PROJE RAPORU
Modern anlamda kentli kimliği, 19. Yüzyıl sonu ve özellikle 20.yüzyılda, sanayi devrimi sürecinde kentler dönüşürken, kentin içinde yaşayan kentliyi de dönüştürmesi ile ortaya çıktığı söylenebilir. Sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan burjuva (kentsoylu) sınıfı, edindiği ekonomik güç ile kentin gerçek sahipleri haline gelmiş, oluşmakta olan yeni kent kültürünün hem yaratıcısı, hem de taşıyıcısı olmuştur. Bu anlamda modern kentli, kendi çevresi ile yoğun bir etkileşimi olan ve bu etkileşimin de farkında olan, tarihte olduğundan daha aktif bir konuma sahiptir. Öyle ki, modern kentli, kendi bireysel perspektifinden, kent mekânında geçen bir sinematik deneyimin başrolünde gibidir.
Bu sinematik deneyimin anlam kazandığı yer kentlinin belleğidir; kentlinin deneyimlerini kendi kişisel hikâyesine dönüştürür. Bu bağlamda deneyimin kendisi eylemi gerektirir ve eylem için de bir zemine ihtiyaç vardır: Bu zemin ise kentin kendisidir. Kişi yaşamı boyunca eylerken, eylemlerinin mevcudiyet kazandığı kent mekânı ile ilişki geliştirir ve kent, bellekte deneyimin anlam kazandığı referans noktalarına dönüşür. Yaşadığı, okula gittiği, eğlendiği, gezdiği, terkedildiği yerler bellekte deneyimin kendisi ile özdeşleşir. Bu anlamda kişinin belleği deneyimi anlamlandırıp, kişinin varoluşunu ortaya koyarken, kentsel mekânı da kendi varoluşunun parçası olarak bireysel ölçekte yeniden üretir. Kişinin hayattaki eylem ve deneyimleri, kentin deneyimlenmesine de dönüşür.
Kenti dolaysız olarak deneyimlemenin en basit yolu yürümektir. Yürümek, insanı tanımlayan en temel insani eylemdir. Kişinin kendi bedenini dolaysız duyumsatmanın yanında, herhangi bir vasıta kullanmaktan farklı olarak kent mekânını da dolaysız duyumsatır. Kişi yürürken kendi içinde tefekkür ederken, kendini kentin daha önce gitmediği noktalarında bulabilir. Veya sadece bilmediği yerleri keşfetmek için yürür. Yürüme eylemiyle ilgili olarak, 19. ve 20. yüzyılların sanayi kenti “flanör” diye tanımlanan yeni bir modern kentli tipini de yaratmıştır. Flanör için yürümek son derece hayati, etkin ve bilinçli yapılan bir eylemdir: O, yürümeyi kent üzerinden kendini okumak ve tam tersi kendi üzerinden kenti okumak için araçsallaştırılmıştır. Yürümek insanı kendisi ile ve kent ile baş başa bırakır; kentin derinliğine nüfuz ederken, insanın kendi derinliğine de nüfuz ettiği karşılıklı bir ilişki yaratır. Bir aracın içindeyken pasif şekilde, parçalar halinde belli bir mesafeden seyredilen ve kentsel görüntüler olarak algılanan kent mekânı, yürürken içine nüfuz edilen, karışılan, insanın kendisinin sorgulandığı, olayların, durumların akis ettiği zihnin ve belleğin aynasına dönüşür. Flanör kentin içine nüfuz ederken, kentin de kendi içine nüfuz etmesine izin verir. Bu anlamda yürüme eylemi, kentin kendisinin de modern kentliyi şekillendirmesine sebep olur.
Odak Yapı Projesi’nin kent kültürünü güçlendirme amacı taşıması, simge değerinin olmasının hedeflenmesi, arazinin kentin çeperinde, yüksek rakımda yer alması sebebiyle kente tepeden bakması, rekreasyon amacı taşıması bize kent, kentlilik, bellek, deneyim ve yürümek kavramlarını aklımıza ilk olarak getirdi. Ve bu kavramlar doğrultusunda projeyi oluşturmayı amaçladık.
