3. Ödül (4. Bölge), İstanbul Senin, Haliç Kıyıları Tasarım Yarışması

3. Ödül (4. Bölge), İstanbul Senin, Haliç Kıyıları Tasarım Yarışması

TASARIM RAPORU

1. TOPOĞRAFYANIN ÇAĞRISI *

“İstanbul, denizin yarattığı ve yaşam verdiği bir kenttir… İki deniz arasında dev bir geminin teknesi gibi yükselir.”

Bugün yayıldığı alan ve ona yayılma tavrının tersine İstanbul, Antik dönemlerden yakın zam­anlara kadar denizin ve topoğrafyanın belirleyiciliğinde kendini var etmiştir. Boğaziçi ve Haliç vadilerinin 1. ve 2. tektonik zamanlarda kırılmalarıyla meydana gelen yükseltilerinde gerçekleşen bu varoluş coğrafyaya yeni bir ruh vermiş, cansız tepeleri, binlerce yıldır yaşayan bir organizmaya dönüştürmüştür. Byzantion’u düşmanlara karşı koruyan bu topoğrafya Kon­stantin’in imparatorluğun başkenti ile birlikte Roma’nın 7 tepeli kent imajını da buraya taşıması­na ilham olacak, Osmanlı’ya kentin silüetini yeniden çizerken başlayacağı altlığı verecektir.

Bunca zulmetmemize rağmen İstanbul’un her zaman biraz Roma biraz da Osmanlı kalmaya devam etmesinin nedeni o dönemlerin topoğrafya ile kurduğu ilişkide saklıdır. Yapıları gitse de topoğrafya geçmişin ruhunu taşımaya devam eder.

Bu anlayış doğrultusunda topoğrafyayı görmeye, “onun çağrısını” hissetmeye çalışmak, meka­na ve yaşantıya dair önerilerimizi oluştururken dayandığımız en önemli ilkedir.

1.1. Haliç’in topoğrafik yapısı ve doğal karakteri

İstanbul Boğazı’nın Marmara’ya açılan ağzının yakınında, kuzeybatıya doğru derin bir kör­fez olarak ilerleyen Haliç, kendine özgü topoğrafyası, tepeleri, vadileri, ovaları, yamaçları, terasları, kıyıları ile birlikte, ünik bir coğrafyadır. Kuzeye doğru bir vadi gibi uzanan alanın suyla ilişkili kıyıları ile kıyıya paralel yükselen topoğrafik yapısı, alanın görsel ve fiziksel ze­nginliğinin temelidir. Bu sebeple Haliç, çok çeşitli mekansal potansiyeller barındırır ve kentsel alanda tek başına güçlü bir odak noktası haline gelir. Bu odak, makro ölçekte ele alındığında, kentin kuzeyine doğru uzanan Haliç – Alibeyköy – Terkos ekolojik koridorunun başlangıcını oluşturur. Dolayısıyla Haliç, bir vadi kimliği ile yeşilin, suyun ve canlılığın kuzeyden güneye bağlandığı bir geçiş alanıdır. Günümüzde doğal niteliğini önemli oranda kaybetmiş olan bu geçiş alanı yeniden düzenlenirken topoğrafik verilerle uyum içerisindeki doğal veriler gözetil­meli, ekolojik canlılığının sürekliliği ve kaybolan doğal değerlerin olabildiğince geri kazanımı ve tüm bunların kentsel alanlarla birlikte yaşayabilecek bir strateji çerçevesinde başarılması amaçlanmalıdır. Bir diğer amaç da kentlilerin bu alanı doğal karakteri ile birlikte algılama­larının sağlanmasıdır.

