2. Ödül (3. Bölge), İstanbul Senin, Haliç Kıyıları Tasarım Yarışması

2. Ödül (3. Bölge), İstanbul Senin, Haliç Kıyıları Tasarım Yarışması

INFLUO I AKIŞ

Haliç

Ad

Haliç, içine bir veya daha fazla nehir veya dere akan ve açık denize serbest bir bağlantısı olan kısmen kapalı bir acı su alanıdır. Haliçler nehir ortamları ve ekoton olarak bilinen deniz ortamları arasında bir geçiş bölgesi oluşturur.

Alıntı:
(HALİÇ KÜLTÜRÜNÜN EĞLENCE VE MESİRE KİMLİĞİNDEN, SANAYİ DEVRİMİ KİMLİĞİNE DÖNÜŞÜM SÜRECİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA)
(Şenay Alsan)

Tarih boyunca pek çok uygarlığa ev sahipliği yapan, Sanayi Devrimi’ne kadar mesireyerlerinin olduğu daha çok yazlık ve eğlence yeri olarak literatürde yerini alan Haliç, Sanayi Devrimi’yle birlikte gelişen, ancak gelişimiyle birlikte kendini yok eden bir sürecin içerisine girmiştir.

Coğrafik açıdan nadir rastlanan bir fiziksel yapı olan Haliç, kentin uzunca bir süre dinlenme ve yeşil alanı olarak varlığını sürdürmüşken endüstriyelleşme ile beraber bu özelliğini yitirmiştir. Üretim için avantajlara sahip olduğundan bir sanayi işgali ile ele geçirilmiştir. Üretimde lojistiğin önemi ve taşımacılıkla ilişkilendirilmesi gereği; denizle ilişkilenebilen bu tür fiziksel oluşumların ele geçirilmesinin nedenleridir. Endüstri, dünyada çok kereler bu tür işgalleri yapmış ve sonuçları tabii ve kentsel sorunların üremesi şeklinde olmuştur. Süreç değişime, değişim gerekliliklere, gereklilikler ihtiyaçlara, ihtiyaçlar ise üretime neden olmuş. Ve bu paradoks kendini yeniden ve yeniden var etmeye devam etmiştir. Bu var ediş ihtiyacı olanı almaktan çekinmemiş ve içinde sayısız canlının yaşadığı florayı işgalde hiçbir engel ile karşılaşmamıştır. Bu durum öncelikle kıyılardaki bitki örtüsü ve organik yapının büyük oranda tahribine neden olmuştur. Bu tahribat sonucu tutunmayı beceremeyen toprak suya akmış ve çamur yoğunluğu artmıştır.

Haliç bahsi geçen bu işgalden çıkan yaralı bir bölgedir. Hızla pompalanan sanal ihtiyaçların kavurduğu üretim, endüstriyelleşmenin önemli bir ayağı olarak Haliç için de aynı senaryoyu film etmiş ve nadir rastlanan bu gezegen parçası çamura boğulmuştur. Sanayinin elinden kaçırılabilen ender bölgelerden birisi olan Haliç yeniden temizlenmeye başlamış ve üzerinde bulunan sanayi yapıları taşınmıştır. Bunun tek nedeni tabii ki ekolojik etmenler değildir. Bu alanın çevresindeki rantı ve değeri etkileyecek yapıya sahip bir vadi olarak kentin içine denizin enjekte edilmiş hali olmasındandır.

Biyolojik yapısı ve önemi dışında Haliç, yapısal olarak da enjekte edildiği kent aralığı boyuncasu ile kent yüzeyinin maksimuma çıktığı bir aralık gibi davranmaktadır. Çevresinde gelişen kentin bir anda önemli bir elementine dönüşmesi çok olağan bir sonuçtur. Ortaya çıkan bu yüzeyin büyük oranda kamusal alan olarak kente terk edilmesi ve insanların tamamına ait kılınması önemli bir amaçtır.

Genel:

1. Biyolojik analiz

Alıntı:
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Peyzaj Mimarı Azat YALÇIN


Haliç Ekoton Ekosistemi Alanı’nda, su kütlesi parametrelerinin iyileştirilmesi amacıyla geçmiş dönemde ve son yıllarda çalışmalar gerçekleşmiştir. Haliç Koyu’na dereler aracılığı ile taşınan evsel atıklar ile ticari işletme ve sanayinin atıkları suyun kalite parametrelerinin düşmesine sebebiyet vermiştir. Haliç Koyu’na dökülen sıvı atıklar, kimyevi ve fiziksel yapılarına göre ayrılmakta ve canlıların yaşamı için oldukça büyük riskler oluşturmaktadır. Sıvı atıkların kimyevi yapısı incelendiğinde, içerdiği deterjan, ağır metaller, tıbbi atıklar gibi çevresel ekosistemde organizmaların metabolik faaliyetlerini durdurma noktasına getiren özelliklere sahip olduğu görülmektedir. Fiziksel olarak ise atık suyun sıcaklığı veya soğukluğu, deşarj olduğu doğal su kaynağının sıcaklık parametrelerinde önemli ölçüde değişikliklere sebebiyet vermiştir. Canlılar için yaşam kutusu modellemesinin en önemli parçasından biri olan sıcaklığın değişmesi ile üreme ve diğer yaşam fonksiyonlarında stres oluşumları gözlemlenmektedir. Haliç Koyu’na dökülen derelerin, su kaynağının başladığı noktadan Silahtarağa Bölgesi’ne kadar sahip oldukları fiziksel ve kimyasal parametreler bu atık suyun etkisini gözler önüne sermektedir. 1999 yılında yayımlanan analizler ışığında Alibeyköy Deresi’ne, Kağıthane Deresi’ne ve Küçükköy Deresi’ne kurulan istasyonlardan alınan neticeler, ekosistem açısından önemli riskleri göstermektedir…

…bu bağlamda, kentleşmenin yoğun olduğu Alibeyköy ve Küçükköy Dereleri verilerinde çözünmüş oksijen 1 mg/l seviyesinin altında kalmıştır. Kağıthane Deresi’nin Kuzey Ormanlarına en yakın 1 Numaralı İstasyonunda 9 mg/l bulan çözünmüş oksijen seviyesi, kentleşmenin yoğunlaştığı 3 ve 8 Numaralı İstasyonları arasında ortalama 1 mg/l seviyesine düştüğü gözlemlenmiştir. Tüm Derelerin birleşiminde, Haliç Koyu’ndaki istasyon raporları ise çözünmüş oksijen seviyesinin taban yaptığını ve canlılar için hiçbir şekilde yaşama uygun koşullar taşımadığını göstermektedir. Çözünmüş oksijen seviyesindeki bu düşüşlere paralel olarak aynı konumlarda sıcaklıkların yükselmeye başladığı, uygun sıcaklık koşullarının yine Kuzey Ormanlarına en yakın konumdaki istasyonda yaklaşık 20ºC olarak ölçüldüğü görülmektedir…

…suyolları boyunca ilerlendiğinde kentsel dokunun yoğunlaştığı alanlara doğru parametreler düşmekte ve ekosistem açısından riskli durumlar oluşmaktadır. Mevcut doğal dokuların korunduğu alanlardaki olumlu koşulların benzeri, kentleşmiş dokunun tahribatı nedeniyle Haliç Koyu’nda ve çevresinde yaşanamaması, planlamanın koruma ve yenileme kavramından yeniden ele alınması gereken hususları içermektedir. İstanbul’un yıllara göre yaşadığı değişim ve sınırlarını kıyısal yönde geliştirdiği kadar karasal yönde geliştirmesiyle de, İstanbul’un tatlı su kaynaklarını besleyen Kuzey Ormanları yoğun baskıya maruz kalmıştır. Haliçin can damarı olan tatlı su kaynaklarını besleyen Kuzey ormanlarının hidrlojik fonksiyonunun ortadan kalkmasıyla ve kentleşmenin yoğunlaşmasıyla Haliç’e yoğun miktarda partikül yüzeysel akış ile ulaşmış ve yığışıma neden olmuştur. Haliç çökellerinin artması ve gözle görülür boyutta beliren irili ufaklı Haliç Koyu’ndaki adacıklar, bu partikül yığışımının hızlanmasından kaynaklı gelişmiştir. Dünya’da haliçler, başka bir isimle deltalar, derelerin sürüklediği alüvyonlar ile dolma riskini yaşayan coğrafik alanlardır. Fakat sahip olunan orman dokusunun tahribatı ve kentleşme, bu dolma aşamasını hızlandırdığı düşünülmelidir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, Haliç’in insanlık tarihinde bozulma sürecinin yaşanmaya başladığı dönemden önce ekosistem mekanizmasının işleyişinin; Dünya’daki diğer haliçlere kıyasla daha bütüncül ve canlılık aktivitesinin daha yüksek olduğu bilinmektedir. Kuzey Ormanlarından tatlı su kütlesi üretimini gerçekleştirmekte, su yoğun dokulu orman çatısı ve zemininde partiküllerinden arındırılmakta ve nihayetinde Haliç Koyu’na ulaşmaktadır. Sarayburnu’na çarparak Haliç Koyu’na yönelen Boğaziçi akıntılarının Halıcıoğlu-Eyüp kesitine kadar sürüklenmesi ve ormanlık alan-kentsel alandan dereler ile taşınan ince taneli su yüzeyini örten partikülleri akıntısına katarak yeniden Boğaziçi akıntısına dahil etmesiyle Haliç Koyu’nun su kütlesinin hem ışık geçirgenliğinin artmasına hem de yaşamsal parametrelerinin tazelenmesine yardımcı olmaktadır…

