Tarih, coğrafyanın dördüncü boyutudur, ona zaman ve mana verir.
Hendrik Willem Van Loon
Giriş
İstanbul yerleşmelerine dair araştırmalar yapıldığında bilinmeyen şeylerin, bilinen şeylerden daha fazla olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. İki binli yıllar sonrası, metro çalışmaları için kazılar yapılmaya başlandığında; yer altında, üstündekinden başka bir İstanbul olduğu gerçeği her defasında doğrulandı. Çok önemli bir geçmişe sahip olmasına rağmen tarihi hakkında çok az bilgi sahibi olunan bu katmanlı kentin, üç büyük imparatorluğun başkenti olması tarihte başka eşi olmayan bir olgudur. Binlerce yıllık bir kentin kimliğini ise insanlar değil tarihi süreç saptıyor, evrensel imgesi yaşanılan süreçler içinde ilerliyor. Yenikapı bölgesi de temel altı kazılar ile son yıllarda ortaya çıkan arkeolojik buluntular sayesinde İstanbul’un bilinmeyen yönleri konusunda yerini alan, kent kimliğini oluşturan köşe taşlarından Bizans döneminden daha geriye giden bir tarihe sahip olduğunu gösterdi. Bu alana dair bir düzenlemenin, kentin evrensel kimliği ve kültürel geçmişi ve çok katmanlı tarihine bakmadan, başka bir deyişle geçmişten el almadan geleceğe el veremeyeceği düşüncesiyle, tarihi katmanlara ait izler sürülerek çalışıldı.
Tarihçe ve Bakış
Theodosius Limanı (Latince: Portus Theodosiacus), I. Theodosius tarafından yaptırılmış olan, M.S. 4. Yüzyıla kadar uzanan tarihi ile Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’in güneyindeki antik bir ticarî limandır.
Erken Bizans Döneminin en büyük limanı olan Theodosius limanı, Marmara Denizi’nin hakim rüzgârı olan poyraza karşı korunaklı bir alanda olup, Bizans dönemindeki sur içindeki yegane akarsu olan Bayrampaşa Deresi (Lykos) ağzında kuruludur.
İstanbul Tarihi yarımadasının güney kısmında yer alan alandaki arkeolojik kazılar ile Osmanlı, Bizans, Roma, Antik Yunan ve hatta Neolitik dönemlere ait pek çok kalıntı gün ışığına çıkarılmıştır.
Yapılan arkeolojik kazılar, İstanbul’un kent olarak tarihsel gelişimi ile geçmişte yaşayan insan topluluklarının sosyal, ekonomik, toplumsal düzenleri ve kültürlerini bizlere göstermiş olup, “Kent Arkeolojisi” niteliğinde incelenmiştir.
Alanın yüzyıllardır süregelen tarihi potansiyelinin gün ışığına çıkması sonucunda; alanla ilgili olarak tarihi alan planlaması ve tasarımında, “Tarihi mirasın gelecek kuşaklara aktarılması”, “Kültürel sürekliliğin sağlanması” ve “Tarih ile birlikte yeni yaşam ortamlarının sağlanması” başlıklarına önem verilmiştir.
Alanın tarihi niteliği ve tarihi kalıntıların önemlerinin vurgulanması adına; Peyzaj Planlaması ve Tasarımı açısından ilgili tasarımsal süreç, normal bir park olmaktan ziyade, daha çok “Açık Hava Müzeleri” olarak düşünülmüş olup, “Arkeopark” (Arkeolojik Park) niteliğindedir.
Dinamik Kamusal bir açık alan olarak düşünüldüğünde; rekreasyonel işlevlerinin yanı sıra, eğitim, sergi ve özel etkinlikler ile alanın arkeolojik tarihinin alanı gezenlere öğretilmesi ve rehber aracılığı ile turlar düzenlenmesi, rehber kitapçıkların basılması çalışmaları yapılmalıdır.
Vaziyet planı
Alan bir bütün olarak ele alındı.
Theodosius Limanı bölgesine ait 1/5000 haritadan alanın mevcut sirkülasyon durumu incelendi. Yaya ve araç yollarının yoğunluk önceliğine göre arazi kullanım değeri tespit edildi. Yarışma alanı dışında kalan diğer odak alanların ulaşım durumu tespit edildi. Odak alanlarına ulaşımın yetersiz olduğunu ve alternatifler geliştirilmesi gerektiği saptandı.