1.2. Haliç’in tarihsel gelişimi

İstanbul’un tarihi yarımadada ilk kurulduğu Byzantion’dan yakın zamanlara kadar en büyük avantajlarından birisi Haliç’in doğal ve korunaklı bir liman olarak kente hizmet etmesi olmuştur. Geleneksel dünyada kentin iaşesinin deniz yolu ile sağlanması gerektiğinden böyle bir avantaj azımsanacak bir şey değildi. Ayrıca Haliç tarihi yarımadayı kuzeyden gelebilecek saldırılara karşı da koruyor, zaman içinde örülen surlarla birlikte kentin gerektiğinde kapatılabilen büyük bir kale biçimini almasına yardımcı oluyordu.

Şüphesiz endüstri devrimi ile birlikte değişen lojistik ve savaş teknolojileri doğal limanların ve kale-kentlerin önemlerini azaltsa da Haliç yüklendiği başka işlevlerle önemini sürdürdü.

Çevresindeki doğal peyzaj geç Osmanlı döneminde sayfiye ve mesire alanı olarak değer ka­zanmasını sağlarken 19. yüzyıl sonrası endüstrileşmenin bir getirisi olarak alanda beliren san­ayi yapıları bu kullanımı zamanla zayıflatarak bölgede endüstri kimliği görünürlük kazanmıştır. Özellikle Cumhuriyet Dönemi ile birlikte Haliç kıyılarında pekişen bu kimlik, bölgenin doğal karakterini neredeyse yok etmiş, mekansal ve kültürel sürekliliğini zedelemiştir. Konut alanları yerlerini endüstri yapılarına bırakırken, bu alanlar ardında kalan mekanlar da çoğunlukla çöküntü alanları halini almıştır. Haliç gibi tarihsel, kültürel ve mekansal potansiyeli yüksek bir bölgenin, endüstrileşme paralelinde kent belleğindeki dönüşen yapısı 1980’ler sonrası yeni bir dönüşüme daha tanıklık etmiştir. Alanın mekansal gelişimini önemli ölçüde etkileyen söz konusu dönüşüm süreci, Haliç’in yeniden bir kültür aksı haline gelmesini ve kıyılarının kamusal alanlar olarak kullanımını öngörmüştür. Tüm bu dönüşüm süreçleri belli noktalarda amacına ulaşmışsa da, alanın kendine özgü topoğrafik ve ekolojik kimliği ile kıyıyla bütünleşik yapısının göz ardı edildiği, üzerindeki tüm bunlardan bağımsız türeyen düzensiz kentleşme hareketler­inden okunabilir.

Haliç’in doğal karakteri ile toplumsal bellekteki sayfiye ve mesire yeri olma halinin merkeze alınarak günümüz kültürel, ekonomik ve mekansal kodlarıyla yeniden okunması bir gereklilik olarak belirmektedir. Bu bağlamda, Haliç’in kuzey başlangıcı olan Alibeyköy Bölgesi’nin (4. Bölge) tasarım senaryosu, en başta açıklanmaya çalışılan, topoğrafyanın çağrısını önceleyen bir hareketle alana özgü topoğrafik yapı içinde gelişen doğal olana dönüş kurgusunun bir ürünüdür.

1.3. Alibeyköy’ün topoğrafik pozisyonu

Haliç’in bir uzantısı/parçası olan Alibeyköy, bölgenin tarihsel gelişimi içerisinde Kağıthane ile birlikte sayfiye yeri olarak şekillense de, çevresindeki tarım arazileri ve tarım faaliyetleri ile bu özelliğinden büyük oranda sıyrılmıştır. Bölgedeki tarımsal faaliyetlerin 1950’lere kadar sürdürüldüğü söylenebilir. Bu tarihten sonra özellikle Haliç özelinde gerçekleştirilen endüstri ve tüketim odaklı kentsel uygulamalar, alanın iç göç almasına neden olduğundan Alibeyköy Bölgesi de söz konusu göç hareketliliğinden etkilenmiştir. Haliç ve devamında Alibeyköy’ün yaşadığı düzensiz kentleşme sorunsalı mevcut kentsel doku üzerinden açıkça okunur. Bunun­la birlikte alanda yer alan Alibeyköy Cep Otogarı ve yapımı devam eden metro (Kabat­aş-Mahmutbey) ve tramvay (Eminönü-Alibeyköy) hatları gelecekte bölgeyi çok yönlü ulaşım akslarının çakışacağı bir merkez haline de getirecektir.