Ormanların endemik türler ile rehabilitasyon-rekonstrüksiyonuna ek olarak, bu tip biyosistem tasarımlarıyla desteklenmesiyle Haliç Koyu’na yüksek oranda çözünmüş oksijen sağlanacağı gibi akümülasyonla dolmasını engellemekte mümkün olacaktır. ***[1]Uygun tür kompozisyonlarıyla; suyun oksijence zenginleştirilmesi, orman zemininin erozyonla kaybının önlenmesi, suyun arıtımının gerçekleşmesi ve sistem maaliyetinin, konvansiyonel arıtma maaliyetine oranla pozitif sonuçlar vermesi gerçekleştirilebilir…

…Biyosistem tasarımlarında, 20 bin kişinin ikamet ettiği bir şehir parçasının atık suyunun arıtılabilmesi için yaklaşık olarak 40 hektarlık yapay gölete, yapay gölet yapılamıyorsa 24 hektarlık yapay bataklığa ihtiyaç duyulduğu tespit edilmiştir…

Planlama kararında sadece yapay göletler ile sistemin kurgulanmaması; riparyan alan düzenlemesi, fitoremediasyon teknikleri, su altı bivalvia çiftlikleri ve rizofiltrasyon düzenlemeleri ile doğal mekanizma güçlendirilmelidir. Tekniklerin bir bütün olarak düşünülmesi ve ekosistemle entegreşekilde çalışmasıyla proses maliyeti ekonomik olduğu kadar, sistemin gereksinimi filtrelenmiş ve çözünmüş oksijence zengin suyun Haliç Koyu’na ulaşması da gerçekleşecektir. Vejetasyonun kök bölgesi, gövde bölgesi, metabolik faaliyetleriyle gerçekleşen ekolojik arıtımında, bitki kompozisyonunun ve faaliyetinin önemi oldukça fazladır. Karasal alanda floraya dönük ve ekosistem rehabilitasyonu amaçlı çalışmaların yanı sıra, sulak alan bitkilendirilmesi ve su içi bivalvia (midye) çiftliklerinin kurulması da sistemin bütüncül yaklaşımında yerini almalıdır. Midye çiftlikleri, suyun arıtımını hedefleyen biyosistem tasarımlarına destek olacak ve ağır metal kirliliğinin önlenmesinde etkin rol üstlenen sistem tasarımlarıdır.

Fitoremediasyon (Phytoremediation)
Wikipedia

Fitoremediasyon; Belirli bitkilerin iyileştirme ve detoks yeteneğinden yararlanarak ağır metaller ve elementler ile bozulmuş olan toprak yapısının iyileştirilmesi. Latince phyto (bitki) ve remedium (iyileştirme) anlamına gelmektedir.

Yukarıdaki tez genel biyolojik araştırma sonuçlarının bir ortalaması gibidir. Tespitler kentleşmenin yoğunlaşması ve sanayinin etkilerinin sürmesinden kaynaklı kirlenmenin biyolojik ortamı bozması yönündedir. Bu durum bilim alanın dahi dışına çıkmış çıplak gözle tespit edilebilecek sonuçları doğurmaya başlamıştır. Evsel atıklar neredeyse sanayi atıklarının etkilerine yakın bozulmalara neden olmakla beraber hem oksijen seviyesinin düşmesine hem de sıcaklığın artmasına neden olmuştur. Sıcaklık dalgalanmaları kestirilemez değişkenlere bağlı dinamiklerini oluşturmuştur. Haliç, dünyadaki diğer haliçler gibi biyolojik çeşitlilik potansiyeli yüksek bir yapıdır. Ancak bu özelliği çevresindeki kentsel dokunun yoğunlaşması adına da çekicilik barındırmaktadır. Aynı zamanda daha önce belirtilen lojistik ve soğutmanın sanayideki öneminden kaynaklı endüstriyelleşmenin önemli bölgelerine dönüşmüş olmaları bu biyolojik yok oluşların ve bozulmaların benzer şekilde ilerlemelerine neden olmuştur.

***[1]Uygun tür kompozisyonlarıyla; suyun oksijence zenginleştirilmesi, orman zemininin erozyonla kaybının önlenmesi, suyun arıtımının gerçekleşmesi ve sistem maaliyetinin, konvansiyonel arıtma maaliyetine oranla pozitif sonuçlar vermesi gerçekleştirilebilir…

Biyolojik kirlenmenin tersine yöntemle düzeltilmesi yine biyolojik yöntemle olmalıdır. Biyolojik ortamın düzeltilmesinin yanında temizliğin kalıcılığı da bu alandaki çeşitliliğin kendi içindeki döngüyü tamamlayabilecek şekilde yeniden dizayn edilmesi ile mümkündür. Ortamın yeniden üretimine dair olan bu yarışmadaki en önemli unsur bu elementlerin kurgusu olmalıdır. Bu bağlamda alana ait geliştirilen önerilerin önemli bir kısmı kamusal alanın sorgusu ve yönetimi dışında biyolojik ortamın ağır metal ve zehirli tabakadan arındırılması yönündedir.

1981 yılında Haliç sanayinin neden olduğu etkilerden arındırılmaya başlanmıştır. Ancak bunun için belirlenen yöntem mekanik olarak çamurun kurutulmasına ve sahadaki sanayi yapılarının taşınmasına yöneliktir. Bu yöntem sürdürülebilirlikten uzak ve maliyetlidir.Sanayi yapılarının bölgeden arındırılması önemli bir adım iken mekanik yöntemler ile temizleme metodu kısa süreli bir çözüm önerisidir.

Yönetici mekanizma yönetimde var olduğu süre içinde sonuçları görmek ister. Bu durum daha hızlı yöntemleri bu değil diğer tüm alanlarda ön plana çıkarmaktadır. Yönetim, kendini seçeni tatmin etmek zorundadır ve kimsenin sabrı yoktur. Nedenselliğin sadece seçen ve seçilenin ilişkisine dayandırılması ile gelişen tüm süreçlerde olduğu gibi bu süreç de etkisini kısa zamanda yitirecektir. Tüketmek üzere kalibre edilmiş toplumun bireyi yaşadığı kısacık zamanın farkında olduğu için bu durumu hiç yadsımaz tüm kararlarını “zaman” bir hayat sürecinin dilimlenmiş hali ile kendini gösterdiği için görecelidir. Kirletmek önemsizdir.

He ne kadar Haliç belirlenen yöntemlerle bir miktar arındırılmış olsa da gerçek bu durumdan biraz farklıdır. “Tamamen alt üst olmuş bir dünyada, doğru bir yanlışlık anıdır”, GuyDebord, alıntısı ile burada beliren doğruluğun bir yanlışlık üzerine kurulduğu söylenebilir. Oysaki olması gereken biyolojik metotların geliştirilmesi ve endemik türlerin desteklenmesidir. Kıyı bölgesinde kurgulanmış dev çimenliklerin doğallık ile kuşkusuz hiçbir alakası yoktur. Temizliğin, bir temizlik operasyonu değil bir organik floranın yeniden kurgusu gibi düşünülmesi gereklidir.

Tüm bunlar ışığında tasarım süreci “influo I Akış” kavramı altında ele alınmış ve bu kavrama dayandırılmış değişimin temel nedenselliği organik metodoloji üzerinden geliştirilmiştir. Projenin birçok noktasında üretilen alanlar, biyolojik çeşitliliği desteklemesi ve endemik ırkların yeniden var olması için gerekli koşulların oluşması adına tasarlanmıştır.

Bitkisel Strateji:

• Bivalvia (Midye) Çiftlikleri;

Arsanın özellikle Bahariye Adaları’nın olduğu bölgesinde önerilen midye çiftlikleri ile sulak alan bitkilendirilmesi düşünülmüştür. “Vet Land” olarak tanımlanmış bu alan fitoremeditasyon ve oksijen seviyelerinin normalleşmesi adına “akış“ (dip ve yüzey) sağlamak üzere üretilmiştir. Yukarıda alıntılanan tezde de değinildiği gibi bu habitat suyun oksijen oranının yeniden yaşamı destekleyecek seviyelere çıkmasını sağlamaktır. Midye türlerinin birçoğu su içindeki organik ve inorganik temizliği yapmak üzere evrimleşmiş su organizmalarıdır. Bununla beraber önerilen alanlarda su yosunlarının ve özellikli alglerin önerilmesi ile suyun yaşamsal döngüye yeniden dahil edilmesi planlanmıştır.

