Sıddık Güvendi ve Cihan Sevindik, Karadağ Pljevlja Hastane Tasarım Yarışması'nda mansiyon ödülü kazandı.
Tıp biliminin araştırma ve pratik süreçlerinin gerçekleştiği yapılar olan hastaneler belli prosedürlere bağlı olarak tasarlanır. Fakat hastanelerdeki iyileşme ve iyileştirme süreçleri sadece tıp biliminin gereksinim ve standartlarına uyumlu olup olmamasıyla ölçülemez. İyileşme yaklaşımı tıp ve mimarlık pratiklerinin iş birliği içinde olmasını gerektirir. Bu doğrultuda hastane tasarımı iyileşme süreçlerini hızlandırma ya da yavaşlatma açısından oldukça önemli bir yere sahiptir. ‘Hastane tasarımı sağlığı iyileştirebilir’ düşüncesi Roger Ulrich tarafından yapılan hastane tasarımı ile ilgili araştırmalarında da hakim bir düşünce olmuştur (Ulrich, R. S. 2008).
Hastane tasarımında gürültü kirliliğinin önlenmesi, doğru malzemelerin kullanılması, tasarıma hasta mahremiyetini önemseyecek şekilde yaklaşılması, birimler arasındaki sirkülasyonın erişilebilir tutulması, kolay algılanabilir planların tasarlanması, termal koşulların yeterliliğine dikkat edilmesi gibi tasarımcının ele alması gereken birçok ölçüt vardır. İyileştiren hastane tasarımında ise bu ölçütler dışında doğa ile temasın da oldukça önemli bir ölçüt olarak karşımıza çıktığı görülür. Hastaneleri ve genel olarak yapılı çevreyi insanlarla doğa arasında yeterli ve tatmin edici bir temas sağlayacak şekilde tasarlamak gerekir (Kellert, S. R. 2005).
Doğa ile temasın psikolojik refahı artırdığı ve günlük kentsel yaşamın stresinden kurtulmaya yardımcı olduğu inancının Antik Roma gibi geçmişten birçok eski şehirde bile etkili olduğu bilinmektedir (Ulrich, R.S, Simons, R.F, Losito, B.D, Fiorito, E, Miles, M.A. and Zelson, M. 1991). Doğanın iyileştirici gücüne dair bu inanışların eski Mısır soylularının, Mezopotamya’daki Pers yerleşimlerinin ve Ortaçağ Çin şehirlerinin bahçelere verdiği büyük önemle geçmişte de ne denli etkili olduğu görülmektedir; son iki yüzyıldan günümüze kadarki zaman zafındaysa şehir parkları, diğer doğa unsurlarının gündelik yaşama dahiliyeti gibi isteklerin ardında doğaya maruz kalmanın psikolojik ve fiziksel sağlığa iyi anlamdaki etkisinin bilinmesi yatar (Ulrich, R. S. 1993). Bu anlamda doğanın sistemleriyle birlikte çalışan bir mimari hem hastalara hem hastane çalışanlarına iyi gelen bir yaklaşım potansiyeli barındırır. Bu yaklaşımı özümseyen mimarlık örnekleri, doğanın insanlar üzerinde sahip olabileceği bu gücünü görmezden gelmemeleri ve ayrıca iç-dış mekanların entegrasyonu sonucu kamusal veya özel iyileşme mekanları sağmaları açısından önemlidir (DeBoom, S. 2021). Yapılan bazı araştırmalarda doğanın bu entegrasyonu sayesinde hastaların yüksek doz ağrı kesici kullanımında düşüşlerin görüldüğü, kaygı ve streslerinin de azaldığı saptanmıştır. Bu araştırmalarda doğaya görsel olarak maruz kalınmasının bile bu gibi sonuçların sebebi olabildiği görülmüştür.
