Saim Hakan, Melek Atik ve Ayşenur Akman, 2023 Ulusal Kampüsünü Yaşat Konsept Yarışması'nda ikincilik ödülü kazandı.
Bu tasarım biçimi kurgulanmadan önce edebi bir dille hayal edilerek yazılan bir senaryonun mekanları duyusal olarak hissettirdiği, sadece göze değil diğer duyu organlarının da olaya dahil olduğu bir kurgu düşünülmüştür. Bu senaryo kampüste öğrenci olan birinin gözünden hayal edilmiş ve onun tekrar kampüsü ziyaret etmesiyle kurgulanmıştır. Kampüsün tarihine ve içinde yaşamış kişiler için bir eleman kurgulanmıştır. Bu eleman bazen zeminde bir iz, yükselen bir duvar uzayıp giden bir ahşap yol olarak karşımıza çıkar. Senaryodan bir kesit…
Uzun yıllar arasından kentin sokaklarından yola düşerken, bana açılan bir sürü yollardan kocaman ağaçlıkların olduğu çizgiye doğru süzülmeye başlamıştım. Vardığımda, beni kucaklayıp her iki koluyla sarmalayan uzun çizgi ağaçlar ve gülden kokular karşılıyordu. Bir süre yürüdükten ve benliğimi dolduran huzurla cebelleşirken, doğan güneşten kopan bir alev topunun yer yer izler bırakarak benden kaçtığını görüyordum. Sıra sıra ağaçlara eşlik eden lambalar geçmişim ve geleceğim arasında gidip geliyorlardı. Ayak izleri, gölgelerden ibaret bir dünyadaydım. Yan yana boşluklarla dizilmiş taş bloklar vardı. Bu taş blokların çok fazla gözenekleri vardı. Bu gözeneklerden giren çıkan kalabalıklar izliyordu. İnsanlardan ve eşyalardan ibaret bir heykeller çokluğu. İçine kapanmış fısıltılarla dolu… Taş blokları çevreleyen iç içe geçmiş merdivenler, taşlar, ağaçlar, boşluklar, kalabalıklar, yeşiller, griler. Soluklandıktan sonra, benliğimden süzülen bir ışığın beni toprağın içine alan bir çukura götürürken buldum kendimi. Ağır ağır temkinli ilerlerken sol tarafımda arka arkaya sıralanmış merdivenli yolların kaç basamaktan oluştuğunu sayamadım bile. Kimi kalabalıklar uzanmış, kimileri oturmuş. Sağımda bana eşlik eden oyuklardan oluşan, oyukların içinde kimlikler, yer yer beliren gölgeler. Gittikçe daralan çukurun eşiğine varmak üzereydim, genişleyen bedenimin eşiğe doğru giderken yavaş yavaş küçüldüğünü ve oradan geçebilecek hale gelişini hissediyordum. Her iki yanımda boşluklar, boşlukların içinde olup biteni tam kavrayamadığım, yer yer belirginleşen gölgeler, kalabalıklardan yükselen sesler, yemek kokuları, eşyaların çığlıkları birbirine karışıyordu. Bunu izleyen sıkış sıkış tahtalardan kurtulmaya çalışırken kendimi oluşumunu tamamlamış bir çemberin içinde ve bu çemberin sarmaladığı kocaman bir ağaç, ağacın gölgesinde sıkış sıkış fısıldaşan kalabalıklar arasında dans ederken buldum. Çöküverdim boş bulunduğum yere. Yarığın içinden ilerlerken, etrafımda dolaşan mekanlar, büyüyor, küçülüyor içindeki insanlar farklı oyunlar kurguluyordu. Yukarı baktığımda, üstümüzden geçen asma köprüler. Köprülerin sağında solunda ilerleyen ağdan odacıklar, kimileri ağlara takılmış sallanıyor, uyuyor dinleniyor.
Giderek daralan bir rampadan, beni göğe yükselten bir rampaya çıkıyordum. Ben yükseldikçe şehir küçülüyor, bulutlar yakınlaşıyor, uzak göller dağlar görmeye başlıyordum. Kendimle ne yapacağımı bilmiyordum, kıpırdama gücü olmayan topraktan bir heykel ve sadece sayıklayan sesimi duyuyorum.. Uyumuyorum, uyanık mıyım bilmiyorum…
Teknik ve teknolojik gelişmeler, toplumsal ilişkilerimizi ve yaşama alışkanlıklarımızı kökten değiştirmiş, yeni sosyal ve mekânsal düzenler ortaya çıkarmıştır. Sanattan bilime, alışılageldik üretim biçimlerini tekrar etmek yerine sorgulayan; eleştiren, altüst eden ve yeniden kuran bir düşünce yapısı gelişmiştir. Bu değişim içerisinde, üniversite, bilgi ve teknoloji üretimi için örgütlenmiş kurumların yapısal olarak değişimleri ise kaçınılmaz durmaktadır. Bilgi ve toplumsal değer üretimini merkeze alan bu yaklaşım, şüphesiz ki bir arada düşünmeye, tartışmaya ve üretmeye imkân veren mekanlara ihtiyaç duymaktadır: Bu bakışla kampüs; birbiri ile sıkı iletişim içinde derslikler, atölyeler, laboratuvarlar ile kütüphanenin açıldığı ve sosyal alan kullanımlarının yeniden tanımlandığı açık kampüs düzeninde yapılanmayı ilke edinmiştir. Farklı programların açıldığı ara mekanlar yeniden kurgulanıp, farklı disiplinlerin sosyal bağlamda bir arada yaşamasını öngörmüştür. Mekân kurgusu yapılırken yerin ruhu, kimliği ve yaşanmışlıkları; yetiştirdiği nice yazar, ve şairlerin fikirlerini ele almıştır. Yarışma alanı incelendiğinde yeterince mekânsal yönelimlerin olmadığı, mevcut binalar arasındaki sosyal kopukluklar ele alındığında bir ‘sosyal mahalle’ kavramı üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu yapıların direk ilişki kurduğu bir ana omurga ve bu omurgaya bağlanan arayüzler kampüsün gelişmesine olanak verir. Omurga oluşturulurken, buna eklemlenen sosyalleşmeyi artıran tiyatro, cafe, öğrenci kulüpleri, fikir kulüpleri, dış bağlamda çalışma alanları, spor etkinlikleri vb. kurgulanmıştır. Ancak meydanın eninin dar olması zemin üstü tasarımlarını zayıf yönde etkilemektedir. Yükselecek yapıların mevcut doluluk-boşluk ilişkisini ve havadar bir kampüs alanını olumsuz yönde etkileyecektir. Bunun yerine konseptsel bir senaryoyla zemin altı mekanlar üretmek hem kullanım alanını artıracaktır, hem de kampüs için yeniden sosyalleşebilen alanları artıracaktır. Bu tasarım biçimi kurgulanmadan önce edebi bir dille hayal edilerek yazılan bir senaryonun mekanları duyusal olarak hissettirdiği, sadece göze değil diğer duyu organlarının da olaya dahil olduğu bir kurgu düşünülmüştür.