Konya Defterdarlığı Gelir Birimleri Hizmet Binası

Konya Defterdarlığı Gelir Birimleri Hizmet Binası

Aşağıdaki metin, Ahmet Alkanın baskıya hazırlanan, "bu ülkede MİMAR OLMAK" adlı kitabından alınmıştır:

II.13. Defterdarlık ve Vergi daireleri

Özal kanunları hayatımıza dokunmaya devam ediyordu. 3194 sayılı yasadan sonra 3030 sayı “Büyük Şehirler” ile ilgili kanun çıkarıldı. Konya’da ilk aşamada “Büyükşehir” kapsamına alınan şehirlerden biriydi. Bu gelişmenin mimarlar bakımından önemi, 3194 sayılı yasa ile getirilen hükümlerin daha hızlı ve kolay uygulanabilmesinin önü açılmıştı. Büyükşehirlere 3194 sayılı yasa ile verilen plan yapma ve yaptırma yetkisine ek olarak, kendi imar yönetmeliklerini yapma yetkisi verilmişti. Mesleğimizle ilgisiz gibi görünen bir düzenleme daha, bizim önümüze mimarlık adına önemli fırsatlar sunuyordu.

II.13.1 Planlama Süreci;

Maliye bakanlığının iç bünyesi ile ilgiliymiş gibi görünen “Maliye İdaresini Geliştirme” fonunun kurulmasıyla, Ülke genelinde, maliye bakanlığının taşra teşkilatları (Defterdarlıklar) için yeni bina yapımı hız kazanmıştı. Bu konuyu görüşmek üzere önce Defterdarlıktan (Konya Defterdarı Nadir Bey), sonrasında da Gelirler Genel Müdürü 1 Altan Tufan’dan. Ankara’da Altan Bey ve kadrosu ile projenin genel hatları üzerinde mutabakat sağladıktan ve kurumlar arasında yazılı antlaşmaları yaptıktan sonra çalışmalara başladık. Bu projede yardımcı olarak kendime asistanlarımdan Mustafa Kaş’ı seçtim.

İhtiyaç programı konusunda, Nadir Beyle, Genel Müdür Yardımcıları ile ve o dönem yeni projelerle ilgilenen Bilgi işlem Dairesi Başkanı Zekeriya Temizel 2 ile ayrıntılı çalışmalar yaptık. Bilgisayar altyapısının hayatımıza ne denli bir yoğunlukla gelmekte olduğunu bu çalışmalar sırasında biraz anladım, çokça hissettim!

Yapılacak binanın arsası, Yeni Belediye binasının batısında, ona komşu, Konya’nın yeni prestijli caddesi olan Vatan caddesinde bir köşe parseldi. Dört bir yanı büro binaları ile çevrelenmiş ve yenileri de hızla yapılmaya devam ediyordu.

Benim konsept olarak benimsediğim tavır, halkın doğrudan kullanacağı büyük kitlelerin girip çıkacağı Vergi daireleri çok katlı olmamalıydı. Kaldı ki Belediye Başkanımızın da ısrarla “Belediye binasından daha yüksek olmasın hocam” ricası da (!) sık sık tekrarlanıyordu. Bu dengeleri gözeterek yaygın denilebilecek, asgari ihtiyaçları da karşılamak üzere, ön projenin ana ilkelerini belirledik;

  • Arazi yoğun bir trafik arteri ile daha tali bir yolun kesiştiği kavşakta yer alıyordu. Öncelikle her iki aksta da doğacak olan yoğun yaya trafiğini, taşıtın daha az yoğun olduğu tali yola yönlendirmeliydik. Bu gerek personel gerekse vatandaş girişini tali yola almamızı tarif ediyordu.
  • Yapının sembolik cephesi doğal olarak aynı zamanda güney cephesi olan Vatan Caddesi cephesi olmalıydı. Bu durumda protokol girişi de Vatan caddesinden olacaktı.
  • Zemin ve zemine yakın katlar (1, 2, ve 3, mümkünse asansörsüz çıkılabilen) olabildiği kadar vergi dairelerine ayrılmalıydı. Üst katlara daha çok kendi içinde çalışan ve vatandaşın zorunlu olmadıkça çıkmayacağı (doğrudan muhatap olmadığı) birimler yerleştirilmeliydi.
  • Yeni yapılmakta olan binaların dış cephelerinde brüt malzeme tercih edilmeliydi. (Kaplama ne tür olursa olsun, kara ikliminde bir süre sonra dökülüp, sorun çıkarıyordu) 3
  • Bu iki giriş arasındaki bağlantı, aynı zamanda iki yol arasında akışkanlığı ve geçişi de sağlayan bir “iç sokak” olmalıydı. Sistemin yaya toplanma dağılma noktaları, (yatay ve düşey) bu  iç sokak ile bağlantılı olmalıydı.