Antalya’yı doğu-batı ekseninde kesen D-400 karayolu, daha önce bahsettiğimiz gibi, kent mekânını parçalayan ve kent mekânının deneyimlenmesindeki sürekliliği ortadan kaldıran başlıca unsur olmuştur. Böylelikle karayolunun kuzeyinde kalan Kepez ilçesi, merkezden farklı karaktere sahip bir bölge olarak gelişmiştir. 1970 sonrası yoğun göç alan Antalya’nın, çarpık yapılaşmanın hâkim olduğu gecekondu bölgesi haline gelmiş ve 1990’lı yıllarda belediyesi olan bir ilçeye dönüşmüştür. İlçenin çarpık mekansal karakterini dönüştürebilmek için kamusal alanların ve rekreasyon alanlarının mevcudiyeti gerekmektedir. Son dönemde özellikle kültürel yoğunluklu, kamu yararını gözeten projelerin yapılması bölge açısından olumlu gelişmelerdendir. Odak Yapı ve Çevre Düzenleme Projesi, hem kültürel içeriği ile, hem de rekreasyon içeriği ile, bölgenin ihtiyacına hizmet edecek olmasının ve bölgeyi dönüştürecek olmasının yanında, yapının simge değeri olmasının hedeflenmesi sebebiyle, Türkiye’nin en büyük illerinden biri olan Antalya’nın gelişimi için de belirleyici olacağı düşünülmektedir. Odak yapının kent kültürünü geliştirecek, çekim merkezi olması hedeflenmesi sebebiyle de, il merkezinden farklı bir karakterde gelişen Kepez ilçesinin, şehirle bütünleşmesi sağlanacak ve kent mekânının sürekliliği tesis edilecektir.
Arazi, kentin kuzey çeperinde, seyrek kent dokusunun sona erip, doğal doku ile kesiştiği bir bölgededir. Fakat imar planlarında arazinin yüksek katlı konut yoğunluklu bir doku ile çevreleneceğini belirtmektedir. Dolayısıyla arazi “sınırda” olma özelliğini ileriki zamanlarda kaybedecek ve yoğun kent dokusunun ortasında bulunacaktır. İmar planlarına göre, çevredeki çarpık yapılaşmanın tersine, planlanmış bir yapılı çevreye sahip olacaktır. Bu durum göz önüne alınarak proje ele alınmıştır.
Antalya kent merkezinden araziye ulaşım, kent merkezinde yer alan Adnan Menderes Bulvarı’ndan Evliya Çelebi Caddesi ile bağlanan, D400 karayolunu ve Sakarya Bulvarı’nı kesen Fatih Caddesi ve Yıldırım Beyazıt Caddesinin oluşturduğu ana hat üzerinden sağlanmaktadır. Arazi, bu ana hattın hemen hemen her noktasından algılanmaktadır. Dolayısıyla, araziye yaklaşımın belirleyiciliği açısından ve odak yapının simge değerine sahip olması düşünülerek, bu ana ulaşım hattı, tasarımı belirleyen ana aks olarak ele alınmıştır.
a- Arazinin Doğal Yapısı
b- Arazinin bölgelendirme kararları
c- Arazi girişlerinin belirlenmesi
d- Akslar
e- Yapının düşey düzlemde katmanlaşması
Bu projede kullanıcıları yürüme deneyimine özendirmek ve bu deneyimin kent ile kurulacak olan ilişkiyi güçlendirmesi amaçlanmıştır. Bir katmandan diğerine doğru yavaş yavaş yürünürken, her bir katmanda ve katmanların her bir noktasında ayrı kentsel deneyimler, seyir deneyimleri ve mekânsal deneyimler yaratılmak istenmiştir. Yürümek kentin içine ve derinliğine nüfuz etmektir. Aynı zamanda kullanıcıların yine yürüme eylemiyle kente dair sergiler, kültürel etkinlikler, faaliyetler, vs. ile karşılaşılacağı bir kentsel mekân yaratılmak istenmiştir. Böylesi mekânsal deneyimler oluşturarak ve heykelsi plastiği neticesinde şehirden algılanan güçlü bir form yaratılarak, kullanıcıların belleğinde yer almak bu projenin gerçekleştirmek istediği amacı oluşturmaktadır.
