Ayasofya, inşa edildiği günden itibaren farklı medeniyetler ve dinler tarihinde yer etmiş, büyük öneme sahip bir anıttır. Yüzyıllar boyunca yalnızca taşıdığı kimlikler ve üstlendiği anlamlarla değil, sahip olduğu mimari çözümler ve mekânsal nitelikler açısından da bugün hala büyük önem taşımakta olan bir yapıdır. Bu anıtsallık ve göz önünde olma durumu Ayasofya’ya farklı devletler ve ideolojiler tarafından farklı kimlikler verilmesine sebep olmuş ve her zaman sembolik bir yapı olmasını sağlamıştır. Bugün, yirmi birinci yüzyılda ona yüklenen tüm anlamları ve kimlikleri biriktirerek evrensel bir değer kazanmış, tüm ihtişamıyla şehrin tarihi merkezinde yer alan önemli bir kent simgesi haline gelmiştir.
Ayasofya’nın bugün Topkapı Sarayı ve Sultanahmet Camii ile kurduğu çizgisel ilişki, yapılardan daha eski bir hiza tanımlıyor. Antik Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı’da farklı yapıların birbiri üzerine inşa edilmesi ile izini korumuş olan bu ilişki üç yapının çizgisel olarak yarımada üzerinde hizalanması ile oluşuyor. Bu tarihi ve kültürel hiza özellikle Ayasofya ve Sultanahmet camileri arasında, iki yapının karşılıklı olarak sınırlarını tanımladığı bir kentsel açık alan oluşturuyor. Nitelikli bir kamusal alan olma potansiyeli oldukça yüksek olan bu alan, halihazırdaki peyzaj ve çevre düzenlemesi ile potansiyeline ulaşabilmiş bir durumda değil. Bu araştırma ve kurgu, söz konusu açık alanın aktif kamusal kullanım niteliğini arttıracak yeni mekânsal oluşumlar ve müdahalelerle hem iki anıtın arasındaki yakın ilişki ve mesafenin anlaşılabilir olması hem de alanın aktif kullanılan nitelikli bir kamusal açık alana dönüşebilmesini hedefleyen bir çalışma.
Aktif kullanılacak bir kamusal alanın niteliklerini yeniden düşünürken çalışmanın ana fikrini Ayasofya’nın kimliği oluşturdu. Bugün kazandığı evrensel önem, Ayasofya’nın taşıyabildiği anlam ve kimliklerin çokluğundan ve esnekliğinden kaynaklanıyor, aynı esnekliğe ve evrensel değerlere sahip bir açık alan kurgusu hem bütüncül hem de kamusal bir alan oluşumu için prensip olarak belirlenebilir.
Bugün tüm dünyada etkisi görülen iklim krizi yalnızca tasarımcılar için değil tüm insanlık için yeniden düşünülmesi gereken üretim ve yaşama yollarımız olduğunu bize öğretti. Ekolojik dengelerin bozulduğu ve iklim krizinin etkisinin her dakika daha da arttığı bu dönemde tam da içerisinde bulunduğumuz pandemi bizim için önemli bir ders olabilir. Özellikle mimarlar ve tasarımcılar olarak mekân ve deneyim kurgularken aldığımız sorumluluk, böyle bir sorunun çözümünde işe yarayabilir; mekân üretimine ve oradaki deneyimlere anlam kazandırırken, türümüzü ve dünyayı ilgilendiren bir sorunu hep birlikte düşünmek ve çözüm üretmek bize aslında doğaya ve birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu hatırlatabilir.
Sınırları, ideolojileri, dilleri aşan bir anıtın bu kimlikle yirmi birinci yüzyılda yeni bir anlam kazanması onun evrensel değerini kuvvetlendirirken aynı zamanda yeni programlarla kamusal alanın canlanmasını ve aynı değerleri farklı bir şekilde yeniden üretebilmesine olanak sağlayabilir.
Böylece çalışma ana hatlarıyla; iklim krizi hakkında bilgilendirici olma, çözüm önerileri için örnekler ve alternatifler sunma görevini iki anıt arasında nitelikli bir kamusal açık alan oluştururken yapabilmek üzerine kuruldu. Aynı zamanda iki anıtla ilişkili yeni programlar ile zenginleştirilmesi amaçlandı.
Tanımlanan bu alan içerisinde kalıcı ve dönemsel sergi pavilyonları, yeme-içme alanları, mozaik müzesi, açık hava sergi ve gösteri alanı olmak üzere yeni programlar belirlendi. Sert zeminin minimum alana sahip olması sağlanarak kazanılan toprak zeminde endemik bitkilerin ve ağaçların oluşturacağı ve kullanıcılarının dikim/ekimine açık basılabilir yeşil alanlar düşünüldü. Suyun yeniden kullanılabilmesi için sistem ve yerleşimler düşünüldü. Alan için belirlenen programları barındıracak tüm yapıların taşıyıcı ve cephe malzemeleri geri dönüştürülmüş malzemeler olup, farklı pavilyonlarda kimlikleriyle uyumlu olacak farklı cephe malzemeleri düşünüldü. Bu malzemeler farklı mekânsal değerler ve nitelikler oluştururken aynı zamanda geri dönüştürülmüş malzemelerin kullanım potansiyelini anlatacak bir katalog görevi görmesi hedeflendi. Hafif, değişebilir, dönüşebilir bu strüktürler ve pavilyonlar hem güncel bir sorun için çözüm örneği ve bilgilendirme sağlarken, aynı zamanda sorunun ortadan kalkması ve temsil edilmek istenen yeni bir konu olması durumunda başka tasarımlarla yer değiştirebilecek alanlar oluşturdular.
Hem kullanıcı katılımı hem de insanlığın sorumluluk alması gereken bir sorunun temsili üzerinden evrensel bir kimlik kazanmış olan bu açık alan tasarımı aynı zamanda var olan yollar ve iki anıt arasındaki çizgisel hiza göz önünde bulundurularak kurgulandı. Bu kurgular ve müdahaleler sonunda çalışma; iki anıtsal kent simgesi arasında var olan yürüme yolları, pavilyonlar, açık sergi ve gösteri alanı, yerel peyzaj öğeleri barındırıp, katılımcılığı teşvik eden esnek ve değişebilir bir karakterde, evrensel bir konu üzerinden kurgulandı ve en olgun haline bu şekilde ulaştı.