Alibeyköy Deresi’ni içine alarak bir vadi gibi Haliç’e uzanan alan, Haliç ve kuzey ormanlarını (Haliç-Alibeyköy-Terkos ekolojik koridoru) birbirine bağlayan bir işlev yüklenir. Bu bağlam­da ulaşım akslarıyla çevrili alanın gelecek öngörüsünde ekolojik koridoru zedelemeden de­vam ettirebilmesi, kentsel yaşam kalitesinin tüm canlı türleri adına arttırılması bağlamında son derece önemlidir. Bu sebeple Alibeyköy Deresi ve çevresinde tanımladığı alanlar, makro ölçekte öngörülen ekolojik sürekliliği bağlayan kilit noktasıdır.

2. TOPOĞRAFYANIN HALLERİ

Haliç’in “su ve etrafında yükselen vadi” kimliğinin kuzey başlangıcı kabul edilebilecek Alibeyköy Deresi ve çevresindeki alanlar, derenin iklimsel değişimlere ve mevcut kentleşmeye bağlı olar­ak yer yer cılızlaşması ile günümüzde daha az okunur hale gelmiştir. Alan bu yönüyle yoğun kent dokusu içerisinde kalan, mevcut yeşil alanlarla güçlü bir bağ kuramayan ve dereyle kuzey-güney aksında ortadan bölünen bir yapı özelliği gösterir. Bu noktada, tasarım kurgusunun teorik zeminini oluşturan “topoğrafyanın çağrısı” söylemi, alan özelinde fiziksel olarak kendini “topoğrafyanın halleri” olarak sergiler. Derenin ve vadinin topoğrafik karakterleriyle oluşan mekansal haller, fiziksel alanda farklı algısal deneyimlere zemin hazırlar ve dereyle ilişki kuran tanımlı alanlar yaratır. Bu mekansal haller; höyük, bağlaç, çanak ve çanak-ada olarak kentsel alanda belirir.

2.1. Omurganın oluşumu ve Alibeyköy Deresi

Alibeyköy Deresi’nin alan içerisindeki kuzey-güney aksındaki baskın konumu ve Haliç’ten gel­en ekolojik koridorun kuzeyde Terkos Gölü’ne bağlanması hedefi, tüm alanı güneyden kuzeye dereyle entegre biçimde saran bir omurganın oluşumuna zemin hazırlamıştır. Derenin mevcut durumda alanı bölen etkisinin yanı sıra, buna eklemlenen tramvay ve metro hatlarının da bu ayrımı pekiştirerek kuvvetlendirdiği düşünüldüğünde, mekansal kopuklukları gideren bir omur­ga öngörüsü sezgisel sürecin başlangıcında görünürlük kazanmıştır. Omurga -üst ölçekli plan­lama kararlarında- tasarım alanı içerisinde olmayan ancak alanın güney ucunda İgdaş Parkı’nı da içine alan adadan başlayarak 4. odak noktasındaki (Alibeyköy ve Küçükköy Deresi Ke­sişim Alanı) spor alanlarından geçer. Kuzeyde Alibeyköy Cep Otogarı ve sonrasında kuzey ormanlarına ulaşır ve böylece güneyden kuzeye bağlanan akışkan bir güzergahı tanımlar.

