PROJE RAPORU
‘Ölenler göreve çağiriyorlar, milyonlarca ölü… Her gün, her biri göreve çağırıyor. onlar ölü. sen yaşıyorsun. görevini yap.
dünya olan biten her şeyi öğrenmeli, görevini yap.
nefretin ve zulmün, cehenneme çevirdiği cinnet çukurunda telef olan yüz binlerin hiç değilse insan olduklarının kaydedilmesini sağla, görevini yap.”
-Aleksandr Soljenitsin-
Soljentisin Gulag mahkumları için meslektaşlarına bu satırlarla seslenmişti. Geride kalan kalbi müttefikleri için de evrensel bir çağrı olarak zihnimizin bir kenarında çınlıyor. Bir savaş anma mekanı ve müzesi daha iyi ne yapabilir? İlk gençliğini bu etnografyada bulmuş ve dünyanın diğer ucunda kaybetmiş yüzlerce genci ve onların hikayelerini kayda geçebilen, ”Buradaydılar” diyebilen bir mekan…
Bir kenti savaşla hatırlamak ne kadar doğru bilmiyoruz. Fakat bir bellek yitimine de razı değiliz. Bugün geldiğimiz noktada karakterini kaybeden, aynılaşan kentlerimize kimliklerini iade etmek adına yakın tarihin kaybolmaya yüz tutmuş kesitlerini teşhir etmek epeyce iyi bir metot olarak görünüyor. Bu minvalde Lüleburgaz kentiyle özdeşleşecek bir savaş anma yapısı düşünerek işe başladık. Burada bırakacağımız izin savaşın kasvetli çukurundan çıkartılmış bir bugünün mekanı olmasını istedik. Bu yaklaşımımız arazi içinde birbirine geçmiş iki farklı ruhun bir araya nasıl geleceği sorusunu doğurdu.
Anıt ve anma mekanını müze ve diğer kapalı mekanlardan eser oranda ayrıştırarak kente kazandırılmış, gündelik hayatın içine rahatlıkla sızabilen bir sosyo-kültürel alan öngördük.
Genel Yaklaşım – Kütle Tektoniği
Yarışma alanı kentin kuzeyinde yer alan Eski Lüleburgaz – Kırklarerli yolu üzerinde bulunuyor. Alana girişi bu otoyolla arazinin diğer kenarında bulunan Tatarköy Yolu’ nun kesiştiği noktadan aldık. Otoyolla arazi arasına oturttuğumuz yapı kütlesi hem içe dönük bir etkinlik bahçesinin ilk referansını oluşturuyor hem de yol boyu uzanan yapısıyla gözle görünür bir imge haline gelmeyi amaçlıyor.
Alana girişten itibaren iki çatallaşarak arazinin iki uzak köşesine uzanan akslardan birisi doğrudan anıt ve anma mekanına götürürken diğer aks bir giriş kütlesiyle birlikte kapalı sirkülasyon alanları ve müze dolaşım senaryosunu oluşturuyor. Yeşil ve açık alanlarla ilişkisini öncelediğimiz sergi-etkinlik salonu ve kafe fonksiyonları aksın araziye dönük yüzeyine birer kütle olarak yapışırken ofis, ıslak hacim gibi fonksiyonlar da arazi çeperi boyunca uzanan yüzeye aynı dille takılıyor.
Kütlede meydana gelen kırılmaların temelini tescilli ağaçlar ve müzenin sergi duvarları oluşturuyor. Arazi çeperi boyunca uzanan yapı aksı tescilli 2 ağaçla kesiştiği noktada geri çekilme hareketi yapıyor. Kütleye saplanan sergi duvarları ise diğer bölümlere de sıçrayarak hem yapının genel plastik dilini hem de taşıyıcı omurgasını oluşturuyor.
Anma mekanı ve anıtın izini belirleyen aksın arazinin diğer köşesine uzanmasınıysa birbirini destekleyen iki ayrı sebeple açıklayabiliriz. Öncelikle doğası bu kadar korunmaya değer görülen bir alanda minimum yapılaşmayı öngörürken diğer taraftan da arazinin uzak köşesine uzanmayı da kıymetli gördük. Özellikle tören alanının senenin belirli günlerinde kullanılacağını düşünerek savaşı anmakla-hatırlamak arasında bir ayrım yapmaya karar verdik. Bu doğrultuda anıt aksı savaşı anma aksıyken, nihai olarak müzeyi oluşturan aks ise bir bellek aksı olarak değer kazandı.
Kent Belleği ve Anıt
Yukarda belirttiğimiz gibi bir kentin savaşla özdeşleşmesi konusunda tereddütlerimiz var. Fakat kendi kahramanlarıyla anılmasında bir beis görmüyoruz. O yüzden hissedilen ve kendi imgesini oluşturmayı amaçlayan bir anıt tasarımı yaptık.
Bir anma mekanı bizim için bir tefekkür mekanı olarak önceliğini koruyor. İnsanın mekana dair gerçekliğini kırmış olursak zamanla kurduğu alışageldiği ilişkiyi de sekteye uğratmış oluruz diye düşünüyoruz. İşte bu noktada başka bir duyuya hitap etmiş oluyoruz. Anıta ilerlerken yürüdüğünüz uzun ince yolda Kore Savaşı’nda hayatını kaybeden 721 şehidimizin künyelerinin bulunduğu sütunları görerek yürüyoruz. Sonra dar ve yüksek bir aralıktan deakse olmuş bir mekana giriyoruz. Mekanın ortasında savaşın insalarını temsil eden bir stünla birlikte devasa boyutlarda deforme edilmiş bir aynaya bakıyoruz. Suretimiz eskiyor, bedenimiz flulaşıyor. Yanımızdakilerin sayısı bizimle birlikte çoğalıyor. İçeri girdiğimiz aralıktan hemen ardımızdan gün ışığı ve rüzgar süzülerek geliyor ve onlar da bizimle birlikte çoğalıyor, kendi yansımalarında boğuluyorlar. Belki yağmur belki kar… Üzerimizde bir gökyüzü, tanışmaya başlıyoruz…