Özkan Durman'ın "Türkiye Tiyatro Müzesi Mimari Projesi Öğrenci Fikir Yarışması" için tasarladığı proje, eşdeğer ödül kazandı.
Vezneciler-Şehzadebaşı arasında yer alan bu bölgede, ismini aldığı revaklardan günümüze sadece küçük bir kısmı ulaşabilmiştir. Bu durum, tasarım sürecinde yerin ruhunu fiziken oluşturan bu “direk”lerin nasıl günümüze kazandırılabileceği sorusunu gündeme getirmiştir. Direkt birebir bir uyarlama yerine, bu unsurlara saygı duyarak bir referans çıkarılmıştır. Bu referans, ardışık bir doku ve planimetredeki gradyan istemi olarak tasarıma yansıtılmıştır. Şehzadebaşı Külliyesi’nin dokusundan hareketle, bu yapı bir avlu formunda yeniden yorumlanarak bir mekan oluşturmuştur.
Revaklı dükkanlardan oluşan bu izler, proje alanına dahil edilmiştir. Ayakta duran bölümler korunarak projeye entegre edilirken, atıl durumda ve orijinalliğini yitirmiş birimlerden yalnızca izler alınarak bir bağlam oluşturulmuştur. Geleneksel olarak sadece Şehzadebaşı Caddesi’ne cephe oluşturan bu dükkanların izleri, Darülerhan Sokağı’na kadar uzatılarak bir konsept geliştirilmiştir. Bu yaklaşım, Delikanlı Sokak ile doğrudan bir aks oluşturmayı hedeflemiştir.
Anıtsal tiyatro yapıları incelendiğinde, genellikle bir meydana bakarak bu meydanla bütünleşir ve kentin bir parçası olarak anıtsallığını güçlendirir. Bu bağlamda, tasarımın Vezneciler Meydanı’na sezgisel bir yönlendirme yapması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Marvin Carlson ve André-Jacob Roubo’nun görüşleri, tiyatro yapılarının kentle güçlü bir ilişki kurması gerektiğini savunur. Roubo, tiyatro yapılarının meydanın ortasında izole bir biçimde konumlanarak farklı açılardan görülebilir olması gerektiğini belirtmiştir. Bu yaklaşıma uygun olarak, tasarım hem çevresiyle bütünleşen hem de bir kamusal anıt niteliği taşıyan bir yapı hedeflemiştir.
Kültürümüzde önemli bir yere sahip olan tiyatro sanatının geleceğe aktarılması, geçmişten gelen deneyimlerin canlı tutulması ve müze işleviyle bir arada olması, tasarımın temel ilkelerindendir. Ancak, müzelerin sıradanlaşması ve zamanla atıl bir işleve dönüşmesi riski tartışılmıştır. Bu bağlamda, ziyaretçiyi sıradanlıktan kurtaran ve duygularına hitap eden mekanlar oluşturmak hedeflenmiştir. Sergilenecek eserler, mekanda öne çıkan ve ziyaretçinin dikkatini çeken niteliklere sahip olmalıdır.
Mevcut müzelerde görülen “müze yorgunluğu” kavramı, ziyaretçilerin ilk 30 dakikadan sonra bilgiye kapalı hale geldiğini göstermektedir. Bu nedenle, tiyatro araştırmalarından ilham alınarak sahne-sahneyi önde tutan sahne binası-izleyici mantığıyla, sergilenen eserlerin yalın ve etkili bir şekilde ziyaretçilere aktarılması hedeflenmiştir.
Tiyatro tasarımında, skene kavramı önemli bir rol oynar. Skene, yalnızca fiziksel bir mekan değil, aynı zamanda hikayenin bağlamını oluşturan bir “arka plan”dır. Bu yapı, karakterlerin iç dünyalarını ve toplumsal temaları ifade eden bir sahne olarak düşünülebilir. Soyut olarak, skene binası bir hikayenin ve karakterlerin içsel yolculuklarının dışa vurumunun yapıldığı görsel zemini temsil eder. Bu arka plan, sahne sanatında anlatının derinliğini ve atmosferini şekillendirirken, olayların gelişimini yönlendiren bir çerçeve sunar.
Ayrıca, skene bir oyuncunun öz kimliği ile rol kimliği arasında bir ayrım yaparak tiyatroda kimliğin çok katmanlı yapısını da açığa çıkarır. Marvin Carlson ve Roubo’nun önerilerine göre, tiyatro yapılarının sadece bir yapı değil, kentin kültürel ve toplumsal simgesi olması gerektiği vurgulanmaktadır.
Meydanda sahne binasını andıran aynı zamanda yapının ana girişini yönlendiren bir ‘Skene’ soyutlaması önerilmiştir. Bu öneride müzeyi deneyimlemeyen insanlar izleyici rolünde, müzeyi deneyimledikten sonra skene de konsola ulaşan ziyaretçiler ise rol değiştiren olmaktadır. Bu noktada arka planda olanı görerek izleyicinin karşısına çıkan kişi artık farklılaşmış gerçeklikle var olmayan arasında geçişi sağlamıştır.
Türkiye Tiyatro Müzesi tasarımı, hem geçmişin izlerini geleceğe taşıyan bir bağlam oluşturmayı hem de ziyaretçilerin duygusal deneyimlerini zenginleştiren mekanlar yaratmayı hedeflemiştir. Tiyatronun ve müzenin bir arada sunulduğu bu yapı, hem kültürel bir miras hem de toplumsal bir simge olarak kent yaşamında yerini almayı amaçlamaktadır.