Alibeyköy Deresi’nin zaman içerisinde değişen/değiştirilen doğal güzergah seyrinin yeniden görünür hale getirilmesi ile kimi yerde onu takip eden kimi yerde uzaklaşan omurga, tasarım felsefesindeki tüm ögeleri birbirine bağlar. Özellikle metro ve tramvay hattının kesiştiği ve her ikisinin de istasyonlarının bulunduğu 3. odak noktasında (Metro -Tramvay İstasyonu) şişerek kalınlaşır ve batısında beliren ikincil bir aksla bütünleşik bir meydana evrilir. Omurga, bir aktarma meydanı olarak da işleyen bu alandaki tramvay hattını “yeşil bağlaç: köprü” ile at­layarak 2. odak noktasındaki (Bezmialem Kavşağı) “yeşil bağlaç: höyük” üzerinden 1. odak noktasına (Alibeyköy Cep Otogarı ve Tramvay İstasyonu) bağlanır.

Tasarım ögelerinin üzerinde şekil aldığı bu omurga; dereyle kurulan fiziksel ilişkiyi salt bir görsel algı yaratmanın ötesine geçirir ve söz konusu ilişkinin mekansal karşılıklarını arar. Bu sebeple mekanlar arası sirkülasyonu sağlayan bir ulaşım aksından ziyade, üzerinde perfor­mansa dayalı etkinliklerin, sergilerin, heykel parklarının yer aldığı; höyük, bağlaç, çanak ve çanak-ada gibi topoğrafya halleriyle çok çeşitli mekansal deneyimlere izin veren özgün bir tasarım elamanı halini alır.

3. TASARIM MÜDAHALELERİ

3.1. Müşterekleştirme ve Aşılama

Tasarım alanında yer alan herkesin ortak kullandığı kritik kentsel altyapıların (otogar, istasyon, spor sahası, koruluk) tasarım sürecine entegre edilmesi ve buna dahil olmayan alanların uzak­laştırılması ile ortak kullanım senaryosunun oluşturulması hedeflenir. Bu bağlamda alanının doğu ve batı eksenlerindeki Atatürk ve Mareşal Fevzi Çakmak Caddeleri arasında kalan böl­genin tamamı tasarım problemine dahil edilmiş ve bütüncül bir yaklaşım sergilenmiştir. Söz konusu bütüncül yaklaşımda Alibeyköy Stadyumu, yönlenmesinin de hatalı oluşu sebebiyle, alanın güney ucundaki spor alanlarının yer aldığı bölgede konumlandırılmıştır. Bununla birlikte mevcut stadyum etrafında bulunan ve dere taşkın alanında yer alan sağlıksız konut dokularının kamulaştırılarak tasarım alanına dahil edilmesi öngörülmüştür.

Tasarım yöntemi olarak; zaman-mekan ilişkisindeki pozitif yönlü dönüştürücü etkisiyle ön pla­na çıkan “aşılama” uygulaması tercih edilmiştir. Aşılama, zamana yayılan bir dönüşüm sis­tematiğine oturduğundan, kamulaştırma uygulamalarının da dahil edildiği tasarım problem­ine etaplama imkanı sunar. Alanda yapılacak müdahaleler böylelikle sistematik bir biçimde ilerleyecektir. Bu türlü bir kurgu, gerçekleştirilmesi hedeflenen uygulamaların idare tarafından ele alınmasını da kolaylaştıracaktır.

Alandaki aşılama bölgeleri odak noktaları olarak seçilmiş ve bu noktalardan alanın bütününe yayılan bir mekansal dönüşüm hedeflenmiştir. Bu dönüşümün temelinde doğala dönme (yenid­en yabanileştirme) çabası yer alır. Aşılanan bölgelerde, doğal olan zaman içerisinde kentsel mekanı ele geçirerek dönüştürecektir. Hatta öyle ki doğal olan, alan içerisinde kalan metro istasyonu gibi altyapısal ögeleri de zamanla sarmalayacak ve kendine benzetecektir.

