Proje Raporu
Ütopyalar aslında kimin içindir?
Müşterek olandan, sokaktan, kamudan, çocuktan, insandan çalarak yayılan kentsel büyüme ve bireylerin haklarını birer birer işgal eden otoriter sisteme karşı yapıcı ve özgürleştirici bir istila olan Bağlantılar, bir mimarsız mimarlık ürünüdür. Distopik olana karşı doğan bir yarı-ütopyadır ve sürekli değişim halindedir.
Bu süregelen değişim hali boyunca Bayraklı’nın yüksek imara uygun hale getirilmesiyle gün içinde güneş kesen gece ise LED ışıklara bürünen ve giderek büyüyen hastalıklı silueti, daima değişimi süregelen bir kolektif organizmaya dönüşmektedir. Formu tamamen üretici bireye bağlı olarak oluşan, yerinde üretilen ve birbirine eklenen bu örgü sistemleri canlı ve değişken bir yapı oluşturur.
Tek bir tasarımcının/ütopya düşünürünün elinden çıkan ütopyaların bir diğer kişinin distopyası olabileceği düşüncesine dayanarak, bu proje kapmasında aslında belirlenen yalnızca bir sabit vardır. Bu sabit aynı zamanda İstanbullaşan İzmir distopyasına bir tepki olarak Bayraklı gökdelenler bölgesinde kurulan bir “Atölye”dir.
T0
Örümcek ağının esnek ve taşıyıcı yapısını inceleyen biyomimetik araştırmaları sonucunda elde edilen “ilmek” adlı esnek-ağsı malzeme ile insan elini tığ olarak kullanarak Folkart Kuleleri arasına örülüp gerilen pavyonda aynı malzeme ile örgü eğitimi veren “Kendi Mekanını Kendin Ör” atölyesi T0 anında kurulmuştur. Atölye, kimliksizleşen ve İzmir halkını yersizleştiren bölgede, bölge sakinlerinin atölye eğitimi haricinde hiçbir özel yetenek ve bilgiye ihtiyaç duymadan yaşam alanlarına kişisel dokunuşlarını yapabilmelerini hedefler.
Bağlantılar yarı-ütopyası, bir distopik zaman sonrasında gelen T0+ anında edinilen bilgi ile bireylerin kendi mutlu mekanlarını üretebilmesi anında başlar ve değişimi daima süregeleceği için mimara düşen tasarım aslında bu noktada minimuma düşer.
T1
T1 anında “ilmek” örmeyi öğrenen bireylerden bir kısmı, bu teknikle kendi yaşam alanını oluşturup pavyona düğümlenerek üzerine yerleşir. Taklit ve tekrar yoluyla artan yaşam cepleri, yerinde örerek büyüyebilecek hale gelir. Aralarında ortak alanlar örülmeye başlanır.
T5
T5 anında Folkart Kuleleri arasında yükselmiş olan organizmayı taşımak için taşıyıcı asma-germe sistemlerine dronelar eklenir. Bu dronelar esnek yapıda ihtiyaca göre anlık form değişimi yaratma şansı doğurur.
T10
T10 anında bölgeyi sarmalayacağı hayal edilen organizma içinde güneş ve rüzgâr enerjisinden elektrik üretilir, ağlara yerleştirilen bataryalarda enerji depolanır. Taşıyıcı dronelar dahil organizmanın ihtiyaç duyduğu tüm enerji buradan elde edilir.
Zamanla eklenen katmanlarla çeşitli fonksiyonlar kazanan Bağlantılar, form ve program olarak çok geniş bir aralıkta konumlanır.
Kullanıcılarını yönlendirmekten çok, kullanıcılar tarafından yönlendirilir. Sınırsız olasılık ve etkinliğe açık durumdadır.
Her yöne, yönelime ve yönlendirmeye açık olan bu parametre; güneş, rüzgâr ve insan verilerinin analiz edilip işlenmesiyle şekillenir ve şehri yeniden tanımlar.
