“Her şey sınırları sayesinde, bir başka deyişle çevresine karşı az ya da çok hasmane bir edim sayesinde var olur.”
Robert Musil, Niteliksiz Adam
DURAK
Evi, içeriğini kontrol edebildiğimiz bir dünya olarak tanımlarsak, sokakta böyle bir kontrolün olmadığını ve ancak sokağa çıktığımızda aracısız olarak dış dünyayla karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Evi ve sokağı birbirinden ayrı iki uca koyan bu varsayımın ortasında da okulun yer aldığını düşünüyoruz. Okul; ne ev kadar kontrollü ne de sokak kadar özgür. Eğitim sistemlerinden, kurumsal yapıdan, vizyonlardan vs. bağımsız bir tanım. En az ev ya da sokak kadar keskin sınırları olduğu var sayılan, ama biraz kurcalayınca o sınırların kolayca eğrilebileceğini gördüğümüz bir kurum. Hayat içten dışa evrilirken uğramak zorunda olunan bir ara durak. Eve göre çok daha fazla insanla ve durumla karşılaşma olasılığı olan ama sokakla kıyaslayınca da hala çok küçük, çok kısıtlı bir organizasyon. Ne tamamen kamusal, ne de özel. Ne tamamen açık, ne de kapalı. Arada. Bir okul yapısını herhangi bir yapıdan ayıranın bu olduğunu düşünüyoruz. Keskin sınırları kamusallıkla, belki de bilinmezlikle bir arada tasavvur etmemizi gerektiren bir yapı.
Söz konusu bir lise yapısı ise bu arada kalmış durum daha da belirginleşiyor. Çünkü lise çağı, tanımı gereği hala bir “veli”nin gözetiminden bahsedilen, uyulması zorunlu kurallarla dolu ancak bir taraftan da özgürlük taleplerinin, sokağa olan merakın ayyuka çıktığı, okul dört duvardan mütevellit olsa bile öğrencilerin mahremiyet kurabilecekleri, bilinmezlik icat edebilecekleri bir dönem.
Alıştığımız akıl yürütme biçimleri bazı binaları tasarlarken işlevsiz kalabiliyor. Bu bina için de öyle. “Kullanıcı”ların, “ihtiyaç”larından yola çıktığımızda, birbiriyle örtüşmeyen verilerle başbaşa kalıyoruz. Bir lise öğrencisine nasıl bir okul istediğini sorsak, bir de diyelim, eğitimciye, birbirine yakın yanıtlar alabilir miyiz? Bu projenin konumu gereği, mahallelinin, kentlinin ya da belediyenin gereksinimlerini de gözetmek gerekince, bütün bu beklentilerin aynı yapıda nasıl karşılanabileceğini düşündük.
Hem “iç”i hem “dış”ı olan bir yapı tasarlamak istedik; eğitim için gerekli altyapıyı sağlarken, aynı zamanda öğrenciler için yukarıda sözünü ettiğimiz durağın mekansallaşmış halini önerdik: uzayıp giden, kente açılan bir avlu. Sosyal işlevlerin olduğu mekanlarla eğim sayesinde içiçe geçmiş bir bahçe ve bahçeye açılan sınıflar, ortaya çıkan çeşit çeşit mekan tipi, merdivenler, performans alanları, çayırlar, rampalar…
Yarışma arazisi, yoğun bir yapılaşmasının ortasında yer alıyor. Aşırı eğimli, çok da geniş olmayan sokaklar, sıkışık yapı adaları, ölçeği kaçmış bir iş merkezi biraraya gelince ortaya çıkan kent parçasının müreffeh bir kentsel yaşam için gerekli mekansallığı sağladığını söyleyemeyiz. Sözünü ettiğimiz refah seviyesinin kriterlerini sağlayamayan imar planı; engellilerin erişemeyeceği kadar dik sokaklar, yeterli ışık ve hava alamayan yapılar, birbirinden kopuk yapı adaları, ve yeterli kamusal alanı sağlayamayan bir yapı yoğunluğunun ortaya çıkmasına sebep olmuş. Gelinen noktada, Şişli Lisesi arazisi, sadece bir eğitim alanı olarak değil, bütün bu bahsettiğimiz sorunların çözülebileceği bir kentsel mekan olarak görülüyor olsa gerek ki, ihtiyaç programında istenen metrekarenin büyük bir kısmı otopark ve sosyal alanlara ayrılmış. Ancak kabul etmeliyiz ki Şişli Lisesi bütün bu problemlere tek başına çözüm önerebilecek bir “kahraman proje” olamaz. Yine de hem kamuya açık işletilebilecek mekanları, hem de okul saatleri dışında kentsel kullanıma açılabilmesi sayesinde, Şişli Lisesi’ni kentsel yaşamın bir parçası olacak açık ve kapalı alanlar organizasyonu olarak ele almamız gerektiğini düşünüyoruz.