Eşdeğer Mansiyon (9016 Mimarlık), Caferağa Spor ve Kültür Merkezi Mimari Proje Yarışması

Mimari Proje Raporu

Bir kent, ana iskeletini oluşturan birbirini bağlayıcı sokakları ve kamusal alanları –meydanlardan caddelere, parkalara, bahçelere, çocuk oyun alanlarına – ile imajını ve ara yüzünü belirler ve bu iskelet üzerine geri kalan her şeyi kurar. Bu iskelet üzerindeki varış noktaları ne kadar çeşitli, ulaşılabilir, cazip, rahat, çekici, özgün ve kamuya açıkken, etrafındaki yapılaşma ile kurduğu ilişki ne kadar dengeliyse o denli benimsenir.

Bu iskelet, ulaşım, güvenlik ve ayrışma için bir ara yüz olduğu kadar, kişinin görme ve görülmesi, kentin günlük oyununa dâhil olması ile ilgilidir. Kamusal alan doğal olarak gelişen bir veri değildir, genellikle ortaya çıkarılmak ve sürekli yeniden tanımlanmak durumundadır ve genel olarak araçların baskınlığını savuşturmaktan öteye geçmelidir. Kamusal erişimin izleri, kentin ne kadar çok içine girebiliyorsa o kentin kültürel canlılığından ve ortak zemininden o kadar söz edilebilir.

Son yıllarda oluşan kentsel yapıya baktığımızda, daha çok alışveriş ve yaşam merkezleri gibi genel olarak kapalı ve sözde kamusal alanlara odaklanırken; kentsel dönüşüm kapsamı altında yıkılıp hiçbir şey olmamış gibi yeniden yapılan tekil yapılarla daha büyük ölçekteki kapalı konut sitelerinin, kentin ve toplumun ana iskeletini oluşturan kamusal alanlarını oluşturmada oldukça geriye düştüğü rahatlıkla gözlemlenebilir. Kent, kapımızın önünden öte değildir…

Bu anlamda Kadıköy merkezi, -her yer gibi- yoğun iskeletinin üzerinde, kendine özgü dokusundan kaynaklı yapısıyla, kamusal erişimin izlerini oldukça içerilere taşıyabilmiş trafiğe kapalı bir merkeze ve çarşıya sahiptir ancak yine de, yeterince olduğunu söylemek henüz çok doğru olmayabilir. Merkezden uzaklaştıkça erimeye başlayan iskeleti, yerini hantal bir yapılaşmaya bırakmaya başlar. Yine de Kadıköy’ün birçok yönden daha canlı ve insan ölçeğinde bir yer olduğunu söylemek mümkündür. Trafiğe açıldığı ana hatlara ve özellikli varış noktalarına eşlik eden geniş kaldırımları ile kent hayatının akışkanlığı ve canlılığı hissedilir. İnsanların en çok ilgisini çeken tabi ki başka insanlardır ve kentler herkes için bir şeyler sağlama kapasitesine sahiptir, çünkü sadece ve sadece o zaman, herkes tarafından yaratılmış olurlar.

Proje, tam da bu anlamda kullanımını kolaylaştıran, ancak oldukça yoğun bir ticari ve konut yapılaşmasının arasında yer almaktadır. Yakın çevrede, birkaç küçük park sayılmazsa, herhangi bir kamusal alan veya özellikli bir boşluk bulunmamaktadır. Araç trafiğine kapalı çarşı ile yine doğrusal olarak araç trafiğine kapalı olan – belirli aralıklarla geçen tramvayı saymazsak – Bahariye’nin tam ortasında yer alan proje alanı, bu iki önemli bölge arasında bağlayıcı bir nokta konumundadır.

Mevcut proje yapıları içsel işlevlerini genel anlamda yerine getirebiliyor olmakla beraber, çevrelerine özellikle işlevlerinin doğal olarak barındırması gereken bir ilgi ile yaklaşmamakta ve hatta duyarsız davranmakta oldukları söylenebilir. Bu mevcut iki yapının barındırdığı sanatsal ve sportif işlevleri, biçimlerinden dolayı çok ayrı gibi görünmekle birlikte, sadece kuralları değişmektedir ve tek bir isim altında toplanabilirler: ‘Oyun’.