Yaşam modellerinin tamamı bahsi geçen bu döngüsel durum üzerinden kurulabilir. Tüm modellemelerde döngünün tahribatı tüm eko sistemin çökmesine neden olmuştur. Bu alanda da tahribatın neden olduğu bu çöküşün önüne geçmek adına önerilen elementlerden ilki bu çiftlikler olacaktır.

Midye çiftliklerinin Bahariye Adaları ile kıyı arasındaki alanda kurgulanmasının önemli bir nedeni yayılmacı karakterdeki deniz kabuklusunun fiziksel olarak kontrol altında tutulabilmesidir. Bir bakıma önemli döngüsel görevi üstlenmiş olan bu kabukluların kontrol dışına çıkmaları da yine ekosisteme ait modelde istenmeyen bir durumdur.

Aynı zamanda Haliçte Bahariye adaları ile orjinleşmiş bir kuş habitatı yer almaktadır. Zengin çeşitliliği ile önemli denilebilecek bir tür zenginliği potansiyeli olan bu bölgede yaşamsal döngüye ait beslenmenin iyileştirilmesi adında da bu alan özellikle belirlenmiş bir midye çiftliği bölgesi olarak seçilmiştir.

• Fitoremediasyon ve Biyo-Sistem Havuzları;

Fitoremediasyon, bir yöntemdir. Bu yöntemin tüm bileşenleri ile döngüyü tamamlayacak şekilde oturtulması ve tüm tasarım kriterlerinin bu bağlamda gelişmesi gerekir. Fitoremediasyonmekanizması dokuz alt başlıkla ele alınmış ve uygulama önerilmiştir.

– Fitoekstraksiyon
Metallerin ve metalloidlerin neden olduğu kirlilik toprak, sediment ve çamurda birikmektedir. Öneri bitkisel doku, Hindistan hardalı, pennycressalyssum, ayçiçeği ve hibrit kavak ve ardıçtan oluşmaktadır. Özellikle kavak ve ardıç kökleri ile bahsi geçen bu kirleticileri yakalar ve büyük oranda dönüştürür. Dönüşemeyen metaller ve atıklar ise selülozik yapı içine hapsedilir.

– Fitostabilizasyon:
Ağır metallerin neden olduğu kirlilik toksik maddeler ve atıklar halinde toprak yapısında ve çamurda birikir. Bu atıklar uzun süreler toprak yapısında kalacağı için kirlenme devamlı olarak sürecektir. Bu bağlamda atıkların dönüştürülmesi ve ayrıştırılması gereklidir. Önerilen bitkisel dokuhibrit kavak, Hindistan hardalı ve çimdir.

– Rizofiltrasyon:
Radyoaktif maddelerin neden olduğu kirlilik özellikle yer altı sularında birikir. Yer altı toprak yüzeyinde tutunan atık devamlı olarak kirliliğe neden olacağında bu atıkların paralize edilmesi ve dönüştürülmesi gereklidir. Önerilen bitkisel doku, Hindistan hardalı, ay çiçeği ve su sümbülüdür.

– Rizodegredasyon:
Organik bileşiklerin neden olduğu bu kirlilik sonucu oluşan atıklar, toprak, çamur ve yer altı suyunda birikirler. Önerilen bitkisel doku, Kırmız dut, hibrit kavak, su kamışı, çeltik ve çimendir.

– Fitodegredasyon:
Organik bileşikler, hidroklorinat çözücüler, fenoller ve herbisitlerin neden olduğu kirlilik toprak, yüzey suyu, yer altı suyu ve çamurda birikir. Önerilen bitkisel doku hibrit kavak, atonewort, alg, siyah söğüt ve servidir.

– Fitovolatilizasyon:
Klorinat çözücüler, selenyum ve cıva gibi bazı inorganiklerin neden olduğu kirlilik toprak, sediment, çamur ve yeraltı suyunda birikir. Önerilen bitki dokusu kavak, yonca, siyah locust ve Hindistan hardalıdır.

– Hidrolik kontrol:
Suda çözünen organik maddelerin ve bazı inorganiklerin neden olduğu kirlenmeler yüzey ve yeraltı suyunda birikir. Önerilen bitkisel doku hibrit kavaklar ve söğüt ağacıdır.

– Vejetatif örtü:
Organik ve inorganik atıkların neden olduğu bozulma toprak bütünlüğünün bozulmasına ve toprak akıntısına neden olur. Bu bozulma toprak ve çamurda biriken kirlilikten kaynaklıdır. Önerilen bitki dokusu kavak ve çimendir.

– Kıyı tampon şeritleri:
Suda çözünen organik ve inorganik bileşiklerin neden olduğu kirlilik yüzey ve yeraltı suyundaki birikir. Önerilen bitkisel doku kavaklardır.

Dokuz aşamalı fştoremedşasyon mekanizmasına ek olarak, Thlapsi (Çobandağarcığı), Urtica (ısırgan) ,Taraxacumofficinale (Karahindiba), Chenopodium, Polygonumsachalase veAllyssim gibi bitkilerde genel bitkisel öneri alanında stratejik olarak kurgulanacaktır.Bu hiperakümülatör bitkiler kadmiyum, bakır, kuşun, nikel ve çinko gibi ağır metalleri bünyelerinde biriktirme yeteneklerine sahiptirler. Bu yüzden, söz konusu bitkilerin yetiştirilmesi kirlenmiş toprakların arıtılmasında organik bir metot olarak kabul edilmektedir. Bu türler karasal bitkiler olarak toprağın yüzey temizliği için kurgulanacaktır.

Tasarımın önemli bir elementi olan biyo-sistem havuzlarının asıl işlevi ise fitoremediasyonun bir türü olan zemin altı suyunun temizliğidir. Su mercimeği ve Thypha bitkileri ile zengileşmiş olan su öbekleri zemin altı suyun temizliği ve ıslahını yapmak üzere üretilecektir.

Fitomediasyonun bir türü olan “Fitovolatilizasyon” zemin altı suyun temizliğinde önemli bir organik kür gibi davranacaktır. Bu havuzların tasarlanma nedeni sanayinin neden olduğu atıkların özellikle yer altındaki sistemi bozmuş oluşudur. Biçimi düzeltmeye çalışmanın yüzeysel bir bakıştan bir işe yaramadığı aşikardır. Bu durum aslında halen Haliç’in yapısından anlaşılmaktadır. Bakış biçiminin değiştirilmesi ve sanayinin neden olduğu ağır metallerin toprak ve toprak altı sudan temizlenmesi dip akıntısının sağlıklı bir biçimde tekrar işlemesine neden olacaktır.

Bu “akış” dip hareketi ile oksijen oranının düzelmesine ve hatta sıcaklık dalgalanmalarının düzenli hale geçmesine neden olacaktır.

• Endemik ırkların kullanımı ve yere ait bir peyzaj üretimi;

Kent ve doğanın bir arada var oluşu kent kuramının da önemli bir problemi olarak defalarca yeniden üretilmiştir. Parklar ve şekillendirilmiş yeşil kurguya indirgenmiş olan doğanın kentsel yorumu tüm diğer özdeşleri gibi bu alanda da etkisini göstermiş ve grafik tasarım ile üretilmiş sert zeminlerin ayırdığı boşluklar ırk olarak bölgeye ait olmayan yeşil dokunun zorlama entegrasyonu ile oluşturulmuştur. Genel anlamda bir arka bahçe tasarımı gibi üretilen bu yeşil alanların “doğallık” ile hiçbir ilgisi olmadığı gibi bakıma muhtaç ve tüketici türlerin doğal döngüyü baltaladığı ve bir yaşam döngüsü olarak ele alınan “akış” kavramının aksi bir oluşum olduğu açıkça ortadadır.

Bu durum sadece Haliç değil tüm kentsel boşlukların uygulanmasında karşımıza çıkan bir sorunsaldır. Doğal olma durumu ile yakından uzaktan bir ilgisi olmayan bu zorlama yeşil alan ve park üretimi uzun süreçte bakıldığında bilakis yapay bir yeşil üretimidir. Orman alanlarının işgali ve konut stokuna terkinin ardından aynı alanda kurgulanan yapay yeşil alanlar ironik olarak yüzeyin daha önceden sahip olduğu vahşi doğanın bir üretimi değil ıslah edilmiş birer süs öğelerinin kopyalanmasıdır.
Biçimsellikle üretilmiş olan bu yeşilin tıpkı tüm kentteki arka bahçeler gibi Haliç kıyılarında da tekrarı sıkça görülmektedir. Doğal olan ise üretilenin tam aksine endemik ve vahşi ırklara toprağın tekrar verilmesi ile mümkün olabilir.

