Lüleburgaz Permakültür Heterotopyası
Eğlenerek ye
SİRK-
Biz bu proje ile galvanize olmuş fikirlere ve tasarımlara kafa tuttuk. Aynı zamanda, boş zaman ve ideoloji mekânlarında, cehalet ve hırsızlıkla kazanılmış itibarı ve söylemini ifşâ ettik. Artık bıkkınlık veren bu kişilere ve salata safsatalarına bir dur demek gerekiyordu.
Kim bunlar ve ne söylüyorlar? Sac ayaklarından biri idare, ikincisi müteşebbis, üçüncüsü de bunun değirmene su taşıyan goygoyculardı. Mimarî dil mekânları ise evrimsellik, karşıtlık, simetrik veya asimetrik, düzen veya düzensizlikten ibaretti ve gördükleri ise sadece işlevin kazandırdığı bir biçimdi. Geometriye karşılardı ama aslında bu söylemlerinin tamamında geometrinin ilahlaştırıldığını anlayamazlardı. Bu bakımdan, şizoid bilinçsizlikleri ile âmir ideolojiye göbekten bağlıdır bu arkadaşlar.
Âmir ideoloji, bugün bile yaşamamızı çekip çeviren güçtür. Krallar, kraliçeler, imamlar, papazlar, valiler, başkanlar ve bunlara bağlı herkes onun çocuğudur. Kodlayıcı geometrik epistemoloji çubuğu ellerinde, mükemmel hedefler ve tarihsel köken arasında gerili bir ipte cambaz gibi ilerlerler. Tepesine bindiğini sandığı goygoycu memurları ise akıl hocalarıdır ve o çubuğu nasıl tutması gerektiğini kendisine söylerler. Oyunun başından beri düşüp öldü sanırsınız ama altta kurulu o tor, perdelerin kapanmasını engeller ve yeni cambaz ipe çıktığında bir alkış tufanı kopuverir. Bizim gibiler de sahnenin çukurunda, o tora düşene pençe sallar dururuz ama torun yırtıldığı çok az görülmüştür. Üstelik her gürlediğimizde, karanlıktan biri değneğini indirir başımızın üstüne. Bu yüzden açız, acıklıyız, kızgınız biraz.
-İLLUSTRE-
Sürrealizmi bırakmayıp projemize dönersek, Lüleburgaz mahalinin kurum ve pratiklerine yakın ve o geometrik kutsiyetine dokunan, ancak, dere aksından başlayarak hâkim ideolojiye savaş açmış kronik bir heterotopyanın kuşuna bastık, öttü (tuşu olmaz heterotopyanın). İdare, homojenliğini bozan bu çizgileri bir kriz heterotopyası şeklinde görüp oldukça “sert” bulmuş. Belgesel izleyen insancıklar gibi bu çukurda kurulu yaşamı (programı) anlayamamış, ancak, içgüdüleri gereği ona saygı duymuş ve kıymetli bulmuştur. Yavru ceylan yiyen Aslana bakıp bir “tüh” çekerek bizi eleştirmiş, elemiş ve kanalı değiştirmiştir. Bize sırtlanların gülmesi yeter…
Üzerinize âfiyet, biz bu projede bilinen en eski, ışık tayfları ile rengarenk ve yankıların derinliğinde bir tını olan tarihsel heterotopyayı, yani bahçeyi aradık. Hâkim ideolojiye sözde kafa tutan akademik söylemin temsiliYET, mahremiYET, hürriYET gibi insanı bir “yere” koyan kelimelerinden sakındık. İnsana ve çevresine egemen olmaya çalışan idarenin sözde medeniyeti konusunda kendisini uyardık. Doğa dedik, kendisine yabancı ve sömüren idarelerin medeniyetini tarihe gömmüştür ve bu değişmez. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir zaten ve bu doğal dengeyi tutturmak, ona ayak uydurmak, diretmemek gerekir.
