Katılımcı, Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Bizimköy Mimari Proje Yarışması

MİMARI AÇIKLAMA RAPORU

Bir duvar vardı. Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içeride neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı.

Mülksüzler, Ursula K. Le Guin

Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında devletin resmi ruh sağlığı politikalarının belirlenmesinde belki de en çok etkisi olan kişi Prof.Dr. Mazhar Osman’a gore, “Delilik de bir hastalıktır; zatürre gibi, sarılık gibi, apandisit gibi bir hastalıktır. Nasıl birinde bir akciğer iltihaplanmıştır; o yüzden göğüs ağrır, güçlükle nefes alır, kanlı, kirli balgam çıkarır, ateşler içinde yanar. (…) Zeka ve seciye makarrı olan beyin rahatsızlığından insan doğru düşünemez, huyunu değiştirir: mesela çok neşeli veya çok kederli, çok cesur veya çok korkak, çok cömert veya tamahkar olur. Bunların peri ile cin ile münasebeti yok; dimağ hasta… Bunlar da ne adakla, nefesle, ne büyü ile olur, ne de yoluna gelir. Hastaya bakmak hekim işi olduğu gibi mecnunları iyi etmek, onların hastalık icabı mazarratını tahdit etmek hekimin vazifesidir(…) Deliliğin diğer hastalıklardan başka tarzda düşünüş, hekimlerden değil hocalardan, papazlardan, şeyhlerden, sihirbazlardan yardım bekleyiş en budala kafaların, en ham beyinlerin işidir. Nasıl dua ile tayyare uçmuyor, sihirle gemiler yürümüyorsa, hastalıklar da onlar gibidir; dünyaya hakim olan ancak fendir; bugün fen sırf görgü ve bilgiye dayanarak diyor ki: delilik beynin dış kıt’asında, kabuğunda, bilhassa beynin alna uygun yerinde bulunan hücrelerin bozulmasıdır. Bunu düzeltecek yine hekimliktir.” (Artvinli, F. (2013). Toptaşı Bimarhanesi, Delilik, Siyaset ve Toplum (1873–1927), Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.)

Başka bir psikolog Tolga Erdoğan bir makalesinde şöyle diyor :

Yardım almak talebiyle gelmiş ya da zorla getirilmiş insanların sadece ilaçlarla ya da EKT gibi kesin sonuç almaya yönelik müdahalelerle iyileştirilmeye çalışılması sahip olduğumuz birikimin çok gerisinde. Askeri disiplinin iyileştirici olduğu varsayımının nereden beslendiğini anlamak güç. Mesela şu ana kadar insanların sabah 06:00 gibi uyanıp, 21:00 gibi uyutulmasının iyileştirici bir müdahale olduğuyla ilgili tek bir satır okumuş değilim. Ya da günde en fazla 1 saat bahçede kalmanın, başka bir açıdan bakarsak 23 saat kapalı bir yerde olmanın iyileşmeyle nasıl bir bağlantısı olabileceğini de anlamakta zorlanıyorum. Kendimizi kötü hissettiğimiz zaman bize iyi gelen şey yatak kıyafetlerimizle günlerce eve kapanmak mıdır? Bir arkadaşımız yardım talep ettiğinde ona, evindeki kitapları, müzik sistemini, kişisel eşyalarını çöpe atmasını, sosyal çevresiyle olan bağını koparmasını ve evinden neredeyse hiç çıkmadan televizyon izleyip uyumasını mı öneriyoruz? İnsanların iradesi olmadığını (bunu her kademeden hastane personeli defalarca kez söyledi) varsayarak onlara istediği tıbbi uygulamayı yapan bir sistem, bu insanların hastaneden çıktığında inisiyatif kullanmasını, karşılaştığı problemleri çözmesini, ilişki kurabilmesini nasıl bekleyebiliyor? Eğer böyle bir beklentisi yoksa uyguladığı şeyin hangi kısmına tedavi diyor?

