Temel yaklaşım
İstanbul gibi görece kısa tarihsel dönemler içerisinde yoğun göç almış kentler için ortak bir kentlilik bilinci, hissi ve algısından söz etmek oldukça güç. Dayanışma ve yarışma diyalektiği içinde evrilen bu ortak kentlilik bilinci ve belleği özellikle kendi kozmopolit yapısı içerisinde çok sayıda kültürü barındırmış olan eski imparatorluk başkentlerinde oldukça karmaşık sosyo-kültürel süreçlere bağlı bir olgu.
Kolektif bir kimlik, aidiyetten çok çeşitlilikler karşısında tolerans sahibi, hıza ve harekete yatkın ve hatta onu talep eden, oldukça devinden bir estetik kültürü ret etmeyen bir ‘kentli’ kültür bu kentleri karakterize eden temel unsur haline geliyor. Bu karmaşık ve hatta kaotik sosyo-kültürel örüntü içerisinde dışavurum bireyin ve grupların temel varoluş pratiği haline geliveriyor.
Eğer henüz bulunmamış bir ifade tarzı olsaydı, dışavurumculuğun doğduğu yer belki de İstanbul olurdu. Günlük yaşam pratiği içerisinde, her köşesinde bu denli yoğun ve çeşitli dışavuruma tanık olabileceğiniz pek az kent vardır.
İçsel duyuların en güçlü dışavurum alanı olan sanat, bireyin ruhsal yapısını da koşullayan bir etkinlik alanıdır aynı zamanda.. Kentsel toplumun karmaşık dönüşümü sürecinde mekan, farklı yaşam biçimlerinin ve kültürlerin de dışavurum ortamı haline gelmektedir. Kentsel mekanın bütününü bu anlamda sanatın performans alanı olarak görmek olanaklı.
‘Yüksek sanat’
Sanatsal üretim uzun dönem geniş toplum kesimlerinin kolay tüketimine tabii popular kültüre karşı ‘yüksek kültür’ kodlarıyla tanımlı bir endüstriyel üretim biçimi ile özdeşleştirile geldi. Sinemadan görsel ve sahne sanatlarına, onun ‘tüketimine’ yetkin ve yeterli olan dar bir kesimi hedefleyen bu sanat biçimi, günlük yaşam pratiği ile etkileşimini ise kaçınılmaz olarak sınırlı tuttu. Bu bağlamda yüksek sanatın sunulduğu ve deneyimlendiği mecralar kozmopolit kentin bütünü düşünüldüğünde oldukça dar bir mekansallık içinde etkinliğini sürdürür.
Bununla birlikte batıda özellikle ’68 hareketi ile birlikte oraya çıkan alternatif sanat ve kültürün çok daha fazla, çeşitli ve yaygın bir mekansal düzlemde var olmaya başladığını ve etkinliğini artırdığına tanık olundu. Bu süreç, alternatif nitelikte bir ‘yeraltı’ sanat kültürünün de oluşumunu beraberinde getirdi. Adından da anlaşılacağı üzere, yeraltı kentin çok da göz önünde bulunmayan ve hatta belli derecede enformel mekanlarında kendine yer edinir, tasarımlı ve planlı olarak üretilen ve işletilen endüstriyel sanat mekanlarından farklı olarak. Bu anlamda ‘yeraltı’ her dönemden daha kentsel bir karakterde karşımıza çıkar.