Oyun kavramı, kültürden daha eskidir. Kültür oyun biçiminde doğar. Oyun etkileşimi gerektirir ve etrafında görünmez, geçici, büyülü bir alan yaratır; hareket, enerji ve içgüdüsel tepki gerektirir. Kendine özel bir mekânı ve kuralları vardır. İnsanların keyif alması, değerlendirmesi, yeniden düzenlemesi ve katılımı ile var olur.

Bu bağlamda genel olarak kamusal toplanma ve buluşma alanı olarak Kültür Merkezi’ni sadece buluşma noktası ya da uğramadan geçilip gidilecek bir yapı olmak yerine, içerisi ve dışarısı arasında geçirgenlik oluşturarak; içinde neler olup bittiği kadar, dışında da bir işler çeviren, merak uyandıran, içerisi ile dışarısını görünmez bir şekilde bütünleştiren ve sadece tüketilen değil, aynı zamanda bir parçası olunan ortak bir oyun alanı olarak ele alabiliriz.

Benzer bir şekilde kentliyi ve kent kültürünü biçimlendiren kamusal alan, oyun kavramının kent dokusuna bir yansıması olarak ele alınabilir. Bu nedenle projeye yaklaşım, öncelikle bu çerçeveyi destekleyecek bir kamusal alan yaratma fikri ile şekillendirilmiştir. Kamusal alan kavramı ise, kentliye açık, sınırsız biçim ve uygulamalarda anlam bulan kültürel, politik ve sosyo-ekonomik bir fiziksel çevre ile bileşik ve devingen bir sistem içindeki hareketlerin aktörleri (kurucu, üretici, tüketici, kentli) ile sosyal ve uzamsal ilişkiler ağı içinde şekillenecek bir alan olarak ele alınmıştır.

Özel yatırımın desteklenip, girişimci eylemlerin teşvik edildiği, kimliği besleyen, gönüllülüğe cesaretlendiren, toplumun özgün değerlerini ortaya çıkaran ve kentin ‘ortak zemin’i olarak hizmet edip çeşitli grupları, hareketli noktalarla kendine çekme – sosyalleşme, yeme, okuma, oyun oynama, spor yapma, sanatla etkileşme vb. – özelliğindeki alanlarla, toplumsal sahiplenme dürtüsünün tetiklenip hem ekonomik hem sosyal yönden verimli olma ihtimalini artıran esnek ve kamusal bir alan oluşturulmasının temel sebeplerinden biri de, kente daha geleneksel büyük ölçekli yatırımlar yerine, küçük ölçekte, daha hızlı ve çeşitli şekillerde etki ederek canlılık getirecek ve hafıza, duyusal deneyimler ve hikâyelere yaslanarak bu alana yeniden bağlanmayı sağlayacak olduğunun düşünülmesidir.

Bu kurgu oluşturulurken, Caferağa Spor Salonu ve Barış Manço Kültür Merkezi belleğini ve işlevlerini devam ettirecek olan yeni ihtiyaç programı kapsamında, ‘Kentle bu oyunun oynanması için kentin ihtiyacı olan bu boşluk nasıl oluşturabilir?’ sorusu ile yola çıkılarak, hacmen daha büyük yer kaplayan işlevler yer altına alınıp -bu durumda spor salonu ve sağlık merkezi işlevleri- üç taraftan mevcut yapılaşma ile çevrili ve etrafındaki sokaklarla bütünleşen ve onları içeri doğru çekerek kamusal alana doğru genişleyen bir meydan oluşturulmuştur. Geleneksel anlamda açık ve boş bir mekân olarak görülen kamusal alan, çeşitli gruplar tarafından oluşturulan (idari kurumlar, özel girişimler, pazar bazlı kuruluşlar, dernekler vb.) geçici uygulamaların (kermesler, müzik-film-spor şenlikleri, çeşitli pazarlar afet toplanma alanları vb.) yoğun ve dinamik sosyal etkileşimler içindeki bireylerin ya da sosyal grupların sadece tepki verecekleri değil, fakat işin içinde olabilecekleri ve sahiplenebilecekleri, mevcut yapılaşma dinamiğini bozan ve sürekli değişime açık, geniş bir alan olarak projenin merkezine oturtulmuştur.

