PROJE RAPORU
Üsküdar, tarihi M.Ö. 1000’li yıllara uzanan kadim bir yerleşke. Stratejik konumu, limanı, kültürel ve manevi içeriği ile her dönemin gözdesi, Bağdat ticaret yolunun başlangıç noktası. Ziyaretçisi hiç eksik olmamış bir uğrak yeri, geçiş mekanı…
Boğaz kıyılarında benzer kültürel ve mimari içerik yoğunluğuna sahip pek az yerleşkeye rastlanmasına rağmen, zaman yaramamıştır Üsküdar’a, teknoloji ile arası bozuktur, kavgalıdır…
Özellikle son 50 yılın Üsküdar’ı ne kadar yorduğunu, hırpaladığını, tükettiğini daha adımınızı atar atmaz anlarsınız. Ansızın karma karışık, derbeder, “kayıp bir yer ”de, amaçsızca her yöne, herhangi bir yöne hareket eden kontrolsüz bir kalabalığa ram olursunuz. O kadar hırpalanmış, örselenmiştir ki mekan Üsküdar’da, hiç durmadan, dinlenmeden, vakit kaybetmeden bir sonraki durağınıza ulaşmak istersiniz hızlı adımlarla…
Bugün Üsküdar, bütün mirasını tüketircesine kendi içine doğru çöken sönmüş bir yıldız gibidir. Ne heybet kafidir bu tükenişe karşı koymaya, ne sanat, ne ustalık ne de mimarlık…
Oysa adına şiirler, şarkılar, kitaplar yazılmış bu melankolik anıların beşiği, terbiye edilmemiş, eğitilmemiş gözlerin bile ayırdına varabileceği “kent suçlarına” kurban edilmeden epey önce, Koca Sinan’ın eserleriyle de ihya edilmiştir defalarca. Her biri Üsküdar imgesinin birer yapıtaşı olan Mimar Sinan’ın eserleri, semtin yorucu coğrafyasında düzayak meydanı tanımlayan üç röper noktasıdır. Tek nefeste, yorulmadan kat edilebilecek dümdüz bir rotayı vurgularcasına yerleştirilmiştir.
Kız Kulesi bile, bilet alıp tekne kuyruğuna girerek ziyaret edilebilen “boğaz ortasında bir çay bahçesine” indirgenerek ancak kurtulabilmişken(!), Sinan’ın eserleri de bu tükenişten nasibini almıştır hiç şüphesiz.
Yol genişletilmesine kurban giden Büyük Hamamın bugün yalnızca adıdır büyük olan ve geçmişine referans veren yıkılmış duvar izleri, Hakimiyeti Milliye cephesinde hiçbir zaman kabuk bağlamayacak bir yarayı ifşa eder görebilen gözlere.
Şemsi Paşa Cami, sizi ölçeği ile kendine hayran bırakır önce. Avluya girip parmaklıklar ardından manzarayı seyre daldığınızda, boğaz kıyısı ile kurduğu dolaysız ilişkinin nasılda eşsiz ve hayati olduğunu fark edersiniz. Öyle ki, konumuna rağmen şaşılacak derece sessiz o avluda boğazı seyretme ayrıcalığını tatmadan, dolgu projesinin külliyeden neleri koparıp götüreceğini anlamak olanaksızdır.
Bir başka trajedi ise içeride gizlidir. Bir anlamda kendisini korumakla yükümlü Kültür Bakanlığının, medrese revakları arasında “cam balkon kapatma” hoyratlığı ile kotardığı ofis mekanları, en hafif tabir ile göz kanatır, yürek sızlatır. Kendi çocuğuna zarar veren bir anne ile yüzleşmeye benzer bir ürperti kaplar içinizi.
Aynı zamanda Mimar Sinan’ın ilk büyük yapısı olan Mihrimah Sultan Cami ise oturduğu kot nedeni ile ayakaltında kalmaktan son anda kurtulmuş gibi, hüzünlü ve tedirgin vapurları, kalabalığı seyretmektedir İskele Meydanında.
Halihazırda deneyimlenen bütün bu travmaların uzamında, Üsküdar’ı okunur, görünür, yaşanır kılmak en bıçak sırtı konudur bir bakıma. Calvino’nun Görünmez Kentler ’ine benzeyen bu yönüyle, Khrysopolis‘ten günümüze katmanlaşan bu palimpsesti her düzeltme çabasında, geçmişin bir yanı saklı, bugünün bir yanı eksik ve çarpık kalır. Kuşkusuz Üsküdar’ın en önemli yapılarından olan Mimar Sinan eserleri bu katmanlaşmayı anlamlı kılan, palimpsestin karakteri için son derece önemli ve yüceltilmesi, ihya edilmesi gereken değerlerdendir.
Projenin temel motivasyonu; bir yandan kayıp, tüketilmiş bir yer olarak Üsküdar meydanının fizik-mekan organizasyonunu sınırlı, sürdürülebilir müdahaleler ile onarmak ve restore etmek, öte yandan her zaman bulundukları yapılı çevre ile birlikte anılan, onları tanımlayan, dönüştüren Mimar Sinan’ın eserlerinin farkındalığını arttırarak, içinde bulundukları kamusal mekan üzerinden iade-i itibarını sağlamaktır.
Üsküdar meydanı tarihin her döneminde önemli bir destinasyon ve transfer odağıdır. Bu özelliği nedeni ile de tipolojik açıdan meydan olgusunun kavramsal karşılığı ile tam örtüşmeyen, sürekli bir devinim, başkalaşım geçirmiş, sınırları yapı kümeleri ile tanımlı, kamusal işlev çeşitliliği olan bir kentsel mekan olmaktan uzaklaşmıştır.
Bu bağlamda sınırları tarif edilen alan bütününde birbirinden farklı ölçek ve içerikte 4 spesifik tasarım stratejisi, eylemi belirlenmiştir.
Şüphesiz kentsel arsa stoğunun sınırlı bir kaynak olduğu ve İstanbul örneğinde olduğu gibi hızla tüketildiği metropoliten alanlarda, çok işlevli kamusal mekan düzenlemeleri sürdürülebilirlik açısından daha da kaçınılmazdır. Kamusal mekanlarda çok işlevliliği destekleyen senaryolar, farklı kullanıcı profillerini aynı mekanda buluşturma, karşılaştırma kabiliyetleri nedeni ile de toplumsal yaşama katkı sağlarlar.
Öte yandan kamusal mekan ve sanat olgularını bir arada var edebilen çözümlerin, sanatı ve sanatçıyı daha geniş toplum kesimleri ile buluşturma kapasiteleri olduğu, kültürel faaliyetlere erişebilirlik açısından düşük sosyo-ekonomik sınıflar için birer fırsat alanı da yarattığı söylenebilir.
Bu kapsamda meydanın uzantısı olan Üsküdar-Harem sahil yolu hattında ve Marmaray çıkışlarını barındıran koridor üzerinde, Mimar Sinan anısına yarı açık bir galeri (pavyon) önerilmektedir. Tipolojik olarak tonozlu bir saçak modülasyonunun tekrarı ile üretilen yarı-açık mekan, yaya akışını sekteye uğratmayacak şekilde yerleştirilmiş sergileme duvarları ile mekanı dönüştürür. Mimar Sinan Sanat İstasyonu; asıl işlevine dolaylı bir gönderme olarak peron-vagon-istasyon metaforunu kullanır. Ölçeği optimize etmek amacıyla lineer ve hareketli modülasyonu çoklayarak yaya sirkülasyonu, silüet, doluluk-boşluk, geçirgenlik gibi parametreler dikkate alınarak üretilmiştir.
