Proje Raporu
suya sınır çekilemez, sözcükler arasına tel örgü gerilemez.
Feride Çiçekoğlu
Günümüzde ‘kara üzerinde olma durumu’ öznesi insan olan, tümcesi yaşam alanı olan cümleyle sınırlandırmaktadır. Modern hayatın getirdiği kendi kapanına sıkışmış sınırları net bir şekilde belli olan alanlara hapsolan insan; kimliksiz yapılaşmanın içinde aidiyetten yoksun, doğayla ilişkisi koparılmış, kendinden başkasını tanımadan cümlesini noktalandırır. Buna dur demek isteyen yaratıcı insan, artık cümlesini noktalamak istemez, yeni arayışlara girer. Bu arayış onun için zordur, göçebileciğe bir yer yoktur. İnsan türü karadaki tüm parçaları kullanmıştır. Alternatif yollar arayan insan suyun üzerini keşfeder. Bu onun için yeni bir başlagıçtır. Düşleri onu, ana rahmine düştüğü o ilk ana götürür, evet artık düşlemeye, arzulamaya başlar. Hislerini yeniden kazanan yaratıcı insan özgürlük ve sınırsızlık kavramlarını yaşadıkları mekanlarda hissetmek ister. Yaratıcı insan yeni kentlerini şöyle tasvir eder.
“Gerçek şu olabilir; bu bir kent değil, evlerimizi sınırlayan, yaşamları birbirinden ayıran duvarlar yok, gökyüzüyle bağımızı koparan ne tavanları ne de yeryüzü ile bağlantımızı kesen döşemeleri var. Burda tam bir şey yok her şey yarım, yaratıcı belleklerimiz yarımları tamamlamaya çalışırken kendimizden izler bırakırız; buda bizi buraya ait hissettirir. 1 yıl boyunca sadece 15 gün tatil yapan bedenlerimiz şimdi her gün tatil yapıyo; çünkü artık çalışmıyoruz (Bu size 1. sınıf lüks toplu konut reklamları gibi ütopik gelebilir ama bizler ana rahmindeyken amniyon sıvısının içinde gelişiriz, yaşarız, çalışmayız. Bizim yani yaratıcı insanın yaşamı tıpkı başlangıcımız gibidir.) Zamandan haberimiz yoktur, suyun üzerini keşfettiğimizden beri; zaman bizim için sadece Güneş ışığının bedenimize yadsıttığı gölgemiz oldu. Yolculuğumuz yani yaşamımız nereye mi gidiyor? Açıkçası bilmiyoruz, rüzgar nereye doğru esiyorsa oraya gidiyoruz ve gittiğimiz yerin bir önemi de yok, asıl önemli olan yoldayken (suyun üzerinde) öğrendiklerimiz; çünkü yoldayken kendimizle başbaşayızdır ve rollerimizden arınıyoruz.Siz insanlar bunu bilemeyecek kadar özgürlüğü ve sınırsızlığı hissedememiş olabilirsiniz, eğer bunu hissediyorsanız beni anlayabilirsiniz.”
Konum/Yer
Su üzerinde alternatif yaşam konulu yarışmanın belirli bir tasarım alanı yoktur. Düşlenen bir kentin arayışı içinde olan yaratıcı özneler nereye gittiklerini bilmeden; rüzgar ve suyun yön vermesiyle yolculuklarını gerçekleştirirler. Düşlenen bu kentin haritada bir yeri yoktur, hep değişken ve muğlaktır. Bu belirsizlik suyun üzerini alternatif bir deneyim alanına dönüştürür. Her gittikleri kentte bir arayış içinde olan yaratıcı özne, şuan kuzeybatı Anadolu’da kendi adıyla anılan boğazın en dar kıyısında yer alan bir kentteler. Bu kent sahip olduğu konumu nedeniyle tarihte insanlar için önemli bir konuma sahip olmuştur. Kuzeyden esen rüzgar, onları bir çok medeniyete ev sahipliği yapan sulara götürdü. Farklı zamanlarda farklı isimlerle anılan bu kentte onlar Özgür Kent ismini verdiler. Özgür olmaları düşlenen kentin ilk adımıydı.