Bu bağlamda gerek kara gerek su floralarının yeniden oluşturulmasında bu alana uygun endemik karakterler seçilmiştir. Daha vahşi ırklarla yaşamsal döngü modelinin daha doğru işleyeceği türler tercih edilmiştir.

2. TARİHSEL VE SOSYOLOJİK SÜREÇ

Alıntı:
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisi İbrahim TAŞDEMİR

Osmanlılar kenti ele geçirdikten sonra ilk olarak yerleşme ve yapılaşmayı düzenlemişlerdir. Kısa sürede surlar onarılmış, saray ve kiliselerin yanına cami, külliye, han ve hamamlar eklenmiştir. 1453 öncesinde en çok 40-50 bin olan ve kentin alınışı sırasında daha da azalan nüfus, bilinçli bir iskân politikasıyla arttırılmıştır. Bu gelişmeler sur içiyle sınırlı kalmayıp çevre alanlara da yayılmıştır. Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli yörelerinden getirilen Türkler Eyüp ve Üsküdar’a, Rumlar Balat ile Cibali arasına ve Galata’ya, Yahudiler Hasköy ile Balat arasına, Ermeniler de Samatya ile Kumkapı arasına yerleştirilmiştir. Yirmi beş yıl gibi kısa bir süre içinde kent nüfusu sur dışında yaşayanlarla birlikte 120 bini aşmıştır. Osmanlıların önem verdiği bir başka konu da Müslüman olmayan halkın dinsel etkinliklerini düzenlemek olmuştur. Kentin alınışından yedi ay sonra Ortodoks Kilisesi Osmanlı korumasına alınmıştır. Bu iskân politikası, cemaatlere göre düzenlenen işbölümü ve dinsel konulardaki esneklik, İstanbul’un daha sonraki yüzyıllarda iyice belirginleşen etnik mozaiğinin çekirdeğini oluşturmuştur. II. Mehmet döneminde kent alanı, Bizans döneminde yönetim ve ticaret için ayrılmış yerlerde gelişmiştir. Yerleşimin sur dışına taşmasına karşın, surların içinde kalan kesim İstanbul’un can damarı olmaya devam etmiştir. Sur dışına taşan yerleşimler Eyüp, Üsküdar, Anadolu Hisarı ve Rumeli Hisarı’ndaki Müslüman mahalleleriyle Boğaz’ın Avrupa kıyısındaki Rum köyleridir.

16. ve 17. yüzyıllar İstanbul’un en parlak dönemleri olmuştur. Bu yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin yükselişi başkente açıkça yansımıştır. Halkın büyük bölümü sur içinde barınmakla birlikte, kent Galata ve Pera, Üsküdar, Kadıköy ve Boğaziçi boyunca hızla yayılmıştır. Aksaray ile Topkapı çevresine ve Kocamustafapaşa’ya bu dönemde yerleşilmiştir. Galata, Eyüp ve Kasımpaşa yoğun yerleşme alanları olmuştur. Yeni kiliselerin yapılması ve elçiliklerin açılmasıyla Galata da kendi surlarının dışına taşarak Pera yönünde gelişmiştir.

17. yüzyıl sonunda 800 bini bulan nüfusuyla İstanbul, Londra ve Paris gibi kentleri geride bırakmış, Ortadoğu ile Avrupa’nın en büyük kenti ve merkezi olmuştur. 18. yüzyıl, genel olarak Osmanlı Devleti’nin, özel olarak da İstanbul’un Batı’ya açıldığı dönem olmuştur. Bu dönemde kentin mimari yapısıyla halkın yaşamında yeni bir biçimlenme olmuş, mimaride klasik dönemin yerini Osmanlı baroğu almaya başlamıştır. Batılı yaşam biçimi özellikle, kent nüfusunun yüzde 40’ını oluşturan Müslüman olmayanların yaşadıkları kesimlerde benimsenmeye başlamış, Haliç, Lale Devri’nde İstanbul’un en önemli mesire yeri olarak önem kazanmıştır. Geleneksel yerleşme düzenindeki değişmenin ilk belirtileri 18. yüzyılda meydana gelmeye başlamıştır. Gerçek anlamda olmasa bile bir sayfiye yaşamı ortaya çıkmıştır. Kâğıthane’deki eski bostanlar; kasırlar ve bahçeler ile süslenmeye başlamış, Boğaz’ın eski münzevi köylerinde birbiri ardına yalı, köşk ve bahçeler kurulmuştur. Fakir balıkçı köyleri olan Yeniköy ve Tarabya zengin Rum armatörlerinin yalılarıyla süslenmeye başlamıştır.

**** BOSTANLAR

Cumhuriyet’in ilk yıllarında kent nüfusunun artış hızı, Türkiye ortalamasının altında kalmış; bu durum İstanbul’un imarını olanaklı kılmıştır. 1930’larda Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden İstanbul’a çağrılan plancı ve mimarlar kent için çeşitli planlar hazırlamış, HenriProst’unhazırladığı plan (1937), kentin sonraki mekânsal yapısı üzerinde belirleyici bir etki yapmıştır. Prost Planı’nın özelliklerinden biri, kenti İstanbul, Beyoğlu ve Üsküdar-Kadıköy olmak üzere üç ayrı bölümde ele almasıdır. Bu planın en önemli yanı, Haliç kıyılarını orta ve büyük sanayinin yerleşimine açması olmuştur. Plan doğrultusunda, Atatürk Köprüsü’nden Haliç’in kaynağına uzanan alanlara büyük sanayi, eski kentin Galata ve Atatürk köprüleri arasındaki kesimine ise hal, balıkhane ve toptan gıda maddeleri ticareti yapan işyerleri yerleşmiştir. Haliç’in yıllar boyu süren kirlenme süreci bu gelişmelerle başlamıştır.

Başkent olma işlevinin kalkmasıyla, eskiden yöneticilerin oturduğu ve kentin gözde semtlerinden olan Süleymaniye, Fatih, Beyazıt ve Şehzadebaşı gitgide önemini yitirmiştir. Bu semtlerdeki konaklar oda olarak kiraya verilmeye ya da yıkılmaya başlamıştır. Buna karşılık, 1930’larda üst gelir gruplarının yerleştiği Beyoğlu yakasının çekiciliği artmıştır. 1933’e gelindiğinde, tarihsel yarımadanın nüfusu 125 binken, Beyoğlu’nun nüfusu 150 bini aşmıştır.

1950-1960 Dönemi ARAZİ KULLANIMI

Bu dönemin en temel özelliği doğu batı yönünde banliyö hattı ve sahil şeridine, kuzeyde ise
Haliç ve Boğaz sahillerine paralel bir yapılaşma oluşumudur. Yapılaşmanın en yoğun olduğu ilçe %75 ile Fatih iken, Küçükçekmece, Pendik ve Ümraniye’de %1’in altındadır. Yapılaşma alanı olarak 12 milyon m2 ile Kadıköy ilk sıradayken, Bahçelievler 188 bin m2 ile son sırada yer almaktadır. Nüfus miktarına göre Fatih yaklaşık 300 bin ile yine başı çekmektedir, Bayrampaşa, Esenler ve Küçükçekmece ise o tarihte henüz kurulmadıklarından nüfus verilerine ulaşılamamıştır.

1950-1960 Dönemi DEMOGRAFİK YAPI

Tarih boyunca hemen her zaman göç alan İstanbul şehrinin cazibe merkezliği 1950’li yıllardan sonra daha çok artmıştır. 1950’den sonra ilk göç dalgasıyla gelenler, Prost’un planı doğrultusunda sur dışında ve Haliç çevresinde gelişen sanayi tesislerinin etrafında Zeytinburnu ve Kağıthane’de, ilk gecekondu mahallelerinin çekirdeklerini oluşturmuşlardır.Anadolu yakasında da Ankara Asfaltı (E5 Karayolu ) üzerindeki sanayi kuruluşları çevresinde gecekondulaşma başlamıştır.

SANAYİ

19.yüzyılda İstanbul’un sanayi bölgelerinin belirlenmesi, şehrin tarihi gelişiminin bir sonucudur. Eminönü ve Fatih’te bulunan sanayi, İstanbul limanının Sirkeci ile Balat arasındaki yerleşmesine paralel olarak gelişmiş; Fatih’in Kasımpaşa’da kurduğu tersane ile Haliç’te sanayi yerleşmeye başlamıştır. 1828’de Eyüp’te bir halat fabrikası ve Feshane kurulmuştur. II.Mahmud döneminde tersanede buharlı gemiler inşa edilmiştir.