Sanat İstasyonu, yürüyen merdiven çıkışlarının yer aldığı sert zemini yalnızca bir sirkülasyon yüzeyi olmaktan çıkararak dijital – fiziksel sergilere, bekleme-dinlenme işlevlerine de elverişli bir galeri olarak yeniden tarifler. Başka bir deyişle Mimar Sinan Sanat İstasyonu, yer aldığı kamusal boşluğu ve olağan, rutin yaya hareketlerini alternatif işlevi ile yeniden tarifleyen, dönüştüren bir hub (odak) olarak anlam kazanır. Öte yandan Mimar Sinan Rotası (Sinan Üçgeni) ile ilişkilendirilen mekan, sanatı sokağa ve kamusal mekana taşıyan bir arayüz olarak da çalışır.
Mimar Sinan Sanat İstasyonu bünyesinde, Sinan anısına her yıl tekrarlanan periyodik bir sergi programı önerilmektedir. Dijital envantere ek olarak yapıların maketlerine de yer verilecek sergi, ziyaretçisine farkında olmadığı mimari mirası üç boyutlu sanal gerçeklik deneyimi ile tecrübe etme olanağı da sunabilir.
Ağırlıklı olarak sergileme duvarları nişlerine yerleştirilen ekranlar üzerinden çalışan sistem, sergi olmadığı durum ve koşullarda tercihen reklam amacıyla da kullanılabilecek (kiralanabilecek) bir platformdur. Bu alternatif işlev üzerinden yaratılacak artı değer yalnızca Mimar Sinan’ın eserlerinin bakım ve onarımı ya da Büyük Hamam örneğinde olduğu gibi kamulaştırılması amacıyla kullanılabilecek, sürdürülebilir bir ekonomik kaynak yaratma potansiyeline de sahiptir.
Mimar Sinan Rotası; günümüzde Sinan Üçgeni olarak anılan ve Mimar Sinan’ın eserlerini birbirine bağlayan sanal rotayı, kent meydanı ile birlikte ve sınırlı fiziksel müdahalelerle yeniden tariflemeyi hedefler.
Söz konusu sınır içerisinde Kent Meydanı, Mimar Sinan Rotası, araç-yaya sirkülasyonu ve Marmaray çıkışları daha harmonik ilişkiler kurabilmek amacıyla bütüncül olarak ele alınır.
Tasarım stratejisi, bir yandan fazlasıyla dağınık kamusal boşluğu spesifik müdahaleler ile restore etmeye, daha tanımlı bir kent meydanı tariflemeye odaklanırken, diğer yandan da Mimar Sinan Rotası üzerinden Sinan’ın eserlerinin farkındalığını arttırmayı önceller. Tartışmalı dolgu alanı sınırını, özellikle Şemsi Paşa Cami yönünde revize ederken, cami deniz ilişkisinin hassasiyetini göz önünde bulundurur.
Mimar Sinan Rotası, Paşa Limanı caddesi, Üsküdar Harem sahil yolu ve Hakimiyeti Milliye caddeleri üzerinde konumlanan üç farlı kulvardan oluşur ve Mimar Sinan Sanat İstasyonunu ile ilişkilenir. Tasarlanan yaya akış güzergahlarında yalnızca farklılaşmış bir kaplama ve/veya malzeme olarak özelleşen rota, geçtikleri güzergah üzerindeki kamusal boşlukları, kentsel nişleri de kullanarak Mimar Sinan’ın hayatı ve eserlerini (Mimar Sinan’ın Yolculuğu) tanıtan retrospektif anlatısına da imkan verebilir. Öte yandan yine rota üzerinde yer alan “Farkındalık Kadrajları” ile Sinan’ın Üsküdar’daki eserleri hakkında interaktif olarak kullanıcıya spesifik bilgi aktarılır.
Mimar Sinan Rotası üzerinde yer alan Farkındalık Kadrajları ile Üsküdar’daki olağan yaya hareketlerine yeni anlamlar yüklenir. Rota üzerindeki yaya, yanında, ayaklarının altında, karşısında tesadüfen beliriveren ve süreklilik arz eden bu keşif parkuru ile Mimar Sinan’ı anmak, anlamak için kendisine bir pencere aralar.
Raylı sistemler, metropoliten alanlar için kalbe kan taşıyan damarlar kadar hayati işlevler yüklenir. İstanbul metropolü için ise gerek nüfus büyüklüğü gerekse lineer morfolojik karakter, ulaşım sistemi bütününde metro ağının önemini, önceliği kaçınılamaz bir mecburiyete dönüştürür.
Kent ölçeğinde karakteristik ve kronik bir soruna dönüşen mesele ise, diğer toplu taşıma sistemleri ile birlikte raylı sistem çıkışları ve duraklarının da kamusal mekanları tüketen baskın tekil işlevlere dönüşmesi vakasıdır. Özellikle kent meydanları üzerinde kaotik bir atmosfer yaratan bu durum, iyi tasarlanmamış arayüzler de söz konusu olduğunda fiziksel mekan kalitesini düşürerek kamusal alanların kullanım değerini olumsuz etkiler ve toplumsal bellekteki yer-kimlik ilişkisini kopararak tektipleştirir.
Üsküdar özelinde ise Marmaray ve üstyapı uzantılarının kent için meşru ve vazgeçilmez bir işlevsel zorunluluk olduğunu göz ardı etmeden, bir “kent suçuna” dönüşmüş fizik-mekan örgütlenmesini tasarım marifeti ile koruma-kullanma dengesi gözeterek yeniden tariflemek, ele almak gerekmektedir.
Bu bağlamda “Üsküdar Yansımaları”; yok sayılamayan, yok edilemeyen bir nesnel gerçekliği, kendisinin dışında var olan, olup biten her şeyi tekrar eden, kopyalayarak yansıtan bir içerikle yeniden üretmek, düzenlemek üzerine kuruludur.
Özellikle hacim ve proporsiyon olarak (meydan ve uzantısı kamusal alan içerisinde) baskın birer unsura dönüşen havalandırma yapılarının, yapısal müdahalelerden kaçınılarak yeniden ele alınması tavsiye edilmektedir. Proje ile bu yapıların, saçak-sundurma gibi zorunlu olmayan eklentilerinden arındırılarak boyutlarının optimize edilmesi ve dış cephelerinin reflekte yüzey ve/veya paneller ile kaplanması önerilmektedir. Böylece ağaç kümeleri ile sarılarak gizlenmeye (!) çalışılan yapılar, ilk planda etraflarındaki hareketi, insan eylemlerini, arka planda ise Üsküdar’ın farklı kesitlerini yansıtarak kendi varlıklarını yeniden tanımlar, anlamlandırır. Başka bir deyişle kaçınılan, sakınılan, gizlenen (!) bu yapılar, kent meydanından kaldırılmadan kurgulanmış bir illüzyon (yanılsama) ile “yok” edilir.
“Farkındalık Kadrajları” Mimar Sinan Rotası üzerinde yer alan “kültür kapanları”dır. Rota üzerinde Sinan’ın eserlerini cepheden görebilecek pozisyonda yerleştirilen içi boş çerçeveler (kadrajlar), yayaların merak duygularını tahrik ederek arka planda silüetini gördükleri yapı hakkında ilgi duymalarına yol açar. Kadrajlar, üzerlerinde yer alan interaktif bilgi panelleri aracılığıyla kullanıcıya eser hakkında görsel ve yazılı bilgi aktararak farkındalık yaratırlar.
“Mimar Sinan Rotası”, “Farkındalık Kadrajları”, “Mimar Sinan Sanat İstasyonu” ve “Üsküdar Yansımaları” bir bütün olarak Üsküdar’da Mimar Sinan’ı anmayı ve/veya anlamayı, bahsi geçen palimpsestin Sinan’a ait girdilerini olabildiğince görünür kılmayı hedefler.
Son söz olarak;
Mimar Sinan’ı anmak için tasarlamak ağır yük!… O’nu anmak için üretmek yerine anısını yaşatmak için üretmek ve dahası tüketmemek tek makul, kabul edilebilir çaba olabilir belki de…
Üsküdar’dan başlatılan bu duyarlılık ve hassasiyetin, Sinan’ın elinin değdiği tüm coğrafyalara yayılması, uyarlanması umuduyla…
“Eserini yaşat ki Mimar Sinan yaşasın”…