Kendi içimizde (akademisyen dostlarımızın da katılımıyla) yaptığımız tartışmalar sonucu hazırladığımız, 4-6-8 katlı akışkan blokların öne çıktığı ön projeyi maketi ile birlikte Bakanlığa sunduk. Hayır denilmedi. Sistem işliyordu. Ama bir şeyler eksikti… Evet de denilmedi. Biraz daha arayışlara devam etsek gibi bir noktada ayrıldım Ankara’dan.

Dönüşte Mustafa Kaş ile durumu yeniden değerlendirdik;

“Mustafa aslında bu ekibin ne istediğini biliyorum ben. Ama yapmak istemiyorum.”

“İstediklerini biliyorsanız, neden yapmayalım Hocam?”

“Bu ekibin tamamı ABD’de uzun süreler kalmışlar. Kafalarında bina dediğin zaman gökdelenler şekilleniyor. Ama biz halkın yoğun kullanacağı bir kamu binası yapıyoruz. Bunun olabildiği kadar toprağa yakın olması lâzım. Ama sanırım onların kafasındaki binayı önlerine koymadan da proje bitmeyecek.”

“O zaman yapalım hocam. Belki de bizim düşündüğümüzden daha iyi olacak. Bence denemeliyiz.”

Aylardır bu proje ile yatıp kalkan beynim, şimdi yeni bir konseptin peşinde yeniden kendi içine kapanıp düşünmeye ve çalışmaya başladı. Bu dönemler adeta depresyona girmiş bir ruh hali içinde, dış dünya ile bağlantılarımı minimuma indirip, üzerinde çalıştığım proje dışında bir şey düşünmeden yaşamaya alışmıştım. Bu hal yıllar içinde belirli bir dengeye gelse de değişmeden devam edecekti. Bir Fakülte yönetim kurulu toplantısından çıktığım zaman, elimdeki küçük kareli kağıdı Kaş’a uzattım; Maliye Sarayını hayırlı olsun Mustafa.

Kaş, kabiliyetli ve çok yönlü bir Mimardı. Çok şey beklediğim gözde asistanlarımdan biriydi. Ölçeksiz çiziktirilmiş bir kule katı ve bir normal kattan ibaret krokiyi alıp üzerinde çalışmaya başladı. Dönersermaye atölyesinde devam eden diğer projelerle birlikte ve öncelikli olarak Maliye Sarayının yeni avan projesini hazırladık. Bu o günün şartlarında Türkiye’de dördüncü yüksek bina olarak tasarlanmış, 81,00 metre yüksekliğinde ve sadece 24 katlı bir “Yüksek yapıydı.”

Mimarlıkta Karar görsel üzerinden verilir!”

Avan projenin (hep yaptığımız gibi) 1/500 ölçekli bir maketini yaptık. Öncelikle bir tür ön eleme mekanizması gibi çalışan Nadir Bey’in önüne koyduk Maketi. Projeye çok bakan da yoktu zaten. Brüt beton-giydirme sentezi, düşey bantların uzunluk etkisini de kullanan kule ile üzerine oturduğu yatay bantlarla tanımlanmış iki ve dört katlı, kuleyi çevreleyen yaygın blokların bütünleşmesi üzerine kurgulanmış projeyi görür görmez gülümsedi Nadir Bey;

“İşte bu Hocam… Şunu baştan yapıp kendini de bizi de sıkıntıdan kurtarsana!” Tesbitimiz doğruydu. New York veya Los Angeles’ten bir esinti istiyordu zamanın Maliye bürokratları.