Cumhuriyet’ten sonra şehrin planlı olarak büyümesinin gerekliliği daha iyi anlaşıldığı için,
1937’de önce Prost tarafından yapılan nazım planda, şehrin 19.yy. gösterdiği gelişme eğilimleri bir düzene sokulmaya çalışılmış ve tarihi çekirdeğin bazı sınırlandırılmalara tabi tutulmasına ve sıhhileştirilmesine çalışılmıştır. Bu planda sanayi için bir alan ayrılmamış, ancak raporlarda sanayinin surlardan 500m’lik bir tecrit sahasından sonra kurulabileceğinin belirtilmesi üzerine 1937’den 1954’e kadar surlar ve tecrit sahası dışında sanayi yerleşmiştir. 1937’de tamamlanan planda “Haliç boyunca uzanan sanayi, yolun güney dilimidir” şeklinde bir ifade vardır. Buradan Haliç çevresindeki sanayinin Haliç kenarında yerleşebileceği ifadesi çıkmaktadır.

Alıntı:
DOSYA (TMMOD DERGİSİ) SAYI 3.
YERLEŞKE VE FABRİKA YAPILARI
Ali Cengizkan, Doç. Dr. ODTÜ Mimarlık Fakültesi

Silahtarağa semti, Haliç suyolunun kuzeyinde, Alibeyköy ile Kağıthane derelerinin arasında, bu derelerin Haliç’e döküldüğü düzlük ile gerilere doğru yükselen iki tepe ve bu tepelerin yamaçlarını kapsayan alanda yer alır. (Ensari Kara, 1994, 553-554) Suriçi’nden gelip Haliç’in güneybatı kıyısınca devam eden ulaşım yolu, Alibeyköy deresi boyunca gider. Kazım Karabekir Caddesi adı ile derenin öbür kıyısına geçer ve Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi Caddesiile 3. Haliç Köprüsü ve Çevreyolu bağlantılarını, dolayısıyla boğaz köprüleri bağlantılarını kurmuş olur(Ensari Kara, 1994, 553). Eski haritalarda, Kağıthane deresi üzerindeki köprü Fil Köprüsü, Alibeyköy deresi üzerindeki köprü ise Terkos Köprüsü olarak geçmektedir. Bugün Fil Köprüsü Silahtar Köprüsü’dür. Terkos Köprüsü ise bir suyolu bağlantı köprüsü olup, Çekmece sularının getirilmesini sağlamaktadır. Osmanlı döneminde sur içi yerleşim dışındaki yerleşimler ilk kez Eyüp’te görülmüş ve Roma yerleşimlerinden sonra ilk kez I. Süleyman (Kanuni) zamanında (1520-1566) Eyüp’te, Bahariye sahillerine kadar sultan sarayları, devlet ricaline ait yapılar ve köşkler inşa edilmiştir. II. Mahmud döneminde (1808-1815) bazı saraylar yıktırılmış ve padişah tarafından İplikhane yaptırılarak, ilk kez sanayi yapıları Feshane ile Haliç’in çehresine girmişlerdir. HenriProsttarafından 1936-37’de hazırlanan ve 1939’da uygulamaya konulan plan, Haliç kıyılarında sanayi yapılaşmasını teşvik etmiş; 1950’den sonra hızlanan sanayileşme ve getirdiği nüfus hareketliliği, bölgede gecekondulaşmaya neden olmuştur.

2000’LERDE SİLAHTARAĞA

2000’lerin başlarında Silahtarağa Elektrik Fabrikası’nın, “mülkiyetinin paylaşılamaması nedeniyle kaderine terkedilmesi” söz konusu idi (Köksal, 2000, 55). Hem yapılarının oldukça iyi durumda bulunduğu, hem de yakın çevresinde bulunan ya da atılmış, eski endüstri malzemesinin varlığının yapıları daha da değerli kıldığı; bu özelliklerin “üretim tekniklerinden üretilenlere, işçilerin çalışmalarından günlük yaşantılarına kadar bilgi sunan” bir sanayi – endüstri müzesi olma gizilgücünü (potansiyelini) artırdığı savunulmaktaydı (Köksal, 2000, 53).

Bir bilgiye göre, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından içinde hayvanat bahçesinin de bulunduğu bir dinlence (rekreasyon) alanına dönüştürülmesi düşünülmüş; bir başka bilgiye göre ise, bugünLengerhane ve Hasköy Tersanesi yapılarını kullanmakta olan Rahmi Koç Müzesi’nin ilk yerleşimi için akla gelmişti. Haliç çevresinde sanayi yapılarının hizmet dışı kalarak ‘yeniden işlevlendirilme’si, Haliç sularının ve çevresindeki toprağın ekolojik dengeye kavuşturulması ve yeniden hayata döndürülmasi açısından atılan adımlarla paralel vekarşılıklı olarak gelişen, birbirini tetikleyen süreçlerolmuştur (Soğancı, Neslihan Müge, 2001).

Bugünlerde Silahtarağa Elektrik Fabrikası bir vakıf üniversitesi ve iki holdingin kurucu ortaklığında Santral İstanbul adıyla kültür-sanat merkezine dönüştürülmekte. Merkezin programında çağdaş sanat müzesi, enerji müzesi, uluslararası konuklar için ‘rezidans’ kullanımı, kütüphane ve bilgi merkezi, Avrupa sanat sokağı, Uluslararası Kültür ağı ve STK merkezi, Üniversitenin bazı eğitim birimleri yanında konser salonları, yedi bin kişilik açıkhava amfitiyatrosu, kafe, restoran ve rekreasyon alanları yer almakta. Bu işlevler eski santral yapılarının dönüştürülmesiyle elde edilen mekanlarda ve inşa edilmekte olan yeni yapılarda yer alacak. Silahtarağa Elektrik Santrali için “Endüstri Arkeolojisi Nesnesi Olan / Barındıran Müze” başlığı altında yaptığımız koruma vurguları, santralin ‘kendi kuruluş belgeleri, tarihi ve gelişmesini’, ‘üretim sürecini belgeleyen mekanlarını ve makine aksamını’, ‘yerleşkedeki yaşamla birlikte çalışma sosyolojisi tarihini’, ‘fabrikanın kentin elektrifikasyonundaki izlerini’, ve Karl Terzaki’nin katkılarıyla belki de ‘dünyadaki ilk radye temelli yapı oluşunu’ konu edinmişti (Cengizkan, 2004).

Yerleşke ve yapıların yalnızca metrekare büyüklükleri ve konumlarıyla değil; 1922 planına uygun biçimde dikilen, bugün oldukça gelişkin, 30m boyunda çınar ve diğer farklı türdeki ağaçlarıyla bir yeşil doku mirası da oluşturduğu, ‘yeniden değerlendirme’ kapsamında bunların da unutulmaması gerektiği açıktır.

Alıntı:
DOSYA (TMMOD DERGİSİ) SAYI 3.
Emrah Köşkeroğlu, Mimar, Restorasyon Uzamanı ODTÜ Mimarlık Fakültesi

DEMİRYOLU

Tarihte etkisi bu kadar büyük olan buluş sayısı fazla değildir. Sanayi devriminin “parlak çocuğu” olarak ulaşım tarihinin önemli başlıklarından biri olmuş, ekonomi tarihini derinden etkilemiş, toplumları hem fiziksel hem de sosyal olarak birbirine bağlamış bir fenomendir demiryolu.

Bildiğimiz anlamda demiryolu ulaşımının ortaya çıkışı, her ne kadar fikren çok daha önce gelişmiş olsada, 1830’lara rastlar. İlk yolcu taşımacılığı İngiltere’deLiverpool ile Manchester arasında işleyen hatla başlar. Bu tarih aynı zamanda “Demiryolu Çağı”nın da başlangıcıdır. O zamana dek bu denli hızlı, ucuz ve zahmetsiz yolculuk etmemiş kitleler için her yer ulaşılabilir hale gelir. Demiryolu yalnızca işgücünün ulaşımını değil aynı zamanda yeni doğan endüstriye hammadde akışını da sağlar. Artık toprakların tam anlamıyla fethedilmesi çok daha kolaydır…

Şehircilik ve mimarlık açısından ise demiryolu etkisi oldukça geniştir. Varolan şehirlerin gelişim süreci demiryolu hatları ile doğrudan bağlantılı hale gelir…

Alıntı:
İDEAL KENT SAYI 22
“Konstantinopolis Nasıl Görülür?” On Dokuzuncu Yüzyıl Seyahatnamelerinde ve Rehber Kitaplarında İstanbul
Sibel Acar

Pitoresk manzaralar, oryantal gösteriler

Bayan Pardoe 1830’lu yıllarda İstanbul’un cazibesini kısaca şu şekilde özetler: Konstantinopolis’in Avrupa gözü için büyük cazibesi, kendisi de bir büyüolan aşırı farklılığında var olmaktadır. Yalnızca bütün mekanı değil, tüm aksesuarları,gezginin Batı’da bıraktığı şeyden çok farklı. (Pardoe, 1838, s. 4)

İnsanların her zamanki iş ve ikamet yerlerinden kısa sürelerle zorunlu olmadıkları halde ayrılarak herhangi bir yeri ya da herhangi bir yerdeki nesneleri görmek için organize bir şekilde seyahat etmeleri olgusu modern toplumlara özgüdür. Bu tür bir seyahatin temel motivasyonu günlük yaşamda her zaman karşılaşılandan farklı haz verici deneyimler yaşama isteğidir. Bu deneyimin önemli bir parçasını da alışık olunanın dışında farklı bir görüntüye, bir doğa ya da kent manzarasına bakmak oluşturur.