Alanın getirdiği kısıtlayıcı ve belirginleştirici özellikleri ile arazide yeni sirkülasyon izleri belirlendi. Belirlenen hizaların fonksiyonları, aksın sonunda ulaştığı yer ile ilişki kuracak şekilde belirlendi. Böylece alınan kararların yere ait ve fonksiyonel olması sağlandı.
Odak alanların yarışma alanları ile kuracağı ilişki ve yeni önerilen bisiklet yolu ile proje kapsamı genişletilmiş olup, Theodosius Liman sınırlarının tamamına temas edilerek, kapsayıcı bir öneri geliştirildi.
Mevcut Araştırma Laboratuvarı ve 100 ada alanı yarışma alanına yeşil bir koridor ile bağlanarak, ziyaretçileri daha tanımlı ve daha konforlu bir seyir alanına çıkarması hedeflendi. Bu alanlar, aynı zamanda mevcut Sirkeci-Kazlıçeşme demir yoluna da müdahale ederek, yaya ve bisiklet yoluna dönüşerek alana yeşil ve yaya sürekliliği ile bir bütünlük kazandırılmasına dikkat edildi.
Mevcut yarışma alanın giriş çıkışları incelendi, arkeolojik kazı alanı ile kurulan ilişki sorgulandı.
Yarışma alanının sınırları mevcut durumda incelendiğinde; alana kuzeydoğu, kuzeybatı ve güneydoğudan yaklaşılarak alana girildiği gözlemlenmiştir. Yani alanın köşelerinden dahil olma hali söz konusudur. Mevcut koşullarda, alana dahil olma, katılımcı olma durumu çok belirgin yerlerden olduğu görülüyor. Havalimanı, Hacıosman ve Marmaray metrosu yolcularının sıklıkla, güneydoğu ve kuzeybatı metro çıkışlarını kullandıkları arazide yerinde yapılan analizler ile tespit edildi. Alanın ortasında yer alan 4 adet Hacıosman metro çıkışının hali hazırda sadece 1 tanesinin faal olduğu ve faal olanın ise çok seyrek kullanıldığı tespit edildi. Bu verilere bakıldığında, alanı kullanan yolcuların hem deneyimsel hem de görsel olarak arkeolojik kazı alanı, dolayısıyla alanın tarihsel geçmişinden bihaber olarak alandan hızlıca geçtiğini fark ediyoruz.
Yenikapı transfer merkezi ve üst yapısının kullanımı, yolcu trafiği göz önünde bulundurulduğunda alanın sık kullanılan ve seyrek kullanılan alanlarına göre çıkarılan kullanım aksları yarışma alanının genel vaziyetindeki kararında etkili oldu. Alanın potansiyellerini kullanan hizalar belirlendi. Alanda var olan bütün verilere yeni eklemlenecek yapı ve izlerin birer hikâyesi var. Kendi hikâyeleri ile var olan bu yapılar ve izler; arkeolojiden, Theodosius’dan daha fazla haberdar olmak için beraber yeni bir hikaye yazmaya çalışıyorlar. Bu açıdan değerlendirildiğinde; bostan da kültürel ve yenilebilir peyzaja katkısını göz ardı etmeyerek eski izine referans ile kendine yer buluyor. Tarihsel katmanlarda önemli yeri olan bostan, yeniden ele alınıp, üreticiden tüketiciye niyeti ile bir işletmeye dönüşerek, parkın işletme giderine katkı sunması sağlanıyor.
Projede geliştirilen öneriler, alanın tarihsel ve güncel durumuna yanıt arama derdi ile paralel olarak ilerledi. Ziyaretçi merkezinin arkeolojik alana bakıyor olması ve formunu daha önce oradan çıkan teknelerin ahşap tekrarlı kaburga formundan alıyor olması ve kaburganın içinden bir izlek oluşturması projenin tarih ile kurduğu ilişkiyi ifade ediyor. İzleğin hemen arkasında yer alan, çocuklar için katmanlı arkeolojik park alanı ise çocuklarda tarih ve arkeoloji bilinci için temeller atmayı hedefliyor. Küçük parkın hemen yanındaki çukur bahçe ise alanın mevcut kullanım problemine odaklanıp daha fonksiyonel ve yeşil bir üst peyzaj oluşturuyor. Çukur bahçeye paralel uzanan uzun saçak, yeşil ve su alanın gündüz güneşin yoğun olduğu günlerde, gürültüden uzak bir çim oturma alanı vaad ediyor. Hemen devamında ise alanın hem işletme giderine katkı sağlayan hem de tarihsel geçmişe öykünen bostan yer alıyor.
Peyzaj Raporu
İlgili alanlar eğitim, rekreasyon ve turizm ile ilişkilendirildiğinde, doğa ve kültürün geliştirilmesi ile sürdürülebilir bir yerel gelişimde önemli rol oynamaktadır. Öğrenim deneyimi özellikle alandaki “Langa Bostanları” ile ön plana çıkarılmıştır.
Yüzyıllar önce İstanbul’un sebze ve meyve bahçeleri olarak bilinen ve Osmanlı Dönemi’nde “Vlanga” olarak adlandırılan, “Langa Bostanlarında yetiştirilmek üzere; Adaçayı (Salvia officinalis), Biberiye (Rosmarinus officinalis), Dereotu (Anethum graveolens), Fesleğen (Ocimum basilicum), Havuç (Daucus carota), Ispanak (Spinacia oleracea), Kadife Çiçeği (Tagetes erecta), Kara Lahana (Brassica oleracea), Kekik (Thymus vulgaris), Kişniş (Coriandrum sativum), Lavanta (Lavandula angustifolia), Marul (Lattuca sativa), Maydanoz (Petroselinum crispum), Nane (Mentha piperita), Pancar (Beta vulgaris), Pazı (Beta vulgaris var. cicla), Rezene (Foeniculum vulgare), Roka (Eruca vesicaria), Salatalık (Cucumis sativus), Semizotu (Portulaca oleracea), Tere (Lepidium sativum) ve Turp (Raphanus sativus) gibi sebze ve aromatik bitkiler seçilmiştir. Bu hususta, Bostanlar geleneksel bir kentsel tarım uygulaması olmakla birlikte, İstanbul’un geçmişteki, günümüzdeki ve gelecekteki kent kimliğinin de birer parçasıdır. Sürdürülebilir bir kentsel tasarımla kentsel tarımın önemi vurgulanmakta olup, halk tarafından, gıda üretiminin kent içinde mekansal alandaki yeri ve ulaşılabilirliği, halkın üretim safhasındaki alanlara erişerek etkin rol oynaması ve yerel tarım ağının geliştirilmesi ile ilgili bu “Topluluk Bahçeleri” ön plana çıkarılmaktadır. İstanbul, Emberger Biyoklimatik sınıflandırma yönetime göre yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı geçtiği Akdeniz makro iklim tipi ile genel olarak ılık ve yağışlı bir rejim gösteren Oseanik makro iklim tipinin kesiştiği bir coğrafi bölgede yer almaktadır. Kuzey kesimler oransal olarak daha serin ve nemli, güney kesimler daha kurak ve sıcak iklimsel özellik göstermektedir. Bu yüzden de özellikle; ılıman kuşakta doğal olarak yayılış gösteren ağaç türleri başta olmak üzere kısmen subtropik kısmen de boreal kuşakta yayılış gösteren birçok ağaç türünün İstanbul’da yetişmesine olanak kılmaktadır.
İlgili iklimsel faktörlerin yanında; peyzaj düzenleme çalışmalarında, mevcut siluet ve görsel değerler korunarak, alanın tarihi ve kültürel dokusu ile bütünsellik korunmaya çalışılmış olup, kalıntıların bulunduğu döneme ithafen dönemin bahçe sanatı anlayışına göre bir düzenleme yapılmış ve bitki tercihleri de o yönde olmuştur. Bostan alanlarının çevresinde; eski dönemlerdeki bahçe tarihinde de büyük öneme sahip olan meyve ağaçlarının eklenmesi, hem meyvelerinden yararlanmak, hem de çiçeklenme dönemlerinde etrafa güzel bir renklenme ve koku yaymaları nedeniyle tercih edilmiştir. Kocayemiş (Arbutus unedo), Ihlamur (Tilia platyphyllos), Ayva (Cydonia oblonga), Badem (Amygdalus communis) ve Kırmızı Yapraklı Erik (Prunus cerasifera) kullanılmıştır. Bizans, Osmanlı ve Türk Bahçelerinde, su öğesinin yer alması, bitkisel kullanımların çok sık dikim aralığında yapılmaması ve ara ara soliter kullanımlara yer verilmiştir. Bu yüzden alanda da; hem görkemli duruşu hem de gün ışığına çıkan kalıntılar gibi yüzyıllardır yaşayabilen bilgelik ve zaferin sembolü, Zeytin Ağacı (Olea europaea var. Europaea) kullanılmıştır. Bizans, Osmanlı ve Türk Bahçeleri döneminde de yer alan ve İstanbul’un florasına uygun olarak tercih edilen ağaç ve ağaççık formundaki bitkilerin çoğunluğu herdem yeşil (yapraklarını