Dijital çağın eşiğinde yeraltı kültürü ve onun sanatsal edimi bir başka evreye girmiştir. Eskiden daha dar bir kitle tarafından deneyimlenirken toplumsal olarak erişilebilir dijitalleşme ile birlikte artık, yeraltı çok daha geniş bir kitle tarafından fark edilebilir ve iletişime geçilir bir yapıdadır artık. Benzer üretim sürecinde başka coğrafyalardan insanlarla ortakçalaşmanın çok daha kolay ve olanaklı olduğu günümüzde sanatın kolektif pratiği çok daha kendiliğinden süreçler içerisinde gelişimini sürdürmektedir. Bu bağlamda kentsel mekan, yalnızca sanatsal deneyimin platformu değil, aktif bir öğesi konumundadır. Bu noktada, mimarlık söz konusu sanatsal dinamiği besleyen ve sürdürülebilir kılan bir operasyon alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kapitalist üretim süreçlerinden kendini yalıttığı süreçte ‘yeraltı’, kendini çok daha fazla kamusal mekanda ifade eder. ‘Sanatın tüketimi’, yerini her kökenden ve birikimden insanın serbestçe erişebildiği, bir katılımcı pratiğe bırakır.
‘Yüksek kültürün’ yer yer soylulaştırılmış sanat pratiğine alternatif olarak, sokak sanatı ve sanatçısına kentte yer açılır Taksim|OBRUK ile.. Kimseye ait olmayan, kentlinin sahip çıktığı mekanlarla!
Kentte gezinmek
17. Yüzyılda Evliya Çelebi, İstanbul’un kendine özgü egzotik ve sıradışı bir cazibesi olduğunu dile getirir. Farklı dönemlerde karakter dönüşümüne uğramış olsa da bu cazibe her dönem varlığını korumuştur. Bu durum, kenti yürüyerek deneyimlemeyi de keyifli ve çekici kıla gelmiştir. Geleneksel olana karşı oldukça sert bir tavır takınmış olan öncü radikal modernist LeCorbusier’in bile gençlik çağında İstanbul’u ziyaretinde bu özgün atmosfer karşısında duygularını gizleyememiş oluşu tesadüf olmasa gerek..
Kentin sokak ve meydanlarında, kalabalıkların içinde umarsızca dolaşan Walter Benjamin’in ‘gezgin’i (flaneur) gibi, İstanbul’un tarihi dokusu içerisinde gezmek, gezinmek ve kaybolmak her dönem birçok insana keyif vermiştir. Tarihin olanca koşullaması ile birlikte kentin tüm koşturmacası içerisinde yürüme, mekanı estetik bir deneyim olarak algılamamızı sağlar. Özellikle İstanbul gibi bir kentte..
Kentin çok katmanlı yapısı ile birlikte çok sayıda kültürel yapının eşlik ettiği bu sinematik deneyim, İstanbul’un mekansal kimliğini belirleyen temel karakteridir. Bu bakışla kent, gece gündüz ziyaret edilen bir dinamik sergi mekanı gibidir.
19. Yüzyıl İstanbul’unun geleneksel ve modern dokusu arasında, kentin daha sonra kalbi haline gelecek bir noktada yer alan Taksim, bu anlamda oldukça özel bir konuma sahiptir. Teşvikiye ve Şişli gibi görece modern İstanbul ile Eminönü ve Karaköy ve Beyoğlu gibi geleneksel merkez arasındaki geçiş eksenlerinin düğüm noktası konumundaki Taksim oldukça özgün bir yürüme deneyimini de kentliye sunar. Bu anlamda kentin tarih ve kültürünü önünüze serimleyen Taksim, İstanbul gezgini için vaz geçilmez bir uğrak noktasıdır aynı zamanda.. Kentin yenilenen kültür odağı olarak kurgulanan Taksim, bünyesinde düğümlenen yürüyüş eksenlerini besleyen bir merkeziliğe yeniden kavuşturulmayı beklemektedir!
Önerilen kenti yeşillendirme hareketini kenti yürüyerek deneyimleme ile desteklemeyi amaçlayan uygulama (GO) ile aynı zamanda kentin farklı kültür odakları ile Taksim arasında da deneyimsel bir bağ kurularak mekanın kentlinin belleğindeki imgesi güçlendirilmiş olacaktır. Bunun basit bir turistik rota olmanın ötesinde kentin kültür kodlarını açığa çıkartan ve kentli tarafından doğrudan deneyimlenmesini sağlayan ‘canlandırıcı’ bir etki yaratacağı öngörülmektedir.