Yeniden Ankara’ya gittik. Altan Bey’e ve ekibine de projeyi anlattık:

  • İki yol arasında yaya bağlantısını sağlayan iç sokak üzerinde, Defterdarlık sergi ve fuaye salonu ile girişi iki katlı ön bloğun giriş katını, bu girişin üzerinde küçük bir toplantı-eğitim salonu ve defterdar odası ile ilişkili büroları da birinci katını oluşturacaktı.
  • Bu giriş ile genel girişi bağlayan sokak üzerinde kulenin çekirdeği (merdiven ve asansörleri) yer alacaktı.
  • Batı ve kuzey yönünde dört adet vergi dairesi konumlandı. Bu vergi dairelerinin iki adedine zemin kattan girilecek ve kendi içinde dubleks olacak, bunların üzerinde de yine kendi içinde dubleks olan ve ikinci kattan girilen diğer iki vergi dairesi planlanmıştı. Bu anlayış galiba Vergi dairelerinde bir ilkti. Böylece, halkın yoğun kullanacağı vergi dairelerinde, kendi içlerinde yaşayan (kısmen bağımsızlaştırılmış) ve kulenin çekirdeğini kullanmadan erişilebilen bir çözüme ulaşıldı.
  • Dördüncü kattan itibaren katta 600 m2 alana sahip kule kısmı, bürolar olarak ayrıldı. Kule etkisine ulaşabilmek için (24 kata Belediye Başkanını zor ikna etmiştik. Daha yüksek bir yapıya onay çıkmamıştı) bakı noktalarına da düşey bantların yoğun algılanabileceği yüzeyleri gösterebileceğimiz bir planlamayı seçtik. Esasen arazinin şekli ve yer seçimi kararlarımız da bize 60 derecelik açılı (eşkenar üçgen modülasyonunda) bir planlamayı dikte ettiriyordu. Arazinin bu doğal biçimlenmesini kullanmalıydık.
  • Son kat restoran ve kafeterya olarak gün içinde ve günün sonunda kullanılabilecek sosyal alan olarak ayrıldı. Bu katlara hazır yemek gelişini veya kendi mutfağında pişirmek isterlerse malzeme ikmalini sağlayacak bir servis asansörü tahsis ettik. Merdivenin kullanılması bu katlar için son derece sınırlı ve ancak çok özel hallerde olabilirdi. Bu durumda da yangın merdiveninin kullanılabileceğini öngördük. (Ruhuma işleyen Minimalist planlamanın bütün izlerini bu projede de görmek mümkündür. Oysa daha rahat davranabileceğim bir kamu binası planlaması şansına sahip olmuştum. Ama hayır! İllâ ki tasarruf… Her zaman, her yerde ve daima… Bu bizim kuşağın genetiğinde var sanırım…)

II.13.2. İhale Süreci ya da “Korktuğunuz Başınıza gelir”

Ankara’dan uygulama projelerinin yapılması kararı ile döndük. Herkes mutlu ve her şey çok güzeldi. Hemen proje ekibini kurduk. Statik projeleri Yaşar Kaltakçı, mekanik tesisat projelerini Şefik Bilir, elektrik projelerini de Osman yapacaktı. Bu bizim ayrıldığım günlere kadar Fakülte bünyesinde uyumlu ve verimli çalıştığımız aynı zamanda da çok iyi dost olduğumuz “özel” grubumuzun kurulması anlamına gelecekti. Bu ekip yüksek yapılar konusunda tecrübesizdi. Hepimizin ilk deneyimi olacaktı bu.