Hayatını nesneler üzerinden kuran insan, bu bilinen araçlar olmadığında nesnelliğinden kurtulur. Yaşamına bildikleri üzerinden yön verir. Belleğimize kazınan her nesnel bilgi bizi kısıtlar. Örneğin bir cami gidelim ve çocuklar ile diğer insanları gözlemleyelim; çocuk oyun oynayabileceği mekan bulduğunu düşündüğü için özgürce koşar ve eğlenir, diğer insan da belleklerine kazınan cami imgesinden dolayı korkarlar ve hareketlerini kısıtlar çünkü orası ibadethanedir ve konuşulmamalıdır. Burda bu böyle değildir; yaratıcı insanın belleği tıpkı bir çocuğun belleği gibi hafiftir. Onun için bu kent kimi zaman hiçbir yerde kimi zaman ise her yerdedir.
Özgür kentin suyu tuzlu, rüzgarı ise hafif eserdi. Burda tuzlu suda yetiştirebilecekleri bitkileri ve balıkları keşfettiler, onları kuruttular, depoladılar. Ve bir gün rüzgarın şiddetlenmesiyle gitme zamanın geldiğini hissettiklerinde yola devam ettiler.
Biçimleniş
Yaratıcı insan, modern mimarlık ve kentlerin standartlaşması ile kopan ilişkileri yeniden bağlamayı arzular. Bu bağı yeniden oluşturmaya özlerini arayarak başlarlar. Bu arayış onları suyun üzerinde yaşayan kabilelere götürür. Kimliklerini ve yerlerini arayan ilk insanların, geçici düzenlerine olanak sağlayarak tüm mekan ihtiyaçlarını tek bir form altında toplayan; çadır tipolojisi ve Constant’ın New Babylondüşsel atlası referans alınarak;özgür kent, pilotilerle yükseltilerek hareketli nesnelerle kurulur. Bu yaratıcı öznenin özgürce hayatını sürdürmesi ve düşlenen kent arayışının dinamiklerini arttırması ön görülür. Çadır tipolojisinin yorumlanmasıyla oluşan mekanlar, yaratıcı öznenin uyuma ve hava şartlarının iyi olmadığı zamanlarda kullanacağı alanları oluşurtururken, New Babylon atlasından referans alınan alanların; açık, geçiçi, sürekli değişen ve dönüşen strüktürde, yaratıcı özne, beslenmesi için gerekli bitkilerin yetişmesi ve sudaki balıkların kurutulma alanları için bir alan sağlarken aynı zamanda diğer yaratıcı insanlarla iletişimde olmasını sağlar.Suyun üzerinde oluşan bu strüktürün suyun üzerinde durması; yük taşıyan gemilerin su üzerinde dengede olmasını sağlayan durum ile aynı mekanizmada çalışır. Yük gemilerinin dengede olmasını sağlayan deniz suyu tankları yük azalınca basınçlı deniz suyunu tanklara depolarken, yük aldığı durumlarda suyu boşaltır. Döşemelere depolanan su; ağırlığın artmasıyla boşaltılır, azalmasıyla depolanır.Pilotilerle yükseltilerek oluşan değişen strüktürlerin bazı birleşme noktalarında bir çok işlevin tek bir formda çözümlenebileceği mekanlar oluşturması, bilindik mekan ayrımlarını yaptırmaz. Hava şartlarının kötüleştiği kentlerde yarı küre formundaki mekanlarda uyuma ihtiyaçlarını karşılarlar, havanın iyi olduğu zamanlarda ise kuruttukları balıkları ve sebzeleri depolama amaçlı kullanırlar.