3.2. Kesintisiz entegrasyon (Switch) ve Ulaşım

Tasarım alanı çok yönlü ulaşım akslarını (otogar, tramvay, metro) barındıran kompleks bir ul­aşım ağını içerir. Atatürk ve Mareşal Fevzi Çakmak ana arterleri arasında kalan alanı batıdan doğuya 3 ulaşım aksı (Yavuz Selim Köprüsü Sokağı, Dere Sokak ve Kazım Karabekir Cad­desi) keser. Mevcutta yer alan Sevinç ve Namık Kemal Caddeleri’nin iptal edilmesi ve semt pazarının bu bölgede kamulaştırılan alanda yeniden düzenlenerek mevcut kent meydanıyla ilişkili hale getirilmesiyle alandaki karayolu bağlantılarının sürekliliği sağlanır.

Alanda yapımı devam eden metro ve tramvay hatları ile mevcut otogar arasında gerçekleşecek ulaşım sirkülasyonunu sistematikleştirmek ve hafifletmek amacıyla, kesintisiz ulaşım entegra­syonunu sağlayan switch (geçiş/değişim) noktaları düzenlenmiştir. Alandaki 4 odak noktası içerisinde düzenlenen switch noktalarında, özellikle “park et – devam et” sistemini sağlayan isbike istasyonları ve bireysel bisiklet park alanları tasarlanmıştır. Ulaşım sirkülasyonu ma­halli ve kentsel olacak şekilde ikiye ayrılarak kısa ve uzun mesafelere ilişkin düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.

3.3. Doğala dönme (Yeniden yabanileşme)

Alibeyköy, geçmişinde taşıdığı tarımsal alan olma özelliğini zaman içerisinde yitirerek kentsel yapılı çevre içerisine sıkışmıştır. Bu sıkışıklık bölgenin yamaçlarına yayılırken dere ve etrafında­ki alanlarda derin bir boşluğa neden olur. Bu boşluk içerisinde yer alan mekanlar, çoğunlukla birbirlerinden kopuk yapıda ve mevcut yeşil alanlarla bağlantısızdır.

Tasarımın sezgisel sürecinde alınan kararlar doğrultusunda; alanın geçmişinden gelen tarım alanı olma hali de düşünülerek, doğal olana dönüşün önünün açılması ve bu yönde tasarım prensipleri geliştirilmesi amaçlanmıştır. Bu kurguda yapılaşma ile yükselen vadi arasında kal­an dere ve çevresi, aşılama tekniğinin zamana yayılan döngüsüyle doğala dönerek yeniden yabanileşecektir. Böylece tasarım alanı Haliçten Terkos’a bağlanan ekolojik koridor üzerinde bitki sürekliliğinin ve çeşitliliğinin sağlandığı bir ara bağlantı noktası olarak, kuş ve polinatiör gibi çeşitli canlıların göç yollarında duraklama odağı haline gelecektir.

Omurga, güneyden kuzeye doğru dereyle bütünleşik bir yapıda ilerlerken çeperinde kalan alanları kentsel bohçalama kurgusuyla içine alır. Her bohçalama alanı, aşılamanın etkisiyle zaman içerisinde doğal olanın kentsel mekanı ele geçirmesine izin verir. Bu döngüde yeniden yabanileşen tasarım alanı, Alibeyköy’ün topoğrafik yapısı içerisinde saklı bir doğal örüntüye dönüşür. Bu örüntüde odaklar ve bohçalamalar arası bağlantıları sağlayan yeşil bağlaçlar ise, üzerinde doğal olanın akışına izin veren ve topoğrafyadan referanslanan geçiş noktaları haline dönüşür.

3.4. Topoğrafya ve peyzaj ilişkisi

Eğimli araziler peyzaj mimarisi uygulamaları için açık alan mekan organizasyonlarında farklı topoğrafik tasarım olanakları sunan çok güçlü potansiyellere sahiptir. Alanın farklı eğimler içeren vadi yamaçları, bu anlamda önemle ele alınmış ve topoğrafik yapı özellikle yoğun ener­jili aktivitelere yer verilen spor kompleksi bölgesinde mekan tanımlayıcı unsurlar olarak değer­lendirilmiştir. Çeşitli ada, çanak, höyük gibi arazi plastiği uygulamaları, alanın topoğrafik potansiyelinin yansıtıldığı yapılar olarak kurgulanmıştır.