 

 

 

 

 

Bir kent, ana iskeletini oluşturan birbirini bağlayıcı sokakları ve kamusal alanları –meydanlardan caddelere, parkalara, bahçelere, çocuk oyun alanlarına – ile imajını ve ara yüzünü belirler ve bu iskelet üzerine geri kalan her şeyi kurar.  Bu iskelet üzerindeki varış noktaları ne kadar çeşitli, ulaşılabilir, cazip, rahat, çekici, özgün ve kamuya açıkken, etrafındaki yapılaşma ile kurduğu ilişki ne kadar dengeliyse o denli benimsenir.

 

Bu iskelet, ulaşım, güvenlik ve ayrışma için bir ara yüz olduğu kadar, kişinin görme ve görülmesi, kentin günlük oyununa dâhil olması ile ilgilidir. Kamusal alan doğal olarak gelişen bir veri değildir, genellikle ortaya çıkarılmak ve sürekli yeniden tanımlanmak durumundadır ve genel olarak araçların baskınlığını savuşturmaktan öteye geçmelidir. Kamusal erişimin izleri, kentin ne kadar çok içine girebiliyorsa o kentin kültürel canlılığından ve ortak zemininden o kadar söz edilebilir.

 

Son yıllarda oluşan kentsel yapıya baktığımızda, daha çok alışveriş ve yaşam merkezleri gibi genel olarak kapalı ve sözde kamusal alanlara odaklanırken; kentsel dönüşüm kapsamı altında yıkılıp hiçbir şey olmamış gibi yeniden yapılan tekil yapılarla daha büyük ölçekteki kapalı konut sitelerinin, kentin ve toplumun ana iskeletini oluşturan kamusal alanlarını oluşturmada oldukça geriye düştüğü rahatlıkla gözlemlenebilir. Kent, kapımızın önünden öte değildir…

 

 

 

Bu anlamda Kadıköy merkezi, -her yer gibi- yoğun iskeletinin üzerinde, kendine özgü dokusundan kaynaklı yapısıyla, kamusal erişimin izlerini oldukça içerilere taşıyabilmiş trafiğe kapalı bir merkeze ve çarşıya sahiptir ancak yine de, yeterince olduğunu söylemek henüz çok doğru olmayabilir. Merkezden uzaklaştıkça erimeye başlayan iskeleti, yerini hantal bir yapılaşmaya bırakmaya başlar. Yine de Kadıköy’ün birçok yönden daha canlı ve insan ölçeğinde bir yer olduğunu söylemek mümkündür. Trafiğe açıldığı ana hatlara ve özellikli varış noktalarına eşlik eden geniş kaldırımları ile kent hayatının akışkanlığı ve canlılığı hissedilir. İnsanların en çok ilgisini çeken tabi ki başka insanlardır ve kentler herkes için bir şeyler sağlama kapasitesine sahiptir, çünkü sadece ve sadece o zaman, herkes tarafından yaratılmış olurlar.

 

 

 

Proje, tam da bu anlamda kullanımını kolaylaştıran, ancak oldukça yoğun bir ticari ve konut yapılaşmasının arasında yer almaktadır. Yakın çevrede, birkaç küçük park sayılmazsa, herhangi bir kamusal alan veya özellikli bir boşluk bulunmamaktadır. Araç trafiğine kapalı çarşı ile yine doğrusal olarak araç trafiğine kapalı olan – belirli aralıklarla geçen tramvayı saymazsak – Bahariye’nin tam ortasında yer alan proje alanı, bu iki önemli bölge arasında bağlayıcı bir nokta konumundadır.

 

 

 

Mevcut proje yapıları içsel işlevlerini genel anlamda yerine getirebiliyor olmakla beraber, çevrelerine özellikle işlevlerinin doğal olarak barındırması gereken bir ilgi ile yaklaşmamakta ve hatta duyarsız davranmakta oldukları söylenebilir. Bu mevcut iki yapının barındırdığı sanatsal ve sportif işlevleri, biçimlerinden dolayı çok ayrı gibi görünmekle birlikte, sadece kuralları değişmektedir ve tek bir isim altında toplanabilirler: ‘Oyun’.