Distopya, Ütopya ve/veya Yarı-Ütopya Üzerine;
Ütopyaların isim babası Thomas More’un aynı ismi taşıyan 1516 tarihli kitabında geçen Ütopya Adası, More’un o dönemde düşlediği var olmayan ideal bir toplumu hayal eder. Günümüzde ise bu ada ideal veya ütopik olmaktan çok uzak bir noktaya düşen, köleliğin zorunlu olduğu, savaşın gerekliliğini kabul etmiş, inançsızlığın yasaklandığı ve hayat boyu görev yapan liderlerin yönettiği komünal bir yaşama ev sahipliği yapar.
Daha yakın tarihten benzer bir örnek olarak Le Corbusier’in Radyant Şehir ütopyasına gelen yaşanılabilir olmayı göz ardı etme ve kamusal alanların yetersizliği gibi eleştirileri de; tek elden çıkan, kuralları belirlenmiş, ayarları bireyselliği azaltacak ölçüde kesinleşmiş olan ütopyaların bir başkasının distopyası olabileceği gerçeğine örnektir. Buna ek olarak göz önünde bulundurulması gereken bir diğer nokta ise ütopya düşünürlerinin günlük hayatımızdan uzak bir noktaya düştüğünü ve gündelik yaşama etkilerinin olmadığını düşünmenin yanlış olacağıdır. Bu noktada olumlu anlamda ütopya düşünürleri topluma bir sosyal hayal becerisi kazandırırlar. Ancak bu sosyal hayaller üretime/ürüne dönüştüğünde her zaman iyi sonuç vermeyebilir. Zira üretim sürecinde kaçırılan iki temel nokta vardır: bir kişinin ütopyası bir başkasının distopyası olabilir ve bunun haricinde ütopya bir süreçtir, ulaşılması gereken bir nokta değildir. Sabit ve kesin bir ürüne dönüşen ütopya kesintiye uğrayarak kendini reddeder, distopikleşir.
Sosyal hayal becerisinden distopikleşmiş ütopyalara örnek olarak Frank Llyod Wright’ın Broadacre City ütopyasını verebiliriz. Wright, makineleşme çağının getirileri ile odaklandığı özellikle trafik problemlerine sunulan bir çözüm olarak daha seyrek ve az katlı yapılaşmanın görüldüğü, toplumsal taşımanın olmadığı, ulaşımın yalnızca kişilerin özel araçlarıyla sağlandığı bir kentsel tasarım düşler.
Salt sorumlusu Wright olmasa da bu ütopya, günümüzde çalışmadığını bildiğimiz (bkz: Jane Jacobs, Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı, 1961) Amerikan banliyölerinin tasarım ilkelerini oluşturur. Bu bilgiler ışığında İzmir Ütopyaları kurgusunda distopya ve ütopyanın birbirlerini reddederken var ettiği ve birbirinden bağımsız düşünülemeyeceği yaklaşımı benimsenmiştir. Zira distopya uyarı niteliği taşıyan bir öngörü tasarımıdır ve bağlam olan bugünden, halihazırda var olandan bağımsız var olamaz. Ütopya ise üretimin idealidir ve ekonomik, sosyal düzenden ayrılamaz.
Bu bağlamda tasarlanan “Bağlantılar” projesi form kadar kesin öngörüler belirlemekten de kaçınırken, İzmir’in gelecek yıllarda karşılaşacağı düşünülen alınan göçler ve artan nüfusla olumsuz anlamda yeni İstanbul olma korkusundan, bununla gelebilecek çarpık olduğu kadar şehir sakinlerini iletişimsizleştiren, yalnızlaştıran, kentleşme ve Bayraklı bölgesinin yüksek imara açılması ile gelen benzer sosyo-ekonomik problemleri göz önünde bulundurularak tasarlanmaya çalışılmıştır.