Bu bakış, turizm üzerine araştırmalar yapan toplum bilimci John Urry’ninTurist Bakışı başlıklı çalışmasında önerdiği üzere Foucault’un tanımladığı “tıbbi bakış” (her ne kadar kurumsal olarak şekillendirilmiş olmasa da) gibi toplumsal olarak düzenlenmiş, kurulmuş ve desteklenmiş bir bakıştır.

Görmek, cisimlerden yansıyan saydam ışınların optik ve biyolojik bir sürecin sonucunda beynimizde yarattığı görüntüdür. Bakış ise söylemselbelirlemeler sonucunda toplumsal olarak inşa edilmiş bir görme biçimidir. (Urry ve Larsen 2011, s. 1) John Berger’in 1972 tarihli makalesinde tartıştığı gibi yalnızca baktığımız şeyleri görürüz. Bakmak bir seçme eylemidir. (Berger, 1977, s. 8) Bakmak, dünyayı yansıtan değil, düzenleyen, şekillendiren ve sınıflandıran bir eylemdir. İnsanlar, sosyal sınıf, cinsiyet, milliyet, yaş ve eğitim gibi faktörlerin çerçevesinde özel bir fikir, beceri, arzu ve beklenti filtresi aracılığıyla dünyaya bakarlar. Bakmak kültürel bir performanstır. Turist bakışı, sıradan bir izleyicinin bakışı değildir. Belli bir konuya belli bir şekilde bakmak üzere eğitilmiş bir gözün bakışıdır. Bir turist, gideceği yere varmadan çok daha önce bakışını şekillendirecek bir kültürel sürece maruz kalır ya da kendini istemli olarak bu sürece maruz bırakır. Gidilecek yer hakkında yazılanlar, anlatılanlar, resimler neyin “ilginç”, “iyi” ya da “güzel” olduğu konusunda bir yargı ve beklenti oluşturur. Bu yargı ve beklentiler bir dereceye kadar kişilerin beğenisi, geçmişi, milliyeti, yaşı, cinsiyeti, mesleği, hatıraları gibi öznel nedenlerden etkilensede genel olarak ait olduğu kültürün toplumsal pratiklerinin normlarıtarafından belirlenir. Buradan her dönemde ve her toplum için geçerli bir turist deneyiminin önerildiği anlaşılmamalı. Tek bir turist bakışı yoktur. Farklı dönemlerde, farklı sosyal gruplar içerisinde farklı turist bakışları inşa edilir. Bu süreç toplumsal pratiklerle, neyin onaylandığı, neyin onaylanmadığı, neyin bilindiği ve neyin turistin günlük sıradan deneyiminin karşısında konumlandırıldığı başka bir deyişle neyin sıra dışı addedildiğiyle ilgilidir. (Urry ve Larsen, 2011, s. 2)

Bir öncül kabuller kümesi ve göstergeler sistemi aracılığıyla turist, görmeyi beklediği ve görmüş olmaktan haz alacağı imgeyi daha yola çıkmadan kurar. On dokuzuncu yüzyılda İstanbul’un ziyaretçileri orta ve üst gelir grubuna sahip dolayısıyla büyük bir çoğunluğu iyi eğitimli kişilerdi. Seyahatname ve gezi yazılarından anlaşılmaktadır ki dönemin romantik ve oryantalist literatüründen ve resim sanatından aşina oldukları ya da bunlar vasıtasıyla zihinlerinde canlandırdıkları manzaraları bulmayı umut ediyorlardı. Kente bir resme bakar gibi bakarken sıra dışı buldukları, Doğu’ya özgü olduğunu varsaydıklarıydı. Doğu’ya özgü olan unsurların varlığı manzaranın pitoresk niteliğine katkı sağlamaktaydı. İstanbul, turistik bir yer olarak haritada belirmeden önce de pitoresk manzaralar sunduğu için beğenilmekteydi. Bir estetik nitelik olarak pitoreske verilen önem on dokuzuncu yüzyılın başında yayımlanmış olan seyahat kitaplarının adlarında kendini belli eder. İstanbul’un manzaralarını betimleyen Voyagepittoresque dans l’EmpireOttoman1809 yılında Fransız elçisi Choiseul- Gouffier tarafından Paris’te basılır. Bunu Charles Pertusier’inPromenadesPitturesque dans Constantinople(1817) ve IgnaceMelling’inVoyagePittoresque de Constantinople et desRivesduBospore(1819) isimli kitapları izler. Pitoresk vurgusu, on dokuzuncu yüzyılda İstanbul hakkında yazılmış seyahat yazılarının çoğunda görülür. Bu sıfatı, Pardoe tekrar tekrar kullanır ve İstanbul hakkındaki kitabı “Türkiye’nin pitoresk başkentini ziyaret ettim” cümlesiyle başlar. (Pardoe, 1838, s. 1)

Gautier’de seyahatinin amacının “bir şehrin pitoresk fizyonomisini kavramak” olduğunu yazar.
(Gautier, 1853/1859, s. 362) Edmondo de Amicis, Francis Elliot, C. E. Clementgibi diğer yazarlar da şehrin pitoresk özelliklerini övmüşlerdir.
….

Pitoresk teorisinin kurucularından SirUvadalePrice, insana en çok zevk veren şeyin merak etme durumu olduğunu ve bu merakı yaratanın ise “çeşitlilik” ve “karışıklık” olduğunu savlar. Bu bağlamda her şeyin planlanmış, benzer, yeni ve düzenlenmiş olduğu bir çevre hiç bir gizem içermediği için cazip değildir. (Price, 1810, ss. 21-27) Bir manzaranın pitoresk olabilmesi için çeşitlilik ve karmaşıklık içermesi, çirkin, eski ve düzensiz unsurlarla harmanlanmış olması gerekir ki en büyük haz kaynağı olan gizemi barındırabilsin. Dolayısıyla pitoreski arayan batılı bakış, manzaranın içine serpiştirilmiş halde duran eski ve yıkık dökük yapıları; düzensiz ve uyumsuz olarak rastlantısal olarak bir arada bulunan ya da Doğu’ya özgü addedilen öğelerin varlığını göz okşayıcı buluyordu.

Çevreleyen suların bağrından çıkarken gözlemledim, sivri minareler, şişen kubbeler ve sayısız yerleşimler[…] İlk olarak, tek bir şaşkın kütlede toplanmışlardı, biz yaklaştıkça bu muazzam bütünün parçaları derecelerle açıldı, birbirlerinden ayrıldı farklı gruplar içinde büyüdü, geniş aralıklarla ve derin göstergelerle bölündü. Nihayetinde, sonuna kadar belirgin şekilde birbirine bağlı olan bu kümelenme, sanki sihirli bir şekilde üç ayrı kente dönüştü; her biri ayrı ayrı, muazzam miktarda ve her biri diğer ikisinden gümüş gelgitleri tabanlarını kuşatan denizin geniş bir koluyla ayrılmıştı. Ve geniş alanlarının yarısı Avrupa’da yarısı Asya’da uzandı. Görkemli gösterinin etkisi altında sanki ruhum onun yüceliklerini kucaklamak için yetersizmiş gibi hissettim. (Murray, 1840, s. 150)

On sekizinci yüzyılda, İstanbul’u ziyaret etmiş olan Joseph de Tournefort, Haliç’in her iki yakasındaki deniz seviyesinden kademeli olarak tepelere tırmanan teraslı yerleşim yerlerini bir amfi tiyatroya benzetmişti. (Tournefort, 1717, s. 178) Bir buçuk yüzyıl sonra başka bir Fransız gezgin,Gautier de Haliç’i bir amfi tiyatroya benzetti ve manzaranın çekiciliğini şu şekilde ifade etti: “Muhteşem bir panorama, oryantal gösterilerini devasa bir tiyatro sahnesi gibi gözlerimizin önüne seriliyor.” (Gautier, 1853/1859,s. 71) Bu betimlemeler kenti yaşayan ve yaşanan bir yerden çok turistlerin beğenisine sunulmuş bir resim bir sahne gibi tanımlamaktaydı. Ancak, kentin içine girildiğinde sahnenin büyüsü kayboluyordu, ne Gautier ne de Amicis uzaktan hayran oldukları bu manzaranın içinde olmaktan hoşnuttular. Amicis, gelişinden beş saat sonra bu güzel kentin bir canavara dönüştüğünü, kentin barbarlık ve medeniyet arasında bir kafa karışıklığı olduğunu yazar. Yaşadığı karmaşayı şu şekilde ifade eder: “Bir bozukluk, karışıklık, en uyumsuz nesneler var, en tuhaf ve en beklenmedik manzaraların sıralanması.” (Amicis, 1877/1896, s. 18) Gautier, Galata’da kendini bozuk dar sokakların labirentinde bulur, bir resme bakar gibi uzaktan bakıldığında çok etkileyici bulunan kent içine girince çirkin ve çekilmez bulunmaktadır:

… Surları takiben Eyüp’e gidilmesi önerilmekteydi. Eyüp hakkında Molla Ak Şemsettin’in kuşatmanın en kritik zamanında rüyasında surların önünde şehit düşen Eyüp Ansari’yi gördüğü ve bunu bir işaret kabul eden Türk askerlerinin tüm güçleriyle savaşarak kenti aldıklarına dair olan hikaye aktarılır. (Murray, 1900, s. 21) Ansari’nin şehit düştüğü rivayet edilen noktada yapılan türbe ve camiye hiç bir Hıristiyan’ın alınmaması da bölgenin gizemine katkıda bulunmaktadır. Eyüp sırtları Haliç’in Boğaz’a kadar uzanan en güzel manzarasını gözler önüne sermektedir. Bu manzaraya ilave olarak son derece egzotik bulunan mezarlık da görülmeğe değerdi. Mezarlıkların kentteki yerleri, insanlıkların mezarlıklarda hiç bir rahatsızlık duymadan gezip oturmaları, yiyip içerek vakit geçirmeleri, mezarların düzensiz yerleşimi, çeşitli şekillerdeki mezar taşları, sarık ve fes şeklindeki mezar taşı başlıkları, mezar taşlarının düzensizliği, üzerlerindeki Arapça yazıları ve harap halleri çok ilginç bulunuyordu. Mezarlık ziyaretinin yanı sıra eğer günlerden Cuma ise Cuma Selamlığı (Sultan’ın mahiyetiyle birlikte Cuma namazına gidişi) ve dans eden dervişler dedikleri Mevlevi dervişlerinin seması da turistler için kaçırılmaması gereken gösterilerdi.

Alıntı:
TARİHİ SÜREÇ İÇERİSİNDE KIYI ALANLARININ KAMUSAL KULLANIMINA KENTSEL TASARIM YAKLAŞIMLARI
HALİÇ ÖRNEĞİ, YÜKSEK LİSANS TEZİ
Kıymet Pınar KIRKIK

Bostan İskelesi ise; yüzyıllarca Osmanlı Padişahlarının kılıç kuşanmak için Eyüp Sultan Camii’ne gelirken karaya ayak bastıkları iskele olup, binek taşı halen imaretin yanında yer alır. Yapılan sahil yolu çalışmasında Bostan İskelesi ortadan kaldırılmıştır. Eyüp 2023 yılı temel alınarak düşünülen projeler içerisinde, Bostan iskelesinin yeniden canlandırılması ve rekreatif amaçlı açık alan düzenlemeleri ile birlikte, bu alanda eski günlerdeki gibi, çay evleri, nargile salonları, kaymakçı, şekerci, halkacı gibi günübirlik hizmet veren geleneksel fonksiyonlarında yer alması hedeflenmektedir (Eyüp Belediyesi, 2009).

Bu mekanlar daha çok ulaşım imkanı olabilen semtlerde ya da popülaritesi yüksek olan ‘din merkezi’ kabul edilen Eyüp ve çevresinde yer almaktadır. Bu da bütünsel anlamda Haliç’te aidiyet duygusunu zayıflatmaktadır. İşlev kazandırılan yapıların birbiriyle ilişkilendirilmemiş olmaları Haliç’e kimlik ve ilgi açısından olumsuz bir etki vermektedir. Ayrıca Haliç kıyı alanlarında rekreasyonel kullanımlara uygun açık anfitiyatro, paten pistleri, heykeller ve su elemanlarının olmayışı, sokak mobilyaları tarzında kentsel donatı elemanlarının zayıflığı kullanıcıların alana ilgisini azaltmaktadır.

Belirtilmesi gereken diğer bir nokta da İstanbul’un Avrupa Kültür Başkentliği çalışmalarının ana amacının sanat ile bütünleşme ve kamusal kullanım ile sanat ögelerinin birlikteliğinin sağlanmasıdır. Bu nedenle Haliç kıyılarından beklenen daha zengin içerikli bir stratejiye sahip olması ve belli dönemlerde gerçekleşen kültür, sanat etkinlikleri, sergilerin daha sık aralıklarla düzenlenmesidir.

Yeşil alan olarak işlevlendirilen kıyılar, emniyet ve güvenlik arz etmediğinden dolayı algısal süreçte kullanıcıya kayıp alan hissiyatı uyandırmaktadır. Böylece alana olan ilgi de azalmaktadır. Katılım daha çok dinsel merkez olan Eyüp ve çevresindedir. Diğer semtler yapılan çalışmalara rağmen unutulmaya yüz tutmaktadırlar.

Ulaşım açısından; yayalaştırma ve toplu taşımaya önem verilmiş olsa da özel araç kullanımının daha fazla rağbet göstermesi, kıyı bandında bisiklet kullanımı için mesafe bırakılmamış olması kıyı – kent bağlantısını koparmakta ve sadece yerli halkın kullanımına olanak vermektedir.

Yalnız kafe, çarşı-sokak üniteleri, kentsel donatılardaki eksiklik, ahşap taşınabilir satış ünitelerinin sadece Ramazan etkinliklerinde aktif kullanımı, bölgeye olan ilgiyi azaltmaktadır.
Alanı görüş açıları sağlaması açısından incelediğimizde; Pierre Loti tepesi ve Galata Kulesi bakış kotası açısından zengin görüş açısına sahip olmalarıyla Haliç’te olumlu etki sağlamaktadır. Haliç’te olumsuz etkilerden bir diğeri de kimlik-ilgi ve emniyet’in sağlanmasındaki yetersizliktir. Sokak aydınlatmaları ve devriye gezinen emniyet birimleri, kentsel doku ile uyumlu yönlendirme levhalarının alandaki eksikliği katılımı azaltmaktadır. Uygulanabilirlik açısından incelediğimizde Haliç; birden fazla yerel ve merkezi idarenin yönetiminde olan bir bölgedir. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, İBB, çevre İlçe Belediyeleri (Eyüp, Fatih, Beyoğlu, Kağıthane) ve Turizm Bakanlığı olmak üzere çok merkezli bir yönetim anlayışına sahiptir.

Sonuç olarak yapılan analizler ve araştırmalar sonrası mevcut durum açısından incelendiğinde;

  • İşlevsel çeşitlilik, kıyı odakları açısından yetersiz bulunmuş,
  • Yaya akışkanlığı kıyı sahil yollarıyla çözümlenmeye çalışılsa da köprü ve karayolları ile sürekliliğin yaya ölçeğinde rahat sağlanamadığı,
  • Projelerin birbiriyle entegrasyona sahip olmadığı ve toplumsal katılımın sağlanamadığı,
  • Kıyının, çekim oluşturacak kafe, restoran vb. satış üniteleri açısından zayıf kaldığı,
  • Alandaki kentsel donatıların siluet açısından yetersiz kaldığı
  • İşlevsiz alanların algılanabilirlik ve okunabilirlik adına olumsuz etki yarattığı,
  • Yeşil nitelikli alanların, güvenlik sorunu açısından kayıp alan olarak algılandığı,
  • Açık alanların düzenlenmesinde işlevsel çeşitliliğin zayıf kaldığı,
  • Kıyı- kent arasında yapılan düzenlemelere rağmen kopukluk yaşandığı
  • Uygulanabilirlik açısından, tasarlanan projelerin mantığının yap-işlet-devret sistemi ile oluşturulmasının ve toplumsal katılımın yetersizliğinin, alanın özelleştirilmesi, soylulaştırılması vb. hareketlerle yaşanmışlığı dışlayan bir tasarım sisteminin varlığı,
  • Alan tanıtımı ve okunabilirlik açısından yönlendirici donatıların yetersiz kaldığı gibi sorunlara rastlanmıştır.
  • Sorunlar ve potansiyeller göstermektedir ki Haliç’te yapılan çalışmalar tekil nitelikte ve tekdüzedir. Birbirinden bağımsız farklı senaryoları konu almaktadır (Özellikle Fener – Balat – Ayvansaray semtlerinde günümüzde uygulanmamış olan kentsel tasarım çalışmalarının özelleştirme, soylulaştırma vb. hareketleri doğurması). Ayrıca yapılan çalışmalar toplumsallık ve sosyalleşme açısından da (insan ölçütü) zayıf kalmaktadır.