Bu senaryoda Taksim, kentin tarihsel çekirdek alanının bütününü yürüyerek deneyimlerken bu deneyimin dağıtıcı odağı, merkez üssü olarak tanımlanmaktadır. Bu işlevsel tanımın mimari dışavurumu ise alanda yepyeni bir nirengi noktası olarak belirecek bir ‘yeraltı’ yapısı ile kendini gösterir: OBRUK.
Projemize ismini veren ‘OBRUK’, yeraltı sularının neden olduğu doğal çöküntülere verilen addır. Çözünebilen kayaç zemine sahip arazilerde oluşabilen obruk, ülkemizin yabancı olmadığı bir doğal oluşumdur. Bir anlamda doğanın kendi içine dönüşüdür.
Proje, yıllardır betonlaşma süreciyle doğa tahribatının yaşandığı İstanbul’un merkezinde, Taksim’de bu eğilimi tersine çevirme iradesini, doğaya dönme arzusunu simgelemektedir. İstilacı bitki türlerinin tercih edildiği projede Taksim yemyeşil bir kent merkezi, OBRUK yeşilin kenti işgalinin başlangıç noktası olarak algılanmaktadır. Proje ile yalnızca Taksim için değil, belirli bir süre içerisinde çevresine yayılacak yeşil alan senaryosu ile tüm kentin çehresini değiştirebilecek bir kolektif dönüşüm stratejisi önerilmektedir.
OBRUK, bünyesinde barındırdığı sanat, sergi ve performans mekanlarıyla Taksim’in yeraltında yer alan ulaşım ve transfer nokralarını bütünleştirecek olan yeraltı sanat omurgasının odak yapısıdır. Nirengi niteliğindeki görsel ve mekansal karakteri ile birlikte OBRUK, İstanbul’un gezgin güzergahlarının da odağı olarak işlev görecektir. Yeraltına uzanan katlı yapısı ile İstanbul’un çok katmanlı tarihini İstanbullulara yine yeniden sunacak galeriler ve performans zeminine sahiptir. Bu anlamda kentsel mekana mesafe koyan konvansiyonel bir ‘kent müzesi’ olmanın ötesinde Obruk, İstanbul’un bir tür bellek odasıdır. Kentsel hareketi yeraltından ve yer yüzeyinden usulca içine alan yapı, kent merkezinin ortasında, kentliye açık, kentsel yaşamla iç içedir..
‘Yeraltı’nı tasarlamak: OBRUK
Taksim’in yeraltı kotunun mimari tasarımı, yeraltında bulunan mevcut metro ve otobüs duraklarının altyapısı göz önünde bulundurarak gerçekleştirilmiştir. Otobüs, metro ve füniküler duraklarının yerleri sabit olarak tasarım sürecine dahil edilirken; yeraltında geliştirilen yeni mekansal yapı için de temel belirleyici olmuştur.
Obruk metro, otobüs ve füniküler duraklarının yatay ve meydanla olan dikey bağlantılarını güçlendirecek şekilde tasarlanmıştır. Konumu, meydanda yaratılan yeni plazayı tanımlayacak şekilde meydanın doğu kıyısında Atatürk Kültür Merkezi (AKM) tarafında konumlandırılmıştır. Böylece meydan-Gezi Parkı ilişkisi kesintiye uğratılmamıştır. Aynı zamanda AKM’ye yakınlığı birlikte var olan sanatsal etkinlik programı ile mekansal bir bütünlük içinde işlevlendirilmesi amaçlanmaktadır. Bu bağlamda Obruk, AKM’nin kurumsal sanat perspektifinin alternatif sanatlarla çeşitlendirilerek var olan sanat programının alanın bütününe yayılması ve güçlendirmesini hedeflemektedir. Taksim’in sanat kimliği böylece, ‘yeraltı’ kavramı ve onun özgün mekansal yorumu çerçevesinde çeşitlendirilmektedir.