Mazhar Osman’ın temsilcisi olduğu biyolojik psikiyatri anlayışı, resmi ruh sağlığı sistemini domine etmeye devam ediyor. Ne yazık ki bu anlayış, hastane yönetimleri tarafından da dirençle savunuluyor. Farklı fikirler, imkanların yetersizliği ve güvenlik gibi gerekçelerle yok sayılıyor. Bu bağlam içinde, tedavi gören insanların, hastaneye tekrar yatış oranının yüksek olması (döner kapı sendromu), ilaca olan bağımlılıkları, neredeyse görüşme yaptığımız herkesin bir an önce hastaneden çıkma konusundaki isteği resmi ruh sağlığı sisteminin tıkandığını açıklıkla ortaya koyuyor.

Bir hastane başhekiminin, yapılacak olan yüksek güvenlikli psikiyatri hastanesinden bahsederken gözlerinin nasıl parladığını hatırlıyorum. Hastanedeki tüm sorunların yapılmakta olan yeni hastane binasıyla birlikte çözüleceğine tüm kalbiyle inanıyormuş gibi görünüyordu. Sanki ihtiyaç olan şey daha fazla güvenlik görevlisi, daha kalın ve yüksek duvarlar ve daha sağlam demir parmaklıklarmış gibi. Ne yazık ki “yüksek güvenlikli psikiyatri hastanesi”, bu sistemin içinde ancak bir korku filmine isim olabilir. Daha fazlası değil. (Tolga Erdoğan, https://beyond.istanbul/akıl-hastanesinde-hayat-8d5c12f2b925)

Tasarımını yaptığımız Erenköy Ruh ve Sinir hastalıkları hastanesi projesine başlandığında ilk yapılan geniş bir okuma,  araştırma ve konunun uzmanlarıyla yüz yüze görüşme olmuştur. Projeye giriş safhasında yeni öğrenilen ve daha da geliştirilen bilgilerin  yönlendirdiği tasarım anlayışı Terapotik Ortam’ın (Milieu) oluşturulması olarak düşünülmüştür.

Pozitivist bilim anlayışının en uç noktalarından biri gibi görünen ve katı bir determinist yaklaşımla idare edilen ruh sağlığı hastanelerinde ‘nice to have’ için tasarlanan mekanlar yerine ‘nice to live’ mekanlar olmalıdır.

Bu düşünceyle kadın ver erkeğin mümkün olduğu kadar yüz yüze gelmesi  önerilmektedir. Kadın ve erkek bir arada olabilir ve bu sosyal kontrolü getirecektir.Kadın ver erkeğin birlikteliği şiddeti azaltıcı nitelikte bir teröpatik milliue oluşturabilir. Hastaların  etkileşim içerisinde olacağı ve sosyalleşebileceği alanlar düşünülerek  bu sağlanmıştır. Tasarımı indirgeyici olmayan terapotik aksiyon belirlemiştir. Kadın ve erkeğin  mümkün olduğu kadar bir  arada olabilecekleri bir ortamı-tasarımı düşlemek  bir ütopya olmadığı düşünülmektedir…

Türk şehirlerinde zaman içinde kalabilmiş korunmuş yeşilin büyük bir oranını mezarlıklar oluşturmaktadır. Bunun haricindeki kent parkı kent ormanı diyebileceğimiz bütüncül yeşil dokunun örnekleri çok azdır. Bunlardan belki de en nadide olanı Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesinin arsasıdır. Burası çarpık yapılaşma içinde bir ‘vaha’dır.

Alan gezisinde farkettiğimiz az bulunur doğa parçası ile az bulunur ölçüde kötü fiziksel çevre koşullarının çelişkili durumu,  hastalarla birlikte yapıların da sağaltılması düşüncesini oluşturmaktadır.

Tasarıma  şöyle yaklaşılmıştır:

Maksimum 3 giriş isteği kuzeyde  hastane ana halk girişi , güneyde otopark ve servis yolu girişi, doğuda tutuklu araçları girişi , bodruma servis girişi-çıkışı morg çıkışı  ile sağlanmıştır.

Tüm alanda yaklaşık % 2 lik eğimin parçalı tasarım anlayışında dikkate alınmasına gerek görülmemiş,  yerin doğal görüntüsü korunmuştur.

Çok az sayıda  ağacın başka hiçbir çözümünün olamayacağına inanılan durumlarda yerleri değiştirilmiştir. Mimarinin elverdiği oranda ağaçları korumak için eksiltmeler yapılmış -poliklinik,nöroloji, acil- bunun da mimariyi zenginleştirdiği düşünülmüştür. Alanı kuzeyden güneye doğru ortadan bir çizgi ile böldüğümüzde batı tarafındaki şık ve düzenli ağaçlarına karşı doğu tarafında  düzensiz ve seyrektir. Doğu bölümünün ağaçları sıklaştırılarak basın kaldırıldığında görülen yeşil bulutun bütünlüğü sağlanmalıdır.