Bütün bu bilgiler ışığında, sosyolojik ve tarihsel haliç okumalarının projeye entegrasyonu adına bazı stratejiler geliştirilmiştir.

Sosyolojik ve Kentsel Strateji:

• Akış:

Üst fikir olarak belirlenmiş “influo” daha eski latince kökü olan “influut” kavramının, değişim ve akışı barındıran bir nesne olarak biyolojik iyileştirme sürecinde, biçimsel olarak alınan kararlarda ve nihayetinde kentsel kuramın oluşturulmasında aynı biçem ile kendini var etmesi ana kararlardan birisidir. Yukarıda yapılan okumalardan “TARİHİ SÜREÇ İÇERİSİNDE KIYI ALANLARININ KAMUSAL KULLANIMINA KENTSEL TASARIM YAKLAŞIMLARI“ (Kıymet Pınar KIRKIK) tezinin son bölümündeki tespitlerden en önemli olanı “Yaya akışkanlığı kıyı sahil yollarıyla çözümlenmeye çalışılsa da köprü ve karayolları ile sürekliliğin yaya ölçeğinde rahat sağlanamadığı” maddesidir.

Haliç hali hazırdaki durumu itibari ile yaya ulaşımının akmadığı hatta şiddetli sınırlar ile kesintilerin olduğu bir kıyı bölgesi olarak dönüşmüştür. Her ne kadar daha önceki bölümde Haliç’in iyileştirilmesine yönelik kararların kent açısından önemini vurgulasak ve bu konuda çözümler üretsek de Haliç kente ait olamadığı sürece varlığını sürdüremez. İyileştirilen bir habitat üretimi tek başına sürdürülebilir değildir.

Buradaki vurgu aidiyet üzerinden Haliç’in kent insanlarına terk edilmesi olarak anlaşılmamalıdır. “Doğal yaşam” insana hizmet etmek üzere asla indirgemeci bir yaklaşıma dönüştürülmemelidir. Burada anlatılmak istenen kamusal olarak var edilen yüzeylerin kamu ile beraber varlığını sürdürebilmesi ve kendini de zaman içinde yeniden ve yeniden var edebilmesidir. Turistik ve gezi söylemlerinin dışında iki taraflı simbiyotik sürecin sağlıklı işlemesidir.

İnsan kenti yaratır ve yaşar. Kent bir bakıma yer küreden bir bölümü işgal ediyor olabilir ancak bir süre sonra birliktelik oluşmalıdır. Olmadığı durumda ne kent yaşamına devam edebilir ne de yer var olabilir.

Haliç’in şu andaki durumu tam olarak kıyı yüzeyinin parklara ve spor alanlarına dönüştürülmesi ve bu dönüşüm sırasında bütünlüğün tamamen kaybedilmesi şeklindedir. Kıyı sürekliliği maalesef tamamen kaybolmuş ve yürüme ölçeği yitirilmiştir. “Akış” kavramının bu bağlamda yüzeye entegrasyonu asla tek yönlü düşünülmemiş aksine çok yönlülük dikkate alınmıştır. Kıyı boyunca paralel süreklilik doğru yeşil dokunun üretimi ve kentsel kamusal elemanlar ile üretilerek yürüme ölçeği yeniden yakalanmaya çalışılmış. Kıyıya dik bağlantılar yeniden ele alınarak vurgu arttırılmıştır. Amaç Haliç’in kent, kentin Haliç ile birlikteliğidir. “Akış” çok yönlü ve gelişebilir olmalıdır.

“Akış” kavramı bütüne bakıldığında biçim olarak da ortaya çıkarılmaya çalışılmış ve her bağlantı yeniden ele alınmıştır. Tramvay hattının sürekliliği ve akışa katkısı kullanılmış kimi zaman akışla beraber hareket eden kent aracı tasarıma dahil edilmiştir.

• Meydanlar ve Bağlantılar:

Meydanların yeniden ele alınması ve özellikle düğüm noktalarda kendilerini ortaya çıkarmaları akış için önemli birer eleman olarak var olmalarını sağlamaktadır.

  • Eyüp Sultan Meydanı bu bağlamda yeniden ele alınmış ve teleferik yapısı ile beraber arsanın güneyinde bulunan tramvay teleferik hattı ile ilişkilendirilmiştir. Bu meydan arsanın en güneyindeki ilk düğüm noktasıdır. “Akış”ın (şu an için) başlangıcı gibi davranmaktadır.
    Bu bağlamda Eyüp Sultan Meydanı ile Silahtarağa Caddesi arasında kalan sokak ve kaldırımların dili değiştirilmiş, trafik yavaşlatılmış ya da baypas edilmiştir. Böylece ulaşımın önemli iki aracı olan PierLoti teleferiği ve tramvay ilk durağı bir bütünlük ile ele alınmış ve bir meydan kurgusu üretilmiştir.
  • Basmacı Abdi Efendi Sokağı’nın devamı ve Eyüp Sultan Hastanesi’nin kıyı ile direk ilişkisinin kurulabilmesi adına yaya akışı kurgulanmıştır. Bu bağlamda arazinin uygun olması ve kotların yerinde doğru aralıkta olması sebebiyle üst bağlantı yolları kurulmuştur. Silahtarağa Caddesi, tramvay hattı ve önerilen Haliç kıyı düzenlemesi ile doğrudan ilişkilendirilmiş olan bu alan yaya akışı açısından yüksek potansiyelinden kaynaklı önemli bir bağlantıdır.
  • SilahtarağaMeydanı(Pazar Yeri), Karadeniz Caddesi’nin Silahtarağa Caddesi ile kesişim noktası önemli bir arterin uzantısı olduğundan dolayı bu meydan yeniden yorumlanmış ve kentsel düğüm noktalarından birisi olarak Haliç ile ilişkilendirilmiştir.
  • Mevcut nikah Eyüp Sultan Belediyesi Nikah Salonu yapısı iyi bir niyet ile Silahtarağa Caddesi ile Haliç bağlantısı kuracak şekilde kotu örgütlemiş bir yapıdır. Ancak bu iyi niyet işletme sırasında algılanamayıp bu geçiş yaya engelleyiciler ile kapatılmıştır. Bu bağlamda bu yapının bağlantı gücünü kazanması ve asarlandığı işlevi yerine getirebilmesi adına güçlü bir üst köprü bağlantısı ile önerilen Haliç’in atölyeler bölgesi ile bağlanmıştır. Bu durumun Nikah Salonu yapısının üst kotta bir meydan gibi çalışacağı ön görülmüştür.
  • Alanın Kuzeyinde tasarlanan kayık meydanı, 18. Yüz yıllara kadar uzanan deniz ulaşımının bir uzantısı olan kayık kullanımı ile beraber, kano kullanımının da alanda belirginleşmesi adına üretilmiş bir meydandır.

• Çömlek Atölyeleri:

Çömlek atölye yapıları kurgu içinde önemli bir yerdedir. Bunun nedeni etraflıca değinilen çamur kullanımının enginleştirilmesidir. Bu alanda daha önce çömlek üretimi yapılmış ancak daha sonra bu üretim yok olmaya yüz tutmuştur. Tasarımın başlıca açılımlarından birisi olan Haliç’in barındırdıklarının yeniden ortaya çıkarılması düşüncesi ile üretilen bu yapılar Haliç’ten çıkarılan çamuru işleyerek çömlek üretimi yapmayı teşvik edecektir. Her ne kadar doğa organik örüntü içinde çamur uygunsuz bir seviyede olsa da çömlek üretimi adına kaliteli sayılabilecek bir balçıktır.

Bu bağlamda üretimin ön plana çıkarıldığı bu çömlekçilik eylemi Haliçten elde edilen çamur ile bu işlevi yerine getireceğinden hem artık madde dönüşümünü sağlayacak hem de üretilen çömlekler Haliç için bir gelir kaynağına dönüştürülecektir.

• Kıyı Bostanları:

Kıyının bir bölümünde önerilmiş olan bostanlar yine bu alanda 18 ve 19. yy da gördüğümüz bir eylemin yeniden yorumudur. Haliç bostanları sanayi ile beraber varlıklarını sürdüremedikleri için yok olmuşlardır. Ancak şu an temizleme çalışmalarının sürdürülmesi ve yeni arayış ve önerilerin gündeme gelmesi ile beraber sanayinin yok ettiği bu eylemi yeniden alanda var etmek bu alanın tarihsel süreci ile beraber bir diyeti gibi değerlendirilmiştir.

Bu bağlamda kurgulanan bostanlarda hem üretim hem de satış yapılması ön görülmüştür.

Etiketler

Bir yanıt yazın