Toplandık ve tartışmaya başladık. İlk sorun statik-mimari uyuşmazlığı olarak çıktı. Yaşar ısrarla kule ve az katlı blokların arasında “farklı çalışacak temel sistemlerini” tanımlayabileceği bir açık alan bırakılmasını istiyordu. Haklıydı. Ama benim bu boşluğu verebilecek arazim de yeterli değildi. Aynı zamanda fonksiyonlar arasında ortaya çıkacak kopukluğu da kullanıcı konforu bakımından istemiyordum. Yaşar Türkiye turuna çıktı. Ne kadar yüksek yapı varsa dolaştı. Yapılmakta olanların proje müellifleri ile görüştü. Sonuçta bizim mimari projemize uygun çözümleri geliştirdi. Kule ve yaygın blokların temel farklılıklarını düşeyde hareket ederek, katlarda da kirişsiz döşeme olarak, esnek bir kullanımı elde ettik.

İkinci kavgamız (!) Şefik Hoca ileydi, doğal olarak. O da özellikle havalandırma kanallarında geniş shaftlar talep ediyordu. Ama Minimalist mimarlık anlayışı buna da izin vermezdi doğal olarak. Dar açıların oluşturduğu kullanılamayan alanları verdik Şefik hocaya. İç mekân açılarını düzenlememize de yardımcı olacak artık alanları… Buralarda minimum alan kullanımı ve dar alanların nasıl verimli kullanılabileceğinin örneklerini vererek, sistemi çözdü Hoca. Son derece kısıtlı imkânlar, henüz gelişmemiş teknolojik imkânlarla ve sınırlı bir kadro ile gerçekleştirdik bütün bu çalışmaları.

Bu arada da hem yapılmış hem de yapılmakta olan örnekleri toplayarak kendi alanında yeni çözümler geliştiren4 Şefik Bilir ve Yaşar Kaltakçı dostlarımı bir kez daha güzel duygularla yad ediyorum.5

Osman Hoca uyumlu kişiliği ve sessizce işini yapan iş disiplini ile ekibe katkı verdi. Uygulama projelerini tamamladık. Nadir Bey ihale çalışmalarına hemen başladı.

Bir sabah Nadir Bey’den davet aldım. Görüştük. Projenin kontrollük hizmetlerini de yapmamızı talep ediyordu. İhale sürecinde de teknik desteğin bu kapsamda hemen başlamasına ihtiyacı vardı. İhale dosyası üzerinde çalışmaya başladık. Ankara’dan gelen ihale talimatında bir gariplik vardı. İhale dosyası proje bütünü için tanzim edilmiş fakat iki etaplı bir ihale öngörülmüştü, Öncelikle ilk 12 katın ihalesi yapılacak, ikinci bin ihale ile ara verilmeden kulenin son 12 katı tamamlanacaktı. Kafam karışmıştı. Defterdar’a endişelerimi anlattım;

“Bu proje bir bütündür. Özellikle de projenin kat yüksekliklerinde yapılacak bir değişiklik veya yarım kalması son derece sıkıntılı bir durum ortaya çıkarır. Eğer 10-12 katlı bir yapı olarak kalacaksa bu proje, ben mimari proje bedeli istemiyorum. Bu kat yüksekliğine uygun yeni bir proje hazırlayalım.”

“Olur mu Hocam. Bu proje çok beğenildi. Sadece Maliye Bürokratları değil, Sayın Başbakan da, Maliye Bakanımız da projeyi incelediler ve beğendiler. Proje tamamlanacak. İşin maddi boyutları çok büyük! Bakanlıkta Altan Beyin aleyhinde olan bir grup, Fonun bütün imkânları Konya’ya aktarılıyor. Bölgecilik yapılıyor gibi bir yıpratma kampanyası başlatmışlar. Rakamı küçük tutmak için böyle bir yol bulundu. Siz bunu dert etmeyin. Tabii ki böyle bir proje yarım uygulanamaz.”

İhale süreci devam etti. Maliye akanlığının işe girmesini istediği bazı firmalar (Koray inşaat, Emek İnşaat gibi) Konya’da iş yapmak istemediklerini bildirdiler. Sonuçta İhsan Doğramacı’nın (Hacettepe Vakfı’nın) TEPE İnşaat’ı ilk taahhüt işini yapmak üzere ihaleyi aldı. Projelendirildiği gibi işe başlandı ve ihale edilen bölüm yapıldı.

Yapım aşamasında karşı karşıya kaldığımız bir takım oldu-bittiler yapının özellikle dış cephesinde bana üzüntü veren değişiklikler getirdi. Hayatında ilk defa “Kamu adına mesleki kontrollük” yapan dört genç insanın, güçlü kurumsal yapılarla kolay baş edemeyeceğini öğrendik bu süreçte. Fakat benim korkum daha büyüktü. İhalenin birinci aşamasının sonu yaklaşıyor ama ikinci aşamanın ihalesi için adım atılmıyordu. Nadir Bey, bana iyi dileklerini aktaran ve tepkilerimi kontrol eden “babacan” rolündeydi şimdi.

Birinci aşamanın sonuna yakın, Bilgi işlem Daire Başkanı (Zekeriya Temizel) ve arkadaşları şantiyeye geldiler. Ekip şantiyeyi gezerken, Zekeriya Beyle yalnız kaldık;

“Hocam size bir kötü haberim var. Yukarıda işler karıştı. İkinci etabın ihalesini şimdilik yapamıyoruz. Biliyorum bu binanın böyle kalması proje mimarı olarak sizin, işin sahibi olarak bizim için büyük bir üzüntü kaynağı. Bunu muhakkak tamamlayacağız. Ama bize biraz zaman tanımalısınız. Israrcı olursanız, Benim de Altan Beyin de başını yiyecekler. Benim için hava hoş. Her sonuca hazırım. Ama Altan Bey bu Ülkeye lâzım…  Değerli bir insan… Karar sizin Hocam.” Başımdan aşağı kaynar sular değil, kaynar katranlar dökülmüştü. Bu projenin asla tamamlanamayacağını biliyordum. İlk aşamada korktuğum başıma gelmişti. Konya’nın tam merkezinde, her gün Konyalı’nın yarısının geçtiği bir kavşakta 24 kat olarak planlanmış ama 12 katı yapılmış yarım bir bina! Olacak iş değildi! Ama oldu… Uygulanamayan nervürlü brüt beton cephe detaylarından, giydirme cephe uygulamalarından çok daha ağırı gelmişti şimdi. Bacaklarım dizlerimden kesilip ortalıkta bırakılmış gibi hissettim kendimi. Ama yapacak bir şey yoktu.

Mesleki kontrollük hizmetlerine ince işler aşamasında devam etmedik. Binanın önünden bile geçmek istemiyordum ama özel ofisimin de, Fakültenin de tam karşısındaydı Maliye Sarayı. Ya da bacakları kesilip meydana dikilmiş Ahmet Hoca!

(1) Altan Tufan Maliye Bakanlığının iyi yetişmiş parlak, önemli bürokratlarından biriydi ve Konyalıydı. Erken yaşta kaybettiğimiz değerlerden biridir. Rahmetle anıyorum.
(2) Daha sonra birlikte parlamentoda görev yaptık ve Zekeriya Bey Maliye Bakanlığı görevini üstlendi. Batı ülkelerinin çoğunluğunda var olan ve kara para ile mücadelenin “olmazsa olmazı” gibi görülen “Nereden Buldun” yasası onun pırıltılı siyasi hayatının yıldızını söndürdü sanırım.
(3) Ülkemizde yeni yapılan yüksek binaların; İş Bankası, Sabancı Yurdu, Yıldız Üniversitesi kültür merkezi vb. brütalist akımın örnekleri olarak yapılmış olması ve Esat Suher Hocanın, “karasal iklimde cepheye kaplama yapmayın” telkinleri de sanırım bilinçaltımı etkilemişti.
(4) Şefik Hoca yaptığı işin önemini geliştirdiği yöntemin bir başka meslektaşı tarafından yıllar sonra makale yapılması üzerine fark edecekti.
(5) Şefik Hoca zaman içinde Bölüm Başkanlığı, Dekan Yardımcılığı, Dekanlık ve uzun süre Rektör Yardımcılığı görevlerinde Konya’ya ve Selçuk Üniversitesine önemli hizmetler verdi.

* Yaşar Hoca da hem İnşaat Müh. Bölümü Başkanı hem de bir musikişinas olarak, Konservatuar Müdürlüğünde yıllarca önemli katkılar sağladı.

Etiketler

Bir yanıt yazın