MeMA projeyi şöyle anlatıyor:
30 günlük çalışma sürecini, düşündüklerimizi, tartıştıklarımızı, ekibin ve atölyenin ruhunu ve biçimsize ulaşana kadar geçen zamanı, yaşanmışlıkları tekrar anlatmaya çabalamak, yazmanın en zor tarafı. Oluş sırasında kendimize tuttuğumuz notlar, sonrasında yazmaya başladığımız bu büyük anlatıya yetmiyor.
-5 Davet mektubu – Giriş metni
-4 Dönüşümün merkezlerinden birisi olarak Merter
-3 Mimarın rolü
-2 Biçimsiz
-1 Kayboluş (tekil nesneler – mimarlık ve felsefe konuşmaları, jean baudrillard – jean nouvel)
0 Son (sn. hüseyin yanar’ın yorumları)
Garage Grup için sürdürdüğümüz konut geliştirme işi için çalışırken yeni projeleri için davet edildik. Bağlantıda olduğumuz uluslararası işbirlikleri, sorgulama ve üretme biçimimiz, iş geliştirme becerimize bağlı olarak davet edilmiştik. Diğer gelişimini tamamlamış profesyonel ofisler ile yarışmak tedirginlik yaratsa da, bizim ölçeğimizde bir atölye için heyecan verici idi. Kazanmaya odaklanmak yerine bu talebin yarattığı umut ile durumu daha genişletmeye, potansiyellerini artırmaya çabalarımız böyle başladı.
Kentin bu kadar hızla dönüştürülüyor, hafızasının yok sayılıyor olması kentin katılımcısı olarak endişelendirirken, tasarımcı olarak buna çözüm üretmek için masaya çağırılıyor olmak heyecanlandırıyor. Bu ikilem bugüne kadar yapageldiklerimizin tam da kendisi aslında.
Kullanım değeri olarak itibarı eksilen boşalan yer ile değişim değerinin peşinden gelen yeni kullanıcı arasındaki gerilimi sorguladık. Yeni gelenlerin beklentileri ile yerin hafızası arasındaki uyuşmazlık o yeri yer olmaktan koparıp yersizleştiriyor; dümdüz, bomboş bir medya (tabula rasa) kılıyor.
Anlatmak istediklerimizin yapısal ve inşai gerekler dışında temel önermesi; hala mimarlığın ne olması gerektiği ve modernitenin getirdiği toplumsal koşullarla nasıl ilişkilendirilmesi gerektiği ile ilgili olarak ne kadar farklı pozisyon alınabileceği ve tam da burada MeMA’nın kendini nasıl konumlandırmaya çabaladığıdır.
Çalışma için Paul Davis & Partners ile kurduğumuz ilişki çalışma süresinin sınırlı, sıkışık olması sebebi ile askıya alındı. Uzun süredir ortak iş ürettiğimiz İbrahim Eyüp ‘Eyusta Atölyesi’ ve üretme biçimine inandığımız dostlarımız Umut Durmuş, Deniz Gezgin ile çalışmaya devam ettik. Tüm süreç boyunca stajerimiz Eyüp Özkan staj çalışmasının ötesinde katkı sağladı…
İstenen Merter’de E5’e komşu, küçük atölyelerden oluşan endüstri bölgesinin taşınması sonrasında boşalacak alanlardan Garage Grup’a ait olan bölümünün konut ve ticaret yerleşimi için tasarlanmasıydı. E5’e ve yeni ulaşım bağlantılarına bu kadar açık bir noktada durmanın nasıl olacağını sorguladık. Çalışma alanı Cevizlibağ metrobüs durağı, kıyı ile bağlantı kuran Merkez Efendi yeşil bandı ve Kazliçeşme durağı ile Marmaray bağlantısı gözetildiğinde metrobüs ile kentte kuzey’de Zekeriyaköy’e, Marmaray ile doğu-batı hattında Kartal ve Küçükçekmece arasında hareket edebildiğiniz düğüm noktalarından birisine dönüşüyordu.
Metafor olarak KAPI – müze
Yaya hareketinin önemi ve toplu taşıma olanaklarının kentli profil için en verimli seçenek olduğuna inancımızdan, kamusal alan bağlantılarının uzantılarını çizdik. Bu uzantıların kesişim noktasını, hedeflediğimiz birikme alanının temsili için ayırdık ve bu kesişim noktasına bir müze önerdik. Müze hem bölgenin hem de önerdiğimiz yerleşimin kapısı oldu. Çarşı, konut ve alternatifli olarak ofisler için tüm yaya hareketini bu kapıdan yönlendirdik. Amaçladığımız yerin hafızası ile yeni gelen hayatın yüzleşmesiydi.
İstenen – iki kule
Müzeyi tanımladıktan sonra istenen iki kule için vaziyet planı kararlarını hızla verdik. Tek noktadan katların üst üste konarak inşa edilen fallik geceyükselenlere alternatif olarak; ofis ve konut yerleşimlerini çeperlere dayadık. Tek noktadan yükselmek yerine yatayda işleyen mekanlar kurguladık.