Bu noktada doğanın bu gibi potansiyellerin kullanılmasını savunan biyofilik tasarımdan söz edilebilir. Biyofili, doğayla insanın bağlantı kurmasına yönelik doğal insan eğilimini tarif eder. Biyofilik tasarımsa bu doğrultuda modern yapılı çevrede biyolojik bir organizma olan insanlar için iyi yaşam alanları yaratmayı amaçlayan ekolojik bir yaklaşım biçimidir. Biyofilik tasarım doğa ile tekrarlanan ve sürekli bir iletişim, insanın doğal dünyaya adaptasyonu, doğayla bütünleşik mimari çözümlerin teşviki gibi prensiplere sahiptir (Kellert, S. R & Calabrese, E. F. 2015). Önceki araştırmalara ve bu prensiplere dayanarak biyofilik tasarımın hastanelerin tasarımına iyi anlamda yön verebilceği düşünülebilir. Bunun için bazı öneriler mevcuttur: Hasta odaları ve pencereleri iyileşmeyi hızlandırmak adına doğayı görebilecek şekilde tasarlanmalıdır. Daha fazla gün ışığının hastaların ağrısını ve stresini azalttığına dair kanıtlardan referansla bina oryantasyonu ve planlaması bunu optimize edecek şekilde ele alınmalıdır. Hem personeller hem hastalar için dış bahçelerin varlığı önemlidir. Dış bahçeler ayrıca beraberinde sosyal etkileşimi de getirecektir. Doğanın fiziksel varlığının hissedilemiyeceği ortamlardaysa doğa tasvirler, tabloları veya fotoğrafarı kullanmak yine olumlu bir etki yaratacaktır (Ulrich, R. S. 2008).
Kısaca doğanın pozitif dikkat edici bir unsur ve bir odak noktası olarak ele alındığında stresi azaltmada ve refah artırmada oldukça etkili olduğu görülmektedir. Bu araştırmalardan hareketle yarışmada öngörülen hastane parselinin direkt doğa ile yüz tutmuş bir alan olması kıymetli bulunmuştur. Tasarımda da bu araştırmalar ve alanın söyledikleri üzerinden iyileştirici bir mekan olarak doğa ile çalışan bir hastane fikri benimsenmiştir.
Bu fikir paralelinde tasarıma referans olması açısından hastanenin konumlanacağı bölge olan Pljevlja’daki mevcut mimari dillerin de bir incelemesi yapılmıştır.
Karadağ, güneyinde Adriyatik Denizine kıyısı olan Güneydoğu Avrupa’da yer alan bir ülkedir. Arnavutluk, Kosova, Sırbistan, Bosnahersek ve Hırvatistan’a komşudur. Tarihi İngiliz belgelerinde “hiçbir yolun olmadığı kayalık labirent” e benzetilmişitir ve coğrafyası Karadağlılar tarafından Tanrının kendilerine bir armağanı olarak kabul edilmiştir. (Temizer, 2013, s. 11).
Karadağ mimarisine bakıldığındaysa, doğu ve batı kültürel etkilerinin özgün bir birleşimi olduğu söylenebilir. Özellikle Roma, Venedik ve Osmanlı mimarisinin ülke mimarisine önemli etkilerinin olduğu görülür. Kıyıları (özellikle Kotor ve Perast şehirleri) Akdeniz mimarisinin güçlü örnekleriyle doluyken, ülkenin iç kesimlerinde Bizans kültürü etkisi görülür.
Pljevlja ise, Karadağ’ın kuzeyinde dağlık ve karasal iklime sahip bir şehirdir. Karadağ’ın kuzey bölgelerindeki tipik geleneksel konut tipleri olan Dinar dağ evi mimarisi, kule evler, sundurmalı/çardaklı evler Pljevlja’da da görülür. Bu tipolojilerin kısaca özellikleri şu şekilde özetlenebilir:
Dinar Dağ evleri:
Dinar Alpleri Avrupa’nın en geniş ve engebeli dağ bölgeleridir. Bu sıralı dağların yanındaki yerleşim antik çağlara kadar uzanmıştır, bu nedenle bölgede çok sayıda tarihi yerleşim kalıntısı ve kaleler bulunur. Dinar dağ evi mimarisi, Slovenya, Sırbistan, Hırvatistan gibi ülkelerde de görülmek üzere, Karadağ’ın kuzey bölgelerinde de mevcut bir ev tipi olarak karşımıza çıkar.
Bu evler genellikle çiftlik evi mantığında çalışır. En tipik özellikleri ahşap, taş ya da ikisinin karışımı melez yapılar olmaları; dik açılı ahşap, sazdan veya arduaz kiremit çatılara sahip olmaları, tek ya da iki katlı olmalarıdır. İki katlı olanlarında üst kat yaşam alanıdır. Tek katlı olanlarsa ocaklı bir yaşama mekanı ve yatma mekanından oluşur. Sundurmalı alanlar, erzak depoları, ahır, kümes ve ambarlarsa çiftlik evi kompleksinin diğer yapılarını oluşturur.
Kule Evler:
Konutun yanında savunma işlevi de olan üç katlı taş evlerdir. Dini yapılardan sonra kuleler, kırsal kesimdeki geleneksel halk mimarisinin en önemