Avusturyalı mimar Friedrich August Stüler’in 1866 yılında tasarladığı, Stockholm'de bulunan İsveç Ulusal Müzesi’nin (Nationalmuseum) 2018 yılında biten renovasyonu Wingårdh Architects ve Wikerstål Architects ofisleri tarafından yapıldı.
2012 yılında başlayan proje sürecinde tasarımcılar, daha sürdürülebilir ve işlevsel bir müze yaratılmasını talep eden tasarım brifinin üstüne kurguladıkları proje halihazırdaki fırsatların tanımlanması, beklenmedik olanların ortaya çıkarılması arasında gidip gelmiş. Yeni müzenin tasarımı büyük oranda mevcut yapının mimarı Friedrich August Stüler’in orijinal tasarımından türetilmiş.
Tasarımcıların karşısına çıkan ilk zorluk, ziyaretçilerin ve sanat eserlerinin aynı dolaşım koridorları kullanarak hareket ediyor olması olmuş. Güvenlik için bu iki dolaşımı ayıran tasarımcılar her iki kullanım için de son derece geniş asansörler kurgulamış.
Asansör şaftlarını önce yapının dışında düşünen tasarımcılar daha sonra yapının cephesinin korunması kararı alarak asansörleri kuzeydeki iç avluya taşımış. Gerektiğinde sökülebilir, tek başına ayakta durabilen bu şaft, asansörler ve müze parkının içine yerleştirdikleri teknik yapı eski müze binasına yapılan en göze çarpan müdahaleler. Her iki yapıda uygulanan benzer patine örgü bakır kaplamanın, ağır duvarlar ile hafif kaplama arasında yarattığı zıtlık, müze ilk kurulduğunda ortaya çıkan tasarım akımlarına gönderme yapıyor.
Her iki iç avlu da yeni açılan ancak kıs olmaları sayesinde yapını siluetini bozmayan kubbeli cam çatının ile doğal ışıkla aydınlatılıyor. Tek bir kubbenin sesteki yansımaları odaklamasını engellemek için bu cam çatı küçük piramitler oluşturacak şekilde parçalanmış. Bu sayede, avluların da katılımı ile artık iki katına çıkarılmış olan zemin kat alanı halka açık etkinlikler için de kullanılabiliyor. Duvarların gri rengi, gün ışığının etkisinin hem avluda hem de iç galerilerde artmasını sağlıyor.
İç avluların zemini 175 santimetre yükseltilerek, kattaki tüm zeminlerin birbirine kesintisiz bağlanmasını sağlanırken, aynı zamanda bu yeni yükseltinin altına mekanik odalar yerleştirilmiş. Benzer şekilde, binanı merkezinde bulunan ve “kilise” olarak adlandırılan mekan da 44 santimetre alçaltılarak, zemin kattaki mekan silsilesine katılması sağlanmış.
Çalışanların dolaşım ve odalarının taşınması ile zemin katın bütünüyle kentin bir parçası haline olması amaçlanan binada daha önceden koruma/restorasyon stüdyoları olarak kullanılan, Stockholm’ün en görkemli odalarından birkaçına restoran, kafe ve bar işlevleri yerleştirilmiş.
Günümüzde ziyaretçinin keyfi, yönelimi ve deneyiminin sanatı takdir etmesindeki öneminin daha çok bilincinde olunması ve gün ışığının eskiden düşünüldüğü kadar sanat eserlerine zarar vermiyor olduğu görüşü ile yapının pencereleri içeri azami günışığı alacak şekilde düzenlenmiş. Ancak, yapının iklimsel dengesinin bozulmaması amacıyla 1910’lardan kalma cam ve doğramalar, çelik doğrama günışığına karşı korumalı camlar ile değiştirilmiş. Bu sayede, ışıma, güvenlik, bakış, günışığı ile aydınlatma ve yalıtıma dair karmaşık çözümler gerektiren yapının talepleri karşılanmış.