 

Oyun kavramı, kültürden daha eskidir. Kültür oyun biçiminde doğar. Oyun etkileşimi gerektirir ve etrafında görünmez, geçici, büyülü bir alan yaratır; hareket, enerji ve içgüdüsel tepki gerektirir. Kendine özel bir mekânı ve kuralları vardır. İnsanların keyif alması, değerlendirmesi, yeniden düzenlemesi ve katılımı ile var olur.

 

 

 

Bu bağlamda genel olarak kamusal toplanma ve buluşma alanı olarak Kültür Merkezi’ni sadece buluşma noktası ya da uğramadan geçilip gidilecek bir yapı olmak yerine, içerisi ve dışarısı arasında geçirgenlik oluşturarak; içinde neler olup bittiği kadar, dışında da bir işler çeviren, merak uyandıran, içerisi ile dışarısını görünmez bir şekilde bütünleştiren ve sadece tüketilen değil, aynı zamanda bir parçası olunan ortak bir oyun alanı olarak ele alabiliriz.

 

Benzer bir şekilde kentliyi ve kent kültürünü biçimlendiren kamusal alan, oyun kavramının kent dokusuna bir yansıması olarak ele alınabilir. Bu nedenle projeye yaklaşım, öncelikle bu çerçeveyi destekleyecek bir kamusal alan yaratma fikri ile şekillendirilmiştir. Kamusal alan kavramı ise, kentliye açık, sınırsız biçim ve uygulamalarda anlam bulan kültürel, politik ve sosyo-ekonomik bir fiziksel çevre ile bileşik ve devingen bir sistem içindeki hareketlerin aktörleri (kurucu, üretici, tüketici, kentli) ile sosyal ve uzamsal ilişkiler ağı içinde şekillenecek bir alan olarak ele alınmıştır.

 

Özel yatırımın desteklenip, girişimci eylemlerin teşvik edildiği, kimliği besleyen, gönüllülüğe cesaretlendiren, toplumun özgün değerlerini ortaya çıkaran ve kentin ‘ortak zemin’i olarak hizmet edip çeşitli grupları, hareketli noktalarla kendine çekme – sosyalleşme, yeme, okuma, oyun oynama, spor yapma, sanatla etkileşme vb. – özelliğindeki alanlarla, toplumsal sahiplenme dürtüsünün tetiklenip hem ekonomik hem sosyal yönden verimli olma ihtimalini artıran esnek ve kamusal bir alan oluşturulmasının temel sebeplerinden biri de,  kente daha geleneksel büyük ölçekli yatırımlar yerine, küçük ölçekte, daha hızlı ve çeşitli şekillerde etki ederek canlılık getirecek ve hafıza, duyusal deneyimler ve hikâyelere yaslanarak bu alana yeniden bağlanmayı sağlayacak olduğunun düşünülmesidir.

 