Bu programatik senaryo dahilinde genişletilmiş kültür kompleksi niteliğindeki Obruk, Atatürk Kültür Merkezi ile diyalektik bir bütünlük önermektedir.
Atatürk Kültür Merkezi (AKM) | OBRUK |
‘yüksek kültür’ | alternatif kültür |
resmi | gayri resmi |
programlı | kendiliğinden |
merkezi planlı | kendi kendini organize eden |
kapalı | açık |
görünür | gizli |
kurum/kuruluş | kolektif girişim |
gösteri | deneyimleme |
bilgilendirici/aktarıcı | iletişimsel |
seyirci | katılımcı |
Obruk tekil bir yapı değil, geniş bir mekansal sistemin bir parçasıdır. Parçalı bir şekilde oluşturulmuş yeraltı transfer mekanlarını bağlarken yerüstü ile iletişimi yüzeyde yaya rampası ile sonlandıran yumuşak geçişli sarmal formu ile sağlamaktadır. Yeraltı deneyimini yerüstü ile bütünleştiren Obruk, Taksim’deki yerleşik mekansal deneyimi de köklü değişime uğratmakta, zenginleştirmektedir. Akışkan formu ile yeraltında akış halinde olan kitleyi meydanın açık alan yüzeyine davet ederken, yukarıdaki insanları da zemin kotunda yaratılan yarı açık alternatif sanat etkinliklerine doğru yönlendirir.
Obruk, 63.00 – 81.00 kotuna otururken 73.00 kotundaki otobüs durakları ile yeraltı sanat kompleksi aracılığı ile bağlantı kurmaktadır. Yine 65.00 kotundan ise füniküler bağlanmaktadır. Yaya omurgası şeklinde çalışan yeraltı sanat kompleksi, üzerinde atölyeler, stüdyolar, deneyim ve performans salonları ile galeri mekanlarını barındırmaktadır. Böylece bağımsız sanat girişimlerinin sinerjik bir üretim ortamında bir araya gelmeleri sağlanmaktadır. Toplutaşım eksenlerine doğrudan kolay erişim sayesinde ise öneri sanat programı, İstanbulluların bütününün erişimine açık hale gelmektedir.
Yeraltı sanat omurgası bu sayede, Taksim’in altında ek program alanlarının üretimini olanaklı kılarken aynı zamanda duraklar arası yaya transferi hareketini sanat mekanları ile destekleyerek ilgi çekici ve keyifli hale getirmektedir. Böylece İstanbul gezgini için bu kez yerin altında olmak üzere alternatif bir güzergah önerilmiş olmaktadır.
Yeraltında yer alan atölyeler, yaratıcı kentsel mekan üretimi stratejisine koşut olarak kentli ile sanatçı ve sanat topluluklarının doğrudan etkileşimini ve iletişimini olanaklı kılacak biçimde açık mekan yaklaşımı ile kurgulanmaktadır. ‘Açık mekan’ yaklaşımı salt mekanın tasarım için değil, aynı zamanda işletimi için de öngörülmektedir. Buna göre Taksim’de yaratılacak sanat mekanlarının kullanımına yönelik programlamanın sabit mülkiyete göre değil dönemsel olarak yeniden organize edilecek sahiplilik esası ile yürütülmesi önerilmektedir. Böylece kentsel mekanda yer bulamayan yeni sanat girişimlerinin de desteklenmesi olanaklı duruma gelecektir.
Kamuya açık sanat mekanlarının yaygınlaştırılması, sokak sanatçılarının da desteklenmesini sağlayacak, kamusal mekanda sanat kavrayışını ve algısını güçlendirecektir.
1 Yorum
1. Ödül yazdığını görünce yüreğime indi bir an, Obruk mu seçilmişti diye : )
‘Eşdeğer Ödül’ yazmak gerekmez mi?