Katılımcı, Kore Savaşı Anma Alanı ve Ziyaretçi Merkezi Mimari Proje Yarışması

Katılımcı, Kore Savaşı Anma Alanı ve Ziyaretçi Merkezi Mimari Proje Yarışması

MİMARİ RAPOR

Savaş Nedir?

Kapsamı itibarıyla savaşın, biyolojik, etnolojik, psikolojik, sosyolojik, antropolojik, ekonomik, coğrafi, tarihî ve siyasi yönleri bulunan çok disiplinli bir kavram olduğunu söylemek mümkündür. Her disiplinin kendine göre bir savaş tanımı bulunmaktadır. Günlük kullanımda da sıkça rastlandığı üzere, hastalıklarla savaşmak, kötülüklerle savaşmak, düşmanla savaşmak, kendimizle savaşmak veya yoksullukla savaşmak gibi içerisinde savaş teriminin yer aldığı birçok ifade bulunmaktadır.

Savaş, planlanmış, belirli bir amaç uğruna yapılan girişimleri toplumsal olarak tasdiklenmiş olan ve farklı niteliklerdeki nüfusun çoğunun dâhil olduğu bir durumdur. Silahlı güçler (daha ziyade erkekler) saldırıyı gerçekleştirebilmek ve değişik şekillerde savaşa destek veren silahsızları (daha ziyade kadın, çocuk ve yaşlılar) savunabilmek için hiyerarşik olarak organize olmuştur.

Savaşların her zaman belgelendiğine ve kaçınılmaz sonuçlarının incelendiğine dair yaygın bir görüş hâkimdir. Bu görüşe karşı, yaklaşık olarak 13.000 yıl öncesindeki medeniyetle birlikte ortaya çıkmış sosyal bir kurum olarak yeni bir savaş tanımı yapılmıştır. Savaş; şiddet, saldırganlık ve adam öldürmeden ayrı olarak düşünülmüş ve toptan yok edilen bir patolojiden daha ziyade kültürel bir yansıma olarak sunulmuştur. Böylece, doğal olarak savaşa yatkınlık söz konusu olmuş ve savaş kaçınılmaz hale gelmiştir. Savaşa psiko-tarihsel bir yaklaşımla bakıldığında savaş hali ile kültürün aynı potada evrimleşmesinden bahsedilebilir. Savaşın tanımlanırken, iki temel esas üzerinde durulur: hedeflerin uygunluğu ile gelişimi ve her savaş halinin şartları ve düşman kavramının değişiklik arz etmesi. Düşmanlaştırma faaliyetinde bulunulur ve bu durum psikolojik olarak çözümlenir. Savaş ve değer yargılarının evrimleşmesinin incelenmesiyle birlikte, her zaman savaşların ve savaşmanın insan doğasının bir yönü olduğu söylenebilir.

Toplumsal olgular sürekli değişim halindedir. Özellikle tarihsel-sosyolojik olgular çeşitli zaman dönemleri içinde çok farklı karakteristikler içermektedir. Tüm toplumsal olgular gibi savaş olgusu da tarihsel olarak dönüşüm geçirmektedir. Yeni bir formlara ulaşan savaş olgusunu bazı düşünürler yeni savaş diye adlandırmış ve eski savaşlardan kopuş gösterdiğini ileri sürmüştür. Genel olarak yeni savaşların özellikleri; başarısız devletler, kimlik temelli savaşlar ve asimetrik savaşlardır. Aslen bir bağımlı değişken olan savaş olgusu üretim tarzına bağlıdır ve ancak üretim tarzı değiştiği noktada kökten değişim gösterebilir. Yeni savaşlar kapitalist üretimin son aşaması olan esnek üretim tarzından esinle esnek savaş olarak adlandırılabilir. Ancak esnek savaşlar eski savaşlardan yalnız bir kopuş değil aksine hem kopuş hem de sürekliliktir. Dolayısıyla savaşın karakteri değişmiş ancak doğası değişmemiştir. Esnek savaşlar ekonomik olarak kapitalist üretim tarzının son aşaması olan esnek üretim tarafından belirlenen, amaç olarak yıpratmayı hedefleyen ve biçim olarak asimetrik savaşlardır. Sonuç olarak kapitalizme bağımlı savaş olgusu yeni bir biçime ulaşmış ancak temeli değişmemiştir. Bu temel; iktidardır.

“Savaş her şeyin babasıdır”. (Herakleitos)
“Savaş tarihi insanlık tarihidir”. (Rieberhart)
“Savaş aşk gibidir, daima bir yol bulur”. (Berthold Brecht)
“Savaş yaşamın gücüdür”. (William James)
“İnsan doğası seni savaştırır. Herkes insan doğasına bağımlıdır”. (Bhagavad Gita)

Yukarıdaki sözlere bakıldığında; filozoflar, tarihçiler, şair ve davranış bilimciler ile belirli bir meslek sahibi olmayanlar arasında bir fikir ortaklığı söz konusudur. İnsan türünün ortaya çıkışından bu yana, insanoğlu defalarca ve sürekli savaşmıştır.

Savaş ve barış… Hangisi gerçektir, hangisi düş?

Gerçek, bilincimizden bağımsız ve onun dışında var olandır. Düş olanın, düşlenenin ise, istenen ya da korkulan anlamında, varlığı da yokluğu da düşünmemize bağlıdır. Ama gerçek olan, düşünülmediği, görmezlikten gelindiği için yok olmaz; o, değişip dönüşse de hep var olur. Ta ki, yenilip, varlık koşullarıyla birlikte yok edilinceye dek. Tıpkı barış gibi…

Barış; eşitlik, özgürlük ve adaletle var olabilir. Savaş ise, eşitsizlik, adaletsizlik ve tahakkümle… Gerçek olan ikincisidir; düşse, ilki…

Barışın, insan için, zamansal ve mekânsal gerçekliğini yitirip düşselleştiği an, savaşın da gerçeklik kazandığı andır. O an ki, bir insanın bir başkasını, herhangi bir nedenle ve herhangi bir biçimde, ekonomik, sosyal, siyasal, dinsel ya da cinsel tahakkümüne aldığı andır. O andan beridir ki, “hükmü tarih” kılınmıştır barışın; savaşınsa, “hükmü meri”…

Savaşın varlık koşullarıyla birlikte hükmünü sürdürdüğü dünyada, barış, düşten gerçeğe dönüşmez. Çünkü savaş ve barış aynı anda var olamaz.

Savaş, varlık koşulları ortadan kaldırılmadıkça, süreklidir. İster sınıfsal, toplumsal, isterse devletlerarası olsun, savaşın sürekliliğinde, barış da bir yanılsamadır. Çünkü bu ‘barış’, savaşın, olağan yol ve yöntemlerle sürdürülebilen görünümlerinden birine verilen, addır sadece.

Bir şeyin adını telaffuz etmekle, ona sahip olmayı aynı şey sanan insan, kendi yanılsaması yetmezcesine, bir de etki gücüne, konumuna bağlı olarak, bilinçli ya da bilinçsizce, başka insanların da yanılsamalarının nedeni ve kaynağı haline gelir. Ki bunun, bir düşünüş, söyleyiş ve eyleyiş biçimi olarak, genelin bilinç haline dönüştürüldüğü koşullarda, her şey daha kolaylaşır. Örneğin: Savaş gerçekliği, barış olarak algılatılabilir; savaşın temsilcileri ya da tarafları, barışın temsilcileri olarak kavratılıp, kahramanlaştırılabilir.

Unutulmamalıdır ki, bir adın varlığı, onun telaffuz edilişi, her zaman, o şeyin gerçekliğine delalet etmez.

Savaş da Barış da Efendilerindir

On binlerce yıldır olduğu gibi, günümüzde de savaş ve barış efendilerindir, egemenlerindir. Toplumun ezilen, sömürülen ve her türden tahakküm ilişkisini yaşayan kesimleri için, efendilerin barışı, efendilerin savaşının bir seçeneği değildir. Çünkü bu, eşitsizliğin, adaletsizliğin ve her düzeyde tahakküm ilişkilerinin, “ideolojik esir”liğe dayalı “gönüllü kulluk” temelinde, yeniden üretilmesinin ifadesidir.