Bu kurgu oluşturulurken, Caferağa Spor Salonu ve Barış Manço Kültür Merkezi belleğini ve işlevlerini devam ettirecek olan yeni ihtiyaç programı kapsamında, ‘Kentle bu oyunun oynanması için kentin ihtiyacı olan bu boşluk nasıl oluşturabilir?’ sorusu ile yola çıkılarak, hacmen daha büyük yer kaplayan işlevler yer altına alınıp -bu durumda spor salonu ve sağlık merkezi işlevleri- üç taraftan mevcut yapılaşma ile çevrili ve etrafındaki sokaklarla bütünleşen ve onları içeri doğru çekerek kamusal alana doğru genişleyen bir meydan oluşturulmuştur. Geleneksel anlamda açık ve boş bir mekân olarak görülen kamusal alan, çeşitli gruplar tarafından oluşturulan (idari kurumlar, özel girişimler, pazar bazlı kuruluşlar,  dernekler vb.) geçici uygulamaların (kermesler, müzik-film-spor şenlikleri, çeşitli pazarlar afet toplanma alanları vb.) yoğun ve dinamik sosyal etkileşimler içindeki bireylerin ya da sosyal grupların sadece tepki verecekleri değil, fakat işin içinde olabilecekleri ve sahiplenebilecekleri, mevcut yapılaşma dinamiğini bozan ve sürekli değişime açık, geniş bir alan olarak projenin merkezine oturtulmuştur.Bir kent, ana iskeletini oluşturan birbirini bağlayıcı sokakları ve kamusal alanları –meydanlardan caddelere, parkalara, bahçelere, çocuk oyun alanlarına – ile imajını ve ara yüzünü belirler ve bu iskelet üzerine geri kalan her şeyi kurar. Bu iskelet üzerindeki varış noktaları ne kadar çeşitli, ulaşılabilir, cazip, rahat, çekici, özgün ve kamuya açıkken, etrafındaki yapılaşma ile kurduğu ilişki ne kadar dengeliyse o denli benimseniBu iskelet, ulaşım, güvenlik ve ayrışma için bir ara yüz olduğu kadar, kişinin görme ve görülmesi, kentin günlük oyununa dâhil olması ile ilgilidir. Kamusal alan doğal olarak gelişen bir veri değildir, genellikle ortaya çıkarılmak ve sürekli yeniden tanımlanmak durumundadır ve genel olarak araçların baskınlığını savuşturmaktan öteye geçmelidir. Kamusal erişimin izleri, kentin ne kadar çok içine girebiliyorsa o kentin kültürel canlılığından ve ortak zemininden o kadar söz edileSon yıllarda oluşan kentsel yapıya baktığımızda, daha çok alışveriş ve yaşam merkezleri gibi genel olarak kapalı ve sözde kamusal alanlara odaklanırken; kentsel dönüşüm kapsamı altında yıkılıp hiçbir şey olmamış gibi yeniden yapılan tekil yapılarla daha büyük ölçekteki kapalı konut sitelerinin, kentin ve toplumun ana iskeletini oluşturan kamusal alanlarını oluşturmada oldukça geriye düştüğü rahatlıkla gözlemlenebilir. Kent, kapımızın önünden öte değildir.Bu anlamda Kadıköy merkezi, -her yer gibi- yoğun iskeletinin üzerinde, kendine özgü dokusundan kaynaklı yapısıyla, kamusal erişimin izlerini oldukça içerilere taşıyabilmiş trafiğe kapalı bir merkeze ve çarşıya sahiptir ancak yine de, yeterince olduğunu söylemek henüz çok doğru olmayabilir. Merkezden uzaklaştıkça erimeye başlayan iskeleti, yerini hantal bir yapılaşmaya bırakmaya başlar. Yine de Kadıköy’ün birçok yönden daha canlı ve insan ölçeğinde bir yer olduğunu söylemek mümkündür. Trafiğe açıldığı ana hatlara ve özellikli varış noktalarına eşlik eden geniş kaldırımları ile kent hayatının akışkanlığı ve canlılığı hissedilir. İnsanların en çok ilgisini çeken tabi ki başka insanlardır ve kentler herkes için bir şeyler sağlama kapasitesine sahiptir, çünkü sadece ve sadece o zaman, herkes tarafından yaratılmış olurlar.Proje, tam da bu anlamda kullanımını kolaylaştıran, ancak oldukça yoğun bir ticari ve konut yapılaşmasının arasında yer almaktadır. Yakın çevrede, birkaç küçük park sayılmazsa, herhangi bir kamusal alan veya özellikli bir boşluk bulunmamaktadır. Araç trafiğine kapalı çarşı ile yine doğrusal olarak araç trafiğine kapalı olan – belirli aralıklarla geçen tramvayı saymazsak – Bahariye’nin tam ortasında yer alan proje alanı, bu iki önemli bölge arasında bağlayıcı bir nokta