dökmeyen) bitki türlerinden seçilmiştir. Bu özellikleri nedeniyle de, yaz ve kış dönemlerinde, alan yeşil dokusunu koruyacaktır. Alandaki diğer kullanılan bitki türleri de şunlardır: “Fıstık Çamı (Pinus pinea), Boylu Ardıç (Juniperus excelsa ssp. Excelsa), Sahil Sekoyası (Sequoia sempervirens), Atlas Sediri (Cedrus atlantica), Şimşir (Buxus sempervirens), Akdeniz Defnesi (Laurus nobilis), Kermes Meşesi (Quercus coccifera), Pırnal Meşesi (Quercus ilex), Büyük Çiçekli Manolya (Magnolia grandiflora), Kurtbağrı (Ligustrum japonicum), Katırtırnağı (Spartium junceum), Pittosporum (Pittosporum tobira), Defne Yapraklı Kartopu (Viburnum tinus) ve Ova Akçaağacı (Acer campestre subsp. Campestre)” Ayrıca alandaki bitkilendirme düzenlemesi kapsamında; Pırnal Meşesi (Quercus ilex), Ova Akçaağacı (Acer campestre subsp. Campestre), Kurtbağrı (Ligustrum japonicum), Ihlamur (Tilia platyphyllos) ağaçları kent içi yol bitkilendirmesi için ve Şimşir (Buxus sempervirens), Akdeniz Defnesi (Laurus nobilis), Kurtbağrı (Ligustrum japonicum) gibi bitkilerde “Ağaç Budama Sanatı” (Topiary) için uygun olduğundan tercih edilmiştir. Çit, yürüyüş yolu ve yol kenarı bitkilendirmelerinde Topiary kullanılmakla birlikte; alanın diğer bitkilendirmeleri de genellikle ağaç, ağaççık ve çalıların doğal formları korunmuştur. Doğal formlarının korunmasındaki amaç, genellikle radyan ısı/ışıma ısısını azaltmak amaçlıdır. Ayrıca bu nedenle de, radyan ısının yansıyıp alanda fazladan ısı artışı olmaması adına, yer örtücü bitkiler ile herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Çim alanlarda da; gene İstanbul içinde genellikle kullanılan, İngiliz Çimi (Lolium perenne), Çayır Salkım Otu (Poa pratensis) ve Kırmızı Yumak (Festuca rubra rubra) çim bitkileri, çok yıllık olmaları, çabuk gelişmeleri, iklimsel ve çevresel etkilere karşı dayanıklı olmaları nedeniyle tercih edilmiştir. Alanda; yarı açık mekanların, yeşil alanların ve yapıların arasındaki ideal bağlantının sağlanması ön planda tutulmuş olup, Türk Bahçe tarihinde de olduğu üzere zemin genellikle çok işlem görmemiştir. Zemin doğal kaplamasıyla ya da sıkıştırılmış toprak olarak bırakılmıştır. Bitki seçiminde olduğu gibi malzeme seçiminde de; ısı adalarının oluşumunu engellemek adına yapısal peyzaj donatılarında ısıyı yansıtacak malzemelerden kaçınılmıştır. Özellikle açık renkli yüzeyler ve döşemelerde gözenekli geçirgen yüzeyler tercih edilmiştir. Kentsel donatı elemanlarından oturma birimleri, aydınlatma birimleri vb. elemanlar için ise; alan için uygun olarak, emprenye işlemi görmüş ahşap malzemeli elemanlar tercih edilmiştir. Bu sayede de iklimsel şartlara, böcek/mantar yıkımına ve yangına karşı dirençli olacaktır. Yönetimsel olarak da; tüm alandaki bitki örtüsünün kontrolü ve bakımı, Bostan alanının tamamının ekin yönetiminin yapılması, çizelgelerin oluşturulması gerekmektedir. Alanı korumak için se; belirli saatlerde ziyarete kapalı tutulması, rehber ile park ziyaretinin zorunlu hale gelmesi ve arkeolojik parkların ziyaretçiye açık olduğu saatlerde güvenlik elemanlarının bulunması, insan eliyle oluşabilecek tahribatları da azaltacaktır.
Sonuç
Yarışma alanı incelenirken, kentin mirasına hürmeten alanın, bundan kültür üretimine katkısı sorgulandı. Geçmişteki hikayesinden el alıp, hemen yanı başındaki yeni hikayesine el veren süreklilik olabilecek bir düzen arayışına gidildi. Kültürün kentlerde üretildiği varsayımı yerine insanın ürettiği her ortamı, bulunan her kalıntıyı ve her değeri kültür olarak kabul eden antropolojik tanım yeğlendi.