Birçok eski ikon arasında nasıl ciddi bir yapı yapılabilir?
Eski yapılardan oluşan bir kent merkezinde nasıl kamusal yapı tasarlanır?
Nostaljiden uzak bir bina, hatta modern mimariden de…
Portekizlilere ait bir arsada Avrupalı yapı…
Rem Koolhaas bugünün kentleri ve mimarlar arasında bir paradoks olduğunu düşünür. Ona göre mimarlar hiçbir zaman kentin gerçek yazarları olamamıştır. Olabildikleri durumlar ise radikal otoriter durumlardır. Bu ise muhteşem bir paradoks ya da başka bir deyişle mimari bir tragedyadır çünkü gelişmiş güdüler ütopyalarla ilişkilidir, ütopyalar ise iktidarın elindedir.
Kentleşme
Çelişkili de görünse Porto, kendine has özellikleri taşıyan tek yapılardan oluşan “bozulmamış” bir kent.
Yeni bir konser salonunu, Boavista Plaza’nın dairesel duvarını saran bir katman gibi eklemektense, yeni, daha tanımlı ve daha özel bir meydan oluşturmayı tercih ettik. Üç taraftan etrafı çevirilmiş özerk bir konser salonu tasarlamayı seçtik.
Bu özenli kesinti, yeni bina için “sembolizm”, “görünürlük” ve “geçiş” kavramlarını tek bir hareketle özel bir bağlam oluşturmamızı sağladı. Bu devamlılık ve zıtlık sayesinde, Boavista Plaza, bizim müdahalemizden sonra eski ve yeni Porto arasında bir menteşe olma özelliğini de bırakmış oldu. Plaza bu şekilde kentin iki farklı modelini karşı karşıya getirmiş oldu.
Mimarlık
Bilim ve sanatın karşı karşıya geldiği her savaşta, bilim her zaman yenmiştir.
Akustik ve mimarlık da bir savaştır.
Konser salonu gibi geleneksel tipolojiye nerede örnek verilebilir?
Bu yüzyıl, kötü tanınan “ayakkabı kutusu” zorbalığından kaçışa mimari olarak çılgın bir girişim olarak tariflenebilir. Uzmanlara göre bu “ayakkabı kutusu” yapılar mükemmel akustik için de garantili yapılar olarak belirtiliyor.
Sharoun, Berlin’deki dikdörtgen şeklindeki yapıları engellemeye çalışırken, Gehry Disney Hall’de eski prototiplerin kaçınılmazlığına yönelmişti. Şu bir gerçek ki, bunu modern dünyanın bir parçası haline getirmek de oldukça zor.
Formla savaşa girmek yerine, “konser salonu” ve “toplum” arasında ilişki kurmaya çalıştık. Kültürel kuruluşlar nüfusun sadece bir kısmına hizmet edebiliyor. Büyük bir çoğunluk sadece dış mekanı biliyor, iç mekanın ne hissettirdiğini ise çok küçük bir bölümü biliyor.
2 konser salonu ve diğer kamusal etkinlikler arasından seçtiğimiz ve katı bir kütle olarak düşündüğümüz bu yapı için, iç mekandakiler kadar dış mekandakilere de heyecan verecek içi oyulmuş bir blok tasarladık.
İçeriğini öğretici olmadan açığa vuran yapının, aynı zamanda kenti daha önce hiç olmayan şekilde açığa çıkarmasını sağladık.
Toplu mekanlarda programı bölerek, oyulmuş mekanlar ile dikey ulaşım, etkinlik birimleri, ofisler ve depolar gibi ikincil hizmet mekanlarını oluşturduk. Hem açık/algılanabilen hem de içinde bir gizem uyandıran yapı bu diyagramı ile bir mimarlık macerasına dönüştü.