§  Yeni hastanenin uygulanması  sırasında mevcut işleyişin en ufak şekilde etkilenmemesi için azami hassasiyet gösterilmiştir. Taşınma-yeni inşaat-yıkım aşamaları  paftalarda etaplama aşamaları diyagramında bu ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.

§  Yeni binanın alan olarak yaklaşık yarısını oluşturan güneydeki boş alan hiçbir ağacı etkilememesi bakımından ilk aşamada yapılacaktır. Buradaki spor alanları arazideki boş alanlara dağıtılmış ve iki blokun dördüncü katlarında kapalı spor alanları olarak da desteklenmiştir.

Kapalı spor alanlarına ilave olarak 2 yeni fonksiyon daha düşünülmüştür. Bunlardan ilki idare binasının çatı katının hemşire lojmanı olarak düzenlenmesi, diğeri ise kuzey-batı köşeye yakın  mevcut açılın yerine bir sanat galerisi önerisidir. Bu raporun girişinde yer alan  Ursula K. Le Guin’in “Bir duvar vardı. Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içeride neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı.” sözüne de atfen bu sanat galerisinde hastaların sanatsal çalışmaları sergilenecek ve dışarıdan kontrollü bir kapıyla gerektiği zaman hem iç  hem dış bağlantısı aynı zamanda olabilecektir. Bu öneri hastalara sorumluluk vermek, üretim yapabileceklerini sürekli hatırlatacaktır. Her bireydeki sağlıklı yönün farkına varılmasına ve artmasına katkıda bulunacaktır.

“Her etkileşim terapotik müdahale için bir fırsattır”.

Her ne kadar alan yüksek fıstık  çamlarının gölgesi altında kalıyor gibi görünse de aslında güney bloku, güney, doğu batı yönlerine, doğu bloku ise doğu, kuzey ve güney yönlerine hiç bir ağaç gölgesi ile karşılaşmadan tamamen açıktır. Bu düşünceyle yerleştirilen cephe elemanları aynı zamanda hastaların kontrollü olması gereken bahçe duvarlarını da oluşturmaktadır. Doğal bir ortam içindeki ahşap yoğun cephe ev ortamını güçlendirmektedir.

Ruh hastalıklarının tedavisinde vazgeçilmez olan su sesi ve görüntüsü, mevcut yoğun yeşile ilave olarak büyük ölçekte düşünülmüştür. Bunun için önerilen terapi gölet’inde ağaç çanaklarını izleyen adalar oluşturulmuş bunlar da terapi adası olarak tanımlanmıştır. Bir ada ortamında suyun içinde kadın ve erkek hastalarının birlikteliği sosyalleşmesi gerçek bir milieu‘nun oluşmasına katkı verecektir. Ağaçların gölgesine su öğesi katılarak yaz aylarında gerçek bir mikroklimatik  ortam oluşturulmuştur.

Kliniklerin yer aldığı güney blokunun hemen üst tarafına lavanta bahçeleri yerleştirilmiş, hakim rüzgar ile hastaneye  gelen lavanta kokusunun rahatlatıcı etkisi psikiyatrik tedavinin sürdürülebilirliğine katkıda bulunacaktır.

Odalarda, kolektif bir yaşam alanı olarak da ele alınabileceği düşüncesiyle yatağa dönüştürülebilen geniş bir sedir düşünülmüştür. Bu alanlar  yatakhane gibi değil, hastaların daha sosyalleşebilecekleri komünite ortamıdır.

Hastanenin planlanmasında gündüz ve gece kullanım zonları kesin olarak ayrılmaktadır. Poliklinik ve acil binası kuzey ana giriş kapısıyla karşılaşılan bir meydan etrafında  konumlandırılmıştır.

Sonuç olarak hedeflenen insan merkezli yeni hastane binası ideal bir doğa ortamına uygun bir mimari ve peyzaj tasarlandığı düşünülmektedir.

Etiketler

Bir yanıt yazın