Kimileri, “sosyal barış” der bunun adına. Çünkü egemenler ve onların her soydan ve boydan temsilcisi ve hizmetçisi gibi, bunlar da, savaşın, başladığı ve süreklileştiği anın ve alanın; gerçek nedeninin, kaynağının, anlam ve içeriğinin kavranması ve bilince çıkmasını engellemek isterler. Ve yine isterler ki, insanlar savaşı, sadece bombalar, kurşunlar, şarapnel parçalarıyla ölüm, kan ve barut kokusu olarak bilsinler; bunların yokluk halini ise, barış…

Efendilerin, egemenlerin savaşında ve barışında, “yarım besmeleli bir av”dır insan. Çünkü savaşın da barışın da bedeli ona ödetilir her zaman… Ne var ki, meşru görerek ödediği her bedel, insandışılaştırır onu…

İşte o zaman, herkes kendi “biz”inden öldürülenlere “şehit” der, ötekilerin “biz”inden olanlara ise öldürülmesi müstahak olanlar. Her türlü aşağılayıcı sıfat “ötekiler”e yakıştırılır. Yüceltici sıfatlar ise “biz”e… “Öteki”nin ve “biz”in yanılsamalı bir bilinç hali kılınmasıyla, kendi üstü çizdirilir insana. Ölmek ve öldürmek meşrudur artık. Çünkü öldürdükçe “kahraman”, öldükçe “şehit” olunacaktır. Ya insan?

“Kahraman” ya da “şehit” olmak varken, bu da soru mu şimdi? Zaten çizilmemiş miydi üstü onun?

Evet! Barışın yitip, savaşın başladığı ilk günden beri üstü çizilidir insanın; o andan beridir ki, savaşsız geçen bir tek saniye bile yoktur dünyada…

Ama ne var ki, buna savaş demiyor artık insan…

TASARIM KARARLARI

GENEL VERİLER

Lüleburgaz Kırklareli ilinin güneyinde yer almakta olup, doğusunda Tekirdağ İlinin Saray ve Ergene İlçeleri, batısında Kırklareli ili Babaeski İlçesi, kuzeyinde Kırklareli ili Pınarhisar İlçesi ve güneyinde ise Tekirdağ ilinin Hayrabolu ve Muratlı İlçeleri ile çevrilmiştir.

Kırklareli ilinin en büyük yerleşim yeri olan ilçemizin toplam alanı (984) km.2 olup, İlçe merkezinin denizden yüksekliği (30) metredir.

İklim genel olarak yazları sıcak ve kurak, kışları ise yağışlı ve soğuktur. Genellikle kışın Balkanlardan gelen soğuk hava akımlarından etkilenmektedir.

Lüleburgaz’ın toplam nüfusu (140.236) kişidir. Bunun (108.576)’i ilçe merkezinde, (31.660)’u ise köylerin nüfusunu oluşturmaktadır.

Lüleburgaz İlçesi, Merkez bucağı dahil (4) belde ve (31) köy olmak üzere toplam (35) yerleşim ünitesinden oluşmaktadır. Köy ve kasabalar yerleşim durum itibariyle toplu yerleşim halindedir. Mezra, oba, kom gibi yerleşim birimleri bulunmamaktadır.

DÖNGÜ

Bu veriler doğrultusunda tasarım yaklaşımları ele alınırken kentle kurulacak ilişki ön planda tutularak kent ve çevre ile ilişkilenme aksı önerilmiştir. Bu öneri kentten gelen ulaşım aksının proje alanıyla ikiye ayrılması ve mevcut askeri alanların varlığı göz önünde tutulmuştur. Bu öneri aks kentten gelen aksın ikiye ayrılması nedeniyle bir bağlayıcı rolü üstlenirken aynı zamanda İstanbul-Edirne bağlantı yolundan referansla konumlandırılmıştır. Proje alanın doğal formu ile öneri aks entegrasyonundan meydana gelen üçgen çalışma alanın döngüsellik ve süreklilik kavramlarının savaş ve anma kavramlarıyla ilişkisi çıkış noktası olarak belirlenmiştir.

DOLAŞIM

Proje konusu ve doğal veriler ele alındığında dolaşımın önem kazandığı bir tutumla kurgulanmasına karar verilmiştir. Dolaşım sistematiğine bağlı olarak fonksiyon kararları da ortaya çıkmıştır. Dolaşım kararları alınırken proje alanın doğu ve batı yönlerinde bulunan askeri alanların varlığını hissederek, savaş bileşenlerinin bir öğesi olarak hayatımızda yer alan fizyolojik yapıların yürüyüş yolları boyunca kullanıcıya eşlik etmesi amaçlanmıştır. Çünkü; savaş varlık koşulları ortadan kaldırılmadıkça süreklidir. Bu sürekliliğin kentten gelen aks ile proje alanın buluştuğu noktadan otopark çözümlenmesiyle başlayıp tüm vaziyet kurgusu içinde devam etmesi amaçlanmıştır. Otopark alanından dağılımı sağlayan yürüyüş yollarına eşlik eden gri bölgeler ulaşım planlamasında Kore savaşına dair karar süreci ve savaş alanına yapılan yolculukların beraberinde getirdiği kaçınılmaz duygu durumlarının kullanıcıya hissettirilmesi amaçlanmıştır. Parselin batı yününde Lüleburgaz deresinden ayrılan kılıcal su öğesinin yeniden yorumlanmasıyla ise Kore yolculuğunun deniz yoluyla yapılmış olması bağdaştırıldı. Bunların sonucunda peyzaj alanın net, hissedilebilir ve özgürce kullanılması sağlanmıştır.

KÜTLE APLİKASYONU

Kütle aplikasyon kararları alındığında mevcut arazi verileri ve çevrenin yapısal durumu öncelikli ele alınmıştır. Proje alanın mevcut yeşil dokusu tamamen korunup yapının bu dokuyla organik bir ilişki kurması hedeflenmiştir. Sınırları yollar ve su öğesi gibi proje bileşenleriyle oluşmuş proje alanın bu durumu olduğu gibi ele alınıp değerlendirilmiştir. Kuzey yönündeki arazinin kırıklı hatları alanın askeri bölge ve Lüleburgaz dersi ile ilişkilenme biçimiyle ilgili öneriler sunmaktadır. Bu öneri aynı zamanda sıkışmışlığın bir etki sonucunda meydana gelmesi fikriyle ele alınmıştır. Bu durumların analiziyle kütle aplikasyonları fonksiyon parametrelerinin esnek ve yorumlanabilirliği ile bütünleştirilince dolaşımı da kendine katarak sürekli mekanlar yaratılmıştır. Fonksiyon koordinasyonu anma, sergi, kütüphane-idari başlıklarının kendi içinde gruplanmasıyla sağlanmıştır. Oluşan her bir birimin lineerliğinden faydalanarak yürüyüş akslarını Lüleburgaz deresi ve yeşil alanlarla karşılanması düşünülmüştür. Etki sonucu meydana gelen kuzeydeki kırıkların yorumlanmasıyla oluşan içeri çekilmeler ile peyzajla yapının kuracağı etkileşim yüzeyinin artırılması planlanmıştır. Bu aynı zamanda mekanda iki boyutta kurgulanmış üçgen peyzaj alanların mekana dair döngüsellik fikrine katkı sunması sağlanmıştır. Bu bütünlük devam ettirilerek dolaşımı anma alanında kararsız kullanıcının yavaşlatılması düşünülmüştür. Tüm sirkülasyon ağının buluştuğu bir alan olan anma alanı toplayıcı rolünü üstlenirken aynı zamanda peyzajdan farklı perspektifler sağlamaktadır.

Etiketler

Bir yanıt yazın