Proje Metni
Yersiz/Yurtsuz — Mülteci/Göçebe
İnsan, toplum halinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen canlıdır. TDK tanımı insan için yetmemektedir. İnsan sevgi, hoşgörü, üzüntü, öfke, mutluluk gibi duygularla kişisel algılarıyla var olmaktadır. Duygu denince de ilk akla gelen sevgidir. Doğar doğmaz şanslı ise ilk anne ve baba sevgisini tadar. Daha sonra yavaş yavaş büyür ve emeklemeye başlar, yürür ve hatta koşar. Hayatın getirdiğine ilk adımları il çabalayışları yaşar. Koşarken düşer, düşünce kalkar. Ama her fırsatta yaşama tutunur. Fark etmeden de olsa insanın içinde doğumundan itibaren büyüyen bir duygu, bir sevgi seli oluşur.
Ev, yuva sevgisi… İlk emeklediğiniz halı, ilk adımınızı attığınız salon, ilk anne dediğiniz oda, düşerek dizinizi yaraladığınız; ilk acınızı hissettiğiniz bahçe, belki de ilk tırmandığınız ağaç .. Hepsi ve hepsi evinizde, benim evim, benim sokağım, benim şehrim, benim ülkem dediğiniz yerde, barındığınız o yerde…
Senaryo: Yer denince hep aklıma doğup büyüdüğüm sokaklar, yollar şehir gelir. “Yerin yurdun neresi?” derler bazen evet yerim yurdum “evim”. Ya evim olmasa? Anılarımı yeşerttiğim sıcacık ev kelimesi ne kadar da değerli. Evsiz olsam ya da bir yolcu o zaman ne olurdu? Savaşın kötülüklerinden kaçıp evinizi bıraktınız belki eviniz yok oldu şimdi eviniz neresi? Koşullar sizi nereye getirdi? Sevgiyle tanımlanan dünyada kaybolmak niye? Yerinden edilmiş insanları kimliksizleştirmek niye? Tasarım tam da bu noktada devreye girer. Amaç kentte birer peyzaj ögesi gibi olan, içinde sevgiyi yeşertecek birimler oluşturmaktı. Sadece kapalı bir hacim, ruhu olmayan bir barınak, zorundalıklarla oluşturulmuş kutular değil; bir ev, bir yuva niteliği oluşturacak, insanla hayat bulacak bir proje… İnşa etmek bir gereklilikse kenti beton yığınına çevirmekte öyle midir? O yerde var olan minicik bir ağacı kesmek size milyonlar kazandırır mı? Peki toprağı yok ettiğine değecek bir değişim yapılıyor mu? Bir yuva yapmak için başka yuvaları yıkmalı mıyız? Aslında o bölgede yaşayan solucanların, karıncaların yuvalarından bahsediyorum. Tasarıma başlarken bu bağlam bizi toprağa götürdü. Doğaya zarar vermeyecek doğayı yok etmeyecek, hem bir ev bir yuva olabilecek kent kimliğini bozmayacak, yersiz diye tabir edilenleri ötekileştirmeyecek bir çözüm… Kentle iç içe evrensel probleme evrensel bir yaklaşım söz konusu olmuştur. Simbiyotik yaşam kavramı kentle yersizliği birleştirip bütünleştirmek adına seçilmiştir. Şimdi “yerim neresi?” sorusuna yanıt arayan gerek savaştan kaçmış olan, gerek bir yolcu gerekse bir evsiz; onlara evin sıcaklığı, yuva hissini geri getirecek, onları yersiz hissettirmeyecek birer yaşam çekirdeğiyle cevaplandırılmıştır. Hep sizi bekleyen bir yuva, bir sokak, bir cadde vardır. Doğduğunuz yer olmasa da seveceğiniz bir yer… Belki tırmanırken ilk kez düştüğünüz ağaç sizi beklemektedir. Bazense dönemezsiniz ne şartlar el verir ne de zaman… Artık o sokaklar, sizin tanıdığınız, büyüdüğünüz sokaklar değildir. Ve şimdi yeni bir eviniz, yeni bir sokağınız belki de yeni bir ağacınız vardır. Bu sokak artık sizin, bu şehir artık sizindir… Kısacası mülteci, evsiz, şehir şehir gezen yolcu herkes için bu kentte benim evim diyebilecekleri bir yuva tasarladık…