Antalya, ortalama 300 güneşli gün sayısı ile ülkenin yıllık güneşli gün sayısının en yüksek olduğu kentimizdir. Bu nedenle enerji sarfiyatının büyük bir kısmı soğutma ihtiyacını karşılamaya yöneliktir. Yapının enerji ihtiyacının azaltılması için muhtelif pasif ve aktif yöntemlerden faydalanılmıştır.
Yapı arazi içerisinde güneydoğudan kuzeye doğru bir yay çizerek konumlanmıştır. Bu nedenle gün içerisinde güneybatı ve batı yönünden gün ışığına maruz kalmaktadır. Yükselerek yay çizen katmanlar birbirleri üzerinde saçak görevi görür ve alt katmanları gölgeler, böylece yazın sıcak ve kurak havalarda iç ortamda soğutma ihtiyacını azaltır.
Yapı içerisinde gün ışığından olabildiğince faydalanılmaya çalışılmıştır. Özellikle sirkülasyon alanlarında iç ortamdan dış ortamı seyir imkanı sağlayabilmek amacıyla özellikle müze katmanı cephelerinde geniş camlar kullanılmıştır. Low-e kaplamalı yalıtımlı camlar iç ortam ve dış ortam arasında ısı geçişini azaltırken, gün ışığının rengini değiştirmeden iç ortama alır. Gece ise iç ortamdaki aydınlık dış ortamdan çok net bir şekilde görülecektir. Bu sayede hem yapının simgesel duruşunun kuvvetleneceği, hem de dış ortamdaki aydınlatma ihtiyacının azalacağı öngörülmüştür. Müze katmanı cam cepheleri boyunca hareketli ve yatay güneş kırıcı elemanlar konumlandırılmıştır. Bu sistemde yatay güneş kırıcılar istenildiğinde cephe üzerinde toplanarak, iç ortama daha fazla gün ışığı alma imkanı sağlayacaktır. Müze içerisinde ise sergilenecek objelerin gün ışığından zarar görmemesi için sergi alanlarına direkt olarak gün ışığı alınmamıştır. Gün ışığına en az ihtiyaç duyan mekanlar olarak düşünülen konferans salonları da toprak altında bulunan +236.00 kotunda konumlanmıştır.
Yapı konumu ve formu itibari ile kuzeydoğudan güneybatıya doğru esen birincil egemen rüzgarı yönlendirmektedir. Yapı içerisinde sirkülasyon alanlarında taze hava ihtiyacı doğal havalandırma yolu ile temin edilecektir. Bu sayede mekanik havalandırmaya duyulan ihtiyaç azaltılacaktır. Müze içerisinde sergi alanlarında ise filtrelenmiş taze ve serin hava verilmesi gerekmektedir. +236.00 kotunda müzeye giriş avlusunda bulunan süs havuzları ise sıcak ve kurak havalarda havayı nemlendirerek serinletici bir etki yaratmaktadır.
Kullanım sonucu ortaya çıkacak pis suyun (lavabo, personel duşları) yeterli bölümünün arıtılarak yeniden kullanımı önerilmiştir. Arıtılacak pis suyun bir bölümü klorlanarak +236.00 kotundaki müzeye giriş konumlanan süs havuzlarında kullanılması, bir bölümünün rezervuarlarda ve temizlik odalarında kullanılması, bir bölümünün ise bahçe sulamasında kullanılması öngörülmüştür.
Yapı katmanlarının eğimli yüzeylerden oluşması yağmur suyunun alt kotlarda toplanmasını sağlamaktadır. Yapının çatı yüzeylerinde sifonik sistem ile toplanacak yağmur suyunun depolanarak geri kazanılması öngörülmüştür. Temin edilecek su yapı çevresinde oluşturulan yeşil alanlarda, bahçe sulamasında kullanılacaktır. Bu sayede su kaynaklarından en az miktarda faydalanılacaktır.