3.4.1. Genel peyzaj mimarisi tasarım ve bitki seçimi prensipleri

Genel tasarım ilkeleri çerçevesinde ‘Doğala Dönme / Yeniden Yabanileştirme’ alandaki tüm peyzaj uygulamalarının en temel ilkesidir. Bu doğrultuda, yer örtücü yayılıcılardan, çalılara ve yüksek ağaçlara, sucul ve sulak alan bitkilerinden otsulara kadar tüm bitkilerde öncelikle Mar­mara Bölgesi Doğal Florası’nın zengin çeşitliğinden bitkiler tercih edilecektir. Proje alanının tüm korulukları, geçiş koridorları, su ve topoğrafya ilişkisinin güçlendirildiği çanak ve su kıyısı alanlarında kullanılacak olan bu tür bitkilerin öncülüğü sayesinde yabani ama yerli bitkilerin doğallıkla bu alanlara yerleşmeleri ve alanı yabanileştirilmiş bir peyzaj sahası olarak tesis etmelerine olanak tanınacaktır.

Alanda bulunan (Ailanthus altissima ve benzeri) istilacı yabancı bitkiler uzaklaştırılacaktır. Peyzaj mimarisi uygulama sektörünün ekonomik kaygılarla ülkemize getirdiği hiç bir yabancı menşeli bitki türüne yer verilmeyecektir. Bu yaklaşım özellikle su kıyısı boyunca, su arıtma amaçlı kıyı uygulamalarındaki bitkisel alan tesisinde ele alınırken; su arıtma/fitoremediasyon fonksiyonuna sahip seçili bitkiler için kontrollü istisnalar olabilecektir.

Bu bölgenin/alanın/sahanın tarihsel geçmişinde, Alibeyköy deresi vadisi boyunca yoğunlukla tarımsal amaçlarla kullanılmş olduğu göz önünde bulundurularak uygun lokasyonlarda bu karakteri yasıtan ve hatırlatan meyveli ağaç ve çalılar yerli türler ile birlikte özellikle koruluk alan tesislerinde dikkatle ele alınacaktır. Alibeyköy baraj sahası ve havzası boyunca Kuzey ormanları ile bağlanarak, bölgesel bir peyzaj ekosistem sürekliliğinin önünün açılması genel peyzaj ilkeleri dahilindedir. Alanın genelinde çok çeşitli bir bitki paleti ile yoğun olarak tesis edilen birbirilerine bağlantılı bitkisel alanlar, yeşil koridor ve koruluklar, sürekli bir peyzaj olar­ak gerek yerli gerekse de konar-göçer fauna hareketliği için çok davetkar olacaktır. Bu yapı, çanaklarda ele alınan su aynaları ile zenginleştirilip çok boyutlandırılmıştır.

Marmara bölgesi fundalık ve maki dokusunun otsu mevsimlik ve çok yıllık bitkileri ile zengin çalılarının floradan faunaya ekosistem içindeki biyolojik çeşitliği ve zenginliği peyzaj tasarımımızın anahtarıdır. Bu tür bitkiler, bölgenin zengin kuş çeşitliğine yuvalanma sahası ve yem tedarik edeceklerdir. Aynı zamanda bölgenin yerlisi oldukları için yabanileştirme kavramı çerçevesinde bakımları göreceli olarak daha zahmetsiz ve az maliyetli olacaktır.

Yeşillendirilmiş köprüler, renkli, mevsimlik çiçekli bitkiler ve çalılar ile bezeli koridorlar halinde insanlar için olduğu kadar yabani hayat içinde güvenli ulaşım olanakları sunan bağlantı un­surları olacak ve tüm vadi boyunca ekolojik bir açık alan devamlığı sağlayacaktır.

*Kuban, D. (2010). İstanbul Bir Kent Tarihi – Bizantion Konstantinopolis İstanbul.
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul

Etiketler

Bir yanıt yazın