KAPİTAL-İSTanbul
(Ekonomi Başkenti)
İş ve ev arasında dolanan yığınların yaşam beklentileri ‘Haftasonu’ kavramının içine sıkışmıştır. Kaliteli zamanı haftasonları arıyoruz; dinlenmeyi, eğlenmeyi, gezmeyi, normal hayat iletişimlerini haftasonuna saklıyoruz.
Peki ne oldu geri kalan zamanlara?
Kent insanı ondan çoktan vazgeçip, karşılığında 2 gün temenni eder hale geldi. Mekanlarımız Kapital düzenin mezarlığına dönüştü. Standart çalışma saatleri mekanlarımızın çoğunu ‘GEÇİŞ’ mekanına, çoğunu da ‘DURMA’ mekanına dönüştürdü. Hareket ve hareketsizlik anının içi boşaltılmıştır İstanbul’da.
Nasıl oldu da bu noktaya gelindi?
Günümüz İstanbul’una bakıp geleceğini tahayyül etmemiz mümkün. Hızlı nüfus artışıyla ‘ALZHEİMER’ yaşıyor İstanbul. Yığınlar İstanbul’un hafıza kapılarının özümseyemeyeceği hızda aktı durdu.
Pekiştirilemeyen değerlerin suları altında kaldı İstanbul. Her yeni insanla değer taşları daha da aşındı. Fazla insan fazla arzuya neden oldu, arzuların rüzgarı kuruttu ıslak İstanbul’u. Fazla arzu rekabete, rekabet hırsa, hırs bencilliğe neden oldu. Var olmak için tüketmek fikrine alışan İstanbullu, mekansal anlamda ‘RAHAT’ ve ‘UYGUNLUK’ sözcüklerini de terk edip, yerine ‘GETİRİ’ sözcüğünü kullanmaya başlamıştır. İnsan doğasından tavizlerle başlayan bu süreç giderek şehvetini arttırmış ve kendi alışkanlığını oluşturmuştur. ‘GETİRİ’ sözcüğünün de giderek tamamen ‘PARA’ ya evrilmesi gayet mümkündür.
Tüm bunları düşündüğümüzde İstanbul’un 2$$$ yılında büyük bir işyerine dönüşmesi veya işyerlerinin İstanbul’u sahiplenmesi aşikardır.
Mekansal anlamda ‘GETİRİ’ sözcüğünün İstanbul’da ‘ZAMAN’a evrildiği dönemde, İstanbullu için önemli olan işe yakın olmaktır. Ancak her işyeri yakın çevresinde işyeri ister ve istediği aslında evlerimizin kendisidir. Önemli olanın işe yakın olmak olduğu İstanbul’da, kazanılan zamanın kalitesi, zaten ‘GEÇİŞ’ ve ‘DURMA’ mekanından ibaret olan İstanbul’da değersizleşmiştir. Kapital düzenin getirdikleriyle insanların bir kısmı İstanbul’a ‘YAKIN’ken, büyük bir kısmının erişiminin zor olacağı barizdir.
Peki, İstanbulluların ‘ARZU’ları nasıl bir çözüm bulur ve nasıl düşünür?
Fikir tarihimize inersek;
Arzularımızın gölgesinde evirdik çevirdik her şeyi. Sınırları zorladık ve bundan zevk aldık. Kimi zaman Tanrı için yaptık bunu kimi zaman da sadece kendimiz için. Alışkanlıklarımızın birini bir diğeri aldı, sözcüklerimiz değişti durdu. Ölümlü doğamız bizden önceki neslin yaşama alışkanlıklarında başladı yaşamaya, süregelen büyük alışkanlığa(büyük değişime) kolayca uyum sağladı ve bizden sonraki kuşaklara alışkanlıkları dönüştürüp sundu. Bir döngü içinde yozlaştırdık çoğu şeyi ve buna alıştık.
Tasarımlarımız, mekanlarımız tekniğimizle paralel dönüştü. Barınmak içi ‘ÇADIR’larımızı kurmamızla başladı, ağaçlarımızı düzenledik, toprağımızı ters çevirdik. Ancak tasarım sınırlarımız nesiller boyu denize dayandı dalgalarda silikleşti. Denizleri salt ‘GEÇİŞ’ mekanı olarak düşündük, belki alıştığımızdan bu fikre belki de tekniğimiz izin vermediğinden. Arzularının gölgesindeki insanın tekniği denizlere taşarsa, tasarımlarımızın da denizlere taşması beklenmelidir. Deniz üzerinde seyahat fikrine alıştığımız İstanbul’da denizde yaşama alışmamız gayet mümkündür.
Nerden başlamalı ve ilk adım ne olmalı?
Her tasarımla kendimizi özgürleştiriyor gibi hissettik. Oysa hafızamızı tazelemekten başka bir şey yapmadık. Her kompleks fikrimizin temelinde basit olan yattı. Kendimizi tekrarladık durduk. Denizde bir başlangıç yapacaksak yine basit olanın temelinde şekillenecektir şüphesiz. Belki de doğadan, kuşlardan ilham aldığımız ilk fikir olan ‘ÇADIR’larımızı, teknik yeterliliğimiz olsaydı denizlere de kurmaz mıydık?
‘GETİRİ’ sözcüğü ve türevlerini barındıran bu fikir etrafında şekillenemez mi insan yine? ‘GEÇİŞ’ mekanında ‘DURMA’ya alıştığımız İstanbul’da, ‘GEÇİŞ’ mekanı olan denizde ‘DURMA’ya alışamaz mıyız?
Ayrıca Salt ‘GEÇİŞ’ mekanı olarak bildiğimiz denize yeni bir işlev yükleyip KAPİTAL-İSTanbul’u ‘GEÇİŞ’ten kurtaramaz mıyız?
‘GEÇİŞ’ mekanlarını denizde toplamak kaousu bitirebilir ve radyoaktif toplumu denizde soğutabilir. Belki de denizin derinliğiyle dip dibe vurur insan derinliğimiz, hatırlarız ‘KENDİ’ ilk fikrimizi. ‘ÇADIR’ ‘KOMÜN’leri denizlerdeki devrim olmakla kalmayıp KAPİTAL-İSTanbul için de bir ‘DEVRİM’ olur kim bilir…