Proje alanı odak yapı ile bütünleşik kültürel rekreasyon alanı niteliği taşımaktadır. Çevre düzeni, kültürel aktiviteleri bir araya getiren odak yapının kent merkezini seyire olanak sağlayan açık alanlara yayılması üzerine kurulmuştur. Arazi yapısı oldukça eğimlidir. Odak Yapı arazinin tepe noktasında yükselmektedir. Odak yapının kente yöneldiği alt kotlarda bulunan alanın göreceli düz olan kısmi, konser, açık hava tiyatrosu gibi performansların olacağı bir faaliyet alanı olarak düşünülmüştür. Alanın, Barış Manço bulvarına ve dört yola doğru inen daha eğimli olan kuzey doğu kısmı ise, sirkülasyonu sağlayacak olan geniş merdivenlere ve seyir teraslarına ayrılmıştır.
Tasarlanmış olan üst örtüler kentsel mekanın konforunu arttırmakla beraber hem aydınlatma hem de gölgelik işlevi görmektedir. Böylece kentsel gölgelik alanları oluşturulmuştur.
Akdeniz iklimi genellikle yazları sıcak ve kurak; kışları ılık ve yağmurludur. Antalya kenti çevresinin yerleşim yerlerinde ana kaya travertendir. Doğal bitki örtüsü, genellikle maki ve ormanlardan oluşmaktadır. Maki, Akdeniz iklimi açısından çok önemli bir yer kaplar. Arazi morfolojisi ve doğal bitki örtüsü arasında oluşan ilişkiler sonucunda farklı peyzaj örnekleri ortaya çıkmıştır. Akdeniz florası tür bakımından çok zengindir. Bölgede bodur çalıları garig veya frigan, çalıları makiler, ağaçları ise meşe, kızılçam, fıstık çamı, Halep çamı, servi oluşturmaktadır. Küçük ağaç ve çalılardan oluşan maki deniz seviyesinden 0-600 m yüksekliğe kadar ulaşmaktadır. Maki, yüksekliği 1-3m’e ulaşan sık yeşil küçük ağaç ve çalılardan oluşmaktadır. Bunlardan bazıları sandal, kocayemiş, zakkum, defne, zeytin, lavanta, kekik, keçiboynuzudur. Sahilden başlayıp 2000 m’ye kadar olan yamaçların güneye bakan bölümlerinde; sedir, köknar, kızılçam, kayın, karaçam yer almaktadır. Kıyı kesimlerde ise; portakal, mandalina, limon, greyfurt, muz gibi ürünler yetiştirilmektedir.
Proje; seyir deneyimine yönelik bir odak yapı özelliği taşıdığı için ağaçların türleri ve nerelerde konumlandırılacağı odak yapı yaklaşımına göre karar verilmiştir. Peyzaj tasarımı, proje alanının arazi morfolojisine ve florasına zarar verilmeden yapılmıştır. +236.0 kotunda bulunan kent meydanının çevresinde daha çok yüksek boylu gölge veren ağaçlar(sedir, ıhlamur)önerilmiştir.
Barış Manço Bulvarından araziye yaklaşımda şehirden gelen görsel algıyı bozmamak adına güney kısımda kısa bodur ağaçlar önerilmiş olup, var olan yeşil dokuyla beraber +230.0 kotunda aktif yeşil alan oluşturulmuştur. Barış Manço Bulvarında bulunan yaya girişinden odak yapıya yaklaşımda teras bahçeler oluşturulmuştur. Barış Manço Bulvarından girilip odak yapıya yaklaşıldığında oluşturulan teraslama döşemelerinin arazi morfolojisinde var olan kaya kütleleriyle iç içe geçmesi önerilmiştir. Teras bahçelerin her biri kendi içinde özelleşmiş olup, lavanta, funda, limon, defne, zakkum ve mandalin terası olarak düşünülmüştür. Her biri verilmiş olan isme göre ağaçlandırılmıştır. Böylelikle Akdeniz ikliminin mevcut doğal bitki örtüsü sürdürülmüştür. Arazinin bulunduğu konumdan dolayı 0-600 m arasında kullanılabilecek maki ve turunçgil çeşitleri kullanılmıştır. Proje alanı; genel olarak sert ve yumuşak peyzaj elemanlarıyla tanımlandırılmıştır.