Daha sonra kendilerine, biyologların, kimyagerlerin, zoologların ve mühendislerin doğa ile sohbetlerinden parçalar sunduk. Yüzyıllar içinde, gelişen teknikler ile ışık tayfının fotonlarına, ses dalgalarının titreşimlerine yaklaşan bilim insanları yeni yerler keşfediyordu. Her keşif ile kent ve yeşil arasındaki kesişimlerin, karışımların, katmanlaşmaların arttığı görülüyor. Biz bu yerleri, koklayarak ve tordan akan damlaları tadarak tahmin ettik ama yine de emin olamadık. Sürüklenerek yuvarlanmış taşlar arasında akan kumun sesi, kirli yeşil renklerin yansıdığı sudan geçen bir gölge, kurumuş sarı kamışların dalgalanıp vurduğu mavi bir gökyüzü, toprağın karasından fışkırıp gözümüze gözümüze batan dallarıyla bir meşe vardı projemizde. Bilime saygı duyarak doğaya yaklaşma zonları oluşturduk ve sohbetten alıntılar yaptık. Riparyan koridorunun dere aksı boyunca rekonstitüsyonu, kent ile kesişen kıyı bandında rekonstrüksiyonu, kentten kopan ve Ergene Nehrine yaklaşan zonda restorasyonu ve Ergene Nehri ile Tosbağa Derenin buluşma depozisyonunda tam korumayı öngördük. Çitler ile bu alanı tam korumanın ahlaksızlığı yerine, çıplak insanların gezmesini yeğledik. Bizce idare, zaten bu pasajları hiç anlamadı ama değerli buldu işte.
Lüleburgaz Ovasında yamaç paraşütü yapan DSİ projesini eleştirdik, iki noktadan bent gerip doğal plasebo mendereslenme ile iletişim hattı olan suyu yeniden getirdik. Bunun yanında, su kütlesini ve parametrelerini zenginleştirme meselesini kentsel üretime kitleyip, sanayinin atıksu kovansiyonel sistemleri yerine hidrokültürel teknikler ile fitoremediasyon bahçeleri kurması gerektiğinden bahsettik. Açıkcası, Dünya’da yüzbini aşkın nüfusu olan yerleşmeler için bu sistemler inşâ edilirken sadece sanayi için böyle bir şey önermenin çekingenliği bizi üzdü ama ne yapalım, ürkütmeyelim dedik idareyi…
İki lafından birinde, kentin soyadının kültür olduğunu belirten idare ve emmisi akademiye, “permakültür” denen bir şeyin olduğunu hatırlatmak zor çünkü kavramın anlattıklarından ziyâde, biçimi işlevlendirildiğinden göze büyük geliyor. Permakültür heterotopyası derken sağ gösterip sol vurduk; ki bizim meselemiz kent yaşamıydı. Dünyanın iklimi değişirken siz ne sistem kurarsanız kurun değişir ama doğanın devingenliği içinde bir hayat kuran kent zaten yaşar. Bu yüzden, kentin teknolojik ağından dere aksına doğru hızı yavaşlayan, ancak, yer yer birbirine çarpıp yaralayan, kesişme adreslerinde çürüme ve yeşermelerin görüldüğü bir yaşamı aradık. Örneğin, kent forumu inşâsı ile arazi pıhtılaşıyor ama hemen karşısındaki beleş tepede çözülüyordu; halk konserini izleyen aileler, Salix ağacının dalları arasında oynaşan âşıkların salisilik asit etkisi seslerine mâruz kalsınlar biraz! İftarını erken açanlar, gündöndüde piizlenenler, balambırtta döktürenler… Yarışmaya hazırlanırken, Trakya dil mekânının kapısını şöyle bir aralayıp hüzün ve özlem ile baktık içeri ama girmedik.
-İYON.
Biz elbette Lüleburgazlı değildik ve olamazdık ama izlediğimiz bu insan türü ile ortak paydamızın “azatlık” ve yaşama duyulan “aşk” olduğunu görmek umut verici. Nâmütenâhî meslek mücadelemiz, Yargı huzurunda yürüttüğümüz elliden fazla dava, sağlık ve ekonomik sorunların çıkmazı içinde tüm canlılar ve doğa için gerçekleştirdiğimiz bu projeden umutluyuz; ki hatırlattığımız meseleler ve Uluslararası sözleşmeler ve kanunlar ve haklar bağlamında Lüleburgazlılar tarafından şiddetle savunulursak!
İşte bu menüfestayı oturup afiyetle yiyebilirsiniz. Yarışma kapsamında, doğanın ve/veya toplumun yasalarına karşı, varolamayan ve/veya yok olmaya mahkum, goygoydan ibaret ve naklen atıp tutan projelerin tamamına muhalefet edeceğiz elbette. Asıl hedef, cambazın korku dolu bakışlarında duyduğu saygı ve seyircilerin o şoktaki sessizlik anıydı.
1 Yorum
Ödül alamaması çok normal..