerinde ve yakın çevresinde oluşmuş olan fiziksel doku nedeniyle bugün sahip olduğu yıpranmışlık, Cumhuriyet öncesine dair milletin ve coğrafyanın temsili olarak yorumlanmıştır. Cumhuriyet, bu yıpranmışlığa rağmen bir milletin kaderini değiştiren karanlıktan aydınlığa, medeniyete, barışa geçişi simgeleyen bir eşiktir. Ziyaretçi, tepenin erişilebilir tek noktasında konumlanan bu eşikten geçerek yıpranmışlıktan uzaklaşır, parka ulaşır. Park, genç, yaşayan ve ilelebet yaşayacak olan Cumhuriyet’i temsil eder. Ziyaretçi eşikten geçerek tepeye ulaştıktan sonra tepenin formuna göre biçimlenen bir rota aracılığıyla Cumhuriyet Parkı eşliğinde “Kızılcagün” ü, kenti, cumhuriyet’i, mekanlarını ve kazanımlarını, aydınlanma ve aydınlığı, özgürlüğü deneyimler.
Tasarımın topografyayla şekillenmesi ve aynı zamanda rekreasyon ile birlikte mekânsal-kimliksel değer taşıması; plantasyon dokusu ile de desteklenmiştir. Önerilen bitki dokusunun 12 aylık döngüde anma ve deneyimleme ritüeline eşlik etmesi hedeflenmiştir. Karasal iklimine uygun türler önerilmekle birlikte, mevsimsel renklenme ve kullanıcıda mevsimsel ve mekânsal deneyim oluşturmaları amaçlanmıştır.