Avlunun müzeye yakın yüzünde konutları, avlunun araç hareketi egemen diğer yüzünde ise ofisleri konumlandırdık.
Ortak alan müze ile kurulan sıcak bağlantı ile hem müzenin hem çarşının bahçesi olarak tasarlandı. Konut bloğu için geliştirdiğimiz yatay kullanımı, 5 kata yayarak ofisler için de önerdik. Konutlar; tabanda en uzun ve en dar aralığı kullanarak (20m x 100m) 3 katlı yeşil ilişkilerden kurguladığımız yatayda bir yaşantı oluşturuyor. Konut bloğu, ünitelerin sırt sırta dizilerek oluşturduğu katlar ve katların yeşil yarıklar aracılığıyla 3lü birliktelikler oluşturacak şekilde üst üste gelmesi ile tanımlandı. Ünitelerin ve 3lü birlikteliklerin dağılımı değerleme danışmanlığı aldığımız grup ile ortak kararlaştırıldı. Bizden beklenen yoğunluğu; önerdiğimiz dar ve uzun yerleşim üzerinde zemin kotu ve tanımlanan en yüksek nokta arasında değerleme ekibinin öngörüsüne göre biçimlendirmeye başladık.
Farklı yoğunlukta ızgaralardan oluşan ağın kapladığı binanın geometrisi bir kerede açıklanamıyor. Anlam üzerinden değil de biçim üzerinden oluşturulmuş egemen mimarlık kültürü içinde biçimsiz duruş bir tür kayboluş yaratmaktadır. Bu kayboluşa paralel olarak; E5 kıyısında endüstri bölgesinin içinden de tezat bir biçimde görünürlüğünü artırdığını düşünüyoruz.
Tam da burada Sn. Hüseyin Yanar’ın yaptığımız ile ilgili görüşünü paylaşmak isterim:
…bence daha büyük, son büyük sır yüksek binada saklı… Bunun üzerine çalışmalı ve daha ileri ki projelerde onun ilkesini çok ileri götürmelisiniz.
Sanki yine dev bir masif kütle belki de diğerlerine benzer bir kaya parçasının etrafı sarıldıkça sarılmış. Christo’nun yapıtlarını herşeyi paketler gibi sarıp sarmalarını andırıyor tabii başka bir açıdan bakılır ise. Ama o organik ve daha figüratif yapıyor elbette çoğu şeyi sararken. Sizinki onun belki de çok soyutlanmışı biraz da abartırsak. Şimdi burada ben şunu görüyorum. Daha dikkatle gelişimi adım adım belki incelemem lazım ama bu örnekler özellikle sonuncusu artık kolonlu taşıyıcılı sistemlerin ötesinde volüm aramalarına vuruyor. Binanın binalıktan çıkma isteği var. Ya da bu tartışma içindesiniz uzaktan bakınca belki de. O da tabii başka bir yerlere doğru işleri yönlendiriyor. Yani figüratiflikten abstract bir yola gidişte anlaşılabilir. Belki daha önce de vardı ama bu PDF de bu daha açık gözüküyor… Yanında kaydırmalı cepheli bina gibi binalarda olsa. Burada tabii kütlenin yüreğini ya da yüreğinin parçalarını yani işin içini daha belirgin kılmak harika senaryolar yazmak önemli.. Tabii benim bir de aklıma gelen büyük kütlenin darbelerinde küçük ve büyük 45 lik kesmeler olsa da hala düşey ve yatay çizgilere uyuyor. Belki onlardan da kurtulabilir mi kütle daha da özgürleşebilir mi, heykelleşebilir mi diyor insan. Ama zaman içinde neler olacaksa olacak.
***Jean Baudrillard: Elbette, “kayboluş estetiği’ terimi üzerinde anlaşmak gerek…Kaybolmanın bin çeşidi var, ama en azından soyu tükenme anlamında. Bu hepimizi ilgilendiriyor ve bu daha ziyade bir uçuculaşma. Benim sözünü ettiğim kayboluş başta gündeme getirdiğim değersizlik ya da hiçlik kavramını beraberinde getiren bir kayboluş; bir biçimin bir başka biçimde kaybolması, bir başkalaşma biçimi: bir beliriş-kayboluş.
Burada tamamen farklı bir oyun var. Bu herkesin başka bir şeyin klonu ya da metastazına dönüştüğü ağlarda kayboluş değil, herkesin kaybolması gerektiği, herşeyin kendi kayboluşunu içerdiği bir zincirleme formlar dizisi. Herşey kayboluş sanatında. Onu ifade etmek için, ne yazık ki, yalnızca bir sözcük var ve aynı şey değersizlik terimi için de geçerli.
(Tekil Nesneler – Jean Baudrillard, Jean Nouvel)