konumundadır.Mevcut proje yapıları içsel işlevlerini genel anlamda yerine getirebiliyor olmakla beraber, çevrelerine özellikle işlevlerinin doğal olarak barındırması gereken bir ilgi ile yaklaşmamakta ve hatta duyarsız davranmakta oldukları söylenebilir. Bu mevcut iki yapının barındırdığı sanatsal ve sportif işlevleri, biçimlerinden dolayı çok ayrı gibi görünmekle birlikte, sadece kuralları değişmektedir ve tek bir isim altında toplanabilirler: ‘Oyun’.Oyun kavramı, kültürden daha eskidir. Kültür oyun biçiminde doğar. Oyun etkileşimi gerektirir ve etrafında görünmez, geçici, büyülü bir alan yaratır; hareket, enerji ve içgüdüsel tepki gerektirir. Kendine özel bir mekânı ve kuralları vardır. İnsanların keyif alması, değerlendirmesi, yeniden düzenlemesi ve katılımı ile var olur.Bu bağlamda genel olarak kamusal toplanma ve buluşma alanı olarak Kültür Merkezi’ni sadece buluşma noktası ya da uğramadan geçilip gidilecek bir yapı olmak yerine, içerisi ve dışarısı arasında geçirgenlik oluşturarak; içinde neler olup bittiği kadar, dışında da bir işler çeviren, merak uyandıran, içerisi ile dışarısını görünmez bir şekilde bütünleştiren ve sadece tüketilen değil, aynı zamanda bir parçası olunan ortak bir oyun alanı olarak ele alabiliriz.Benzer bir şekilde kentliyi ve kent kültürünü biçimlendiren kamusal alan, oyun kavramının kent dokusuna bir yansıması olarak ele alınabilir. Bu nedenle projeye yaklaşım, öncelikle bu çerçeveyi destekleyecek bir kamusal alan yaratma fikri ile şekillendirilmiştir. Kamusal alan kavramı ise, kentliye açık, sınırsız biçim ve uygulamalarda anlam bulan kültürel, politik ve sosyo-ekonomik bir fiziksel çevre ile bileşik ve devingen bir sistem içindeki hareketlerin aktörleri (kurucu, üretici, tüketici, kentli) ile sosyal ve uzamsal ilişkiler ağı içinde şekillenecek bir alan olarak ele alınmıştır.Özel yatırımın desteklenip, girişimci eylemlerin teşvik edildiği, kimliği besleyen, gönüllülüğe cesaretlendiren, toplumun özgün değerlerini ortaya çıkaran ve kentin ‘ortak zemin’i olarak hizmet edip çeşitli grupları, hareketli noktalarla kendine çekme – sosyalleşme, yeme, okuma, oyun oynama, spor yapma, sanatla etkileşme vb. – özelliğindeki alanlarla, toplumsal sahiplenme dürtüsünün tetiklenip hem ekonomik hem sosyal yönden verimli olma ihtimalini artıran esnek ve kamusal bir alan oluşturulmasının temel sebeplerinden biri de, kente daha geleneksel büyük ölçekli yatırımlar yerine, küçük ölçekte, daha hızlı ve çeşitli şekillerde etki ederek canlılık getirecek ve hafıza, duyusal deneyimler ve hikâyelere yaslanarak bu alana yeniden bağlanmayı sağlayacak olduğunun düşünülmesidir.Bu kurgu oluşturulurken, Caferağa Spor Salonu ve Barış Manço Kültür Merkezi belleğini ve işlevlerini devam ettirecek olan yeni ihtiyaç programı kapsamında, ‘Kentle bu oyunun oynanması için kentin ihtiyacı olan bu boşluk nasıl oluşturabilir?’ sorusu ile yola çıkılarak, hacmen daha büyük yer kaplayan işlevler yer altına alınıp -bu durumda spor salonu ve sağlık merkezi işlevleri- üç taraftan mevcut yapılaşma ile çevrili ve etrafındaki sokaklarla bütünleşen ve onları içeri doğru çekerek kamusal alana doğru genişleyen bir meydan oluşturulmuştur. Geleneksel anlamda açık ve boş bir mekân olarak görülen kamusal alan, çeşitli gruplar tarafından oluşturulan (idari kurumlar, özel girişimler, pazar bazlı kuruluşlar, dernekler vb.) geçici uygulamaların (kermesler, müzik-film-spor şenlikleri, çeşitli pazarlar afet toplanma alanları vb.) yoğun ve dinamik sosyal etkileşimler içindeki bireylerin ya da sosyal grupların sadece tepki verecekleri değil, fakat işin içinde olabilecekleri ve sahiplenebilecekleri, mevcut yapılaşma dinamiğini bozan ve sürekli değişime açık, geniş bir alan olarak projenin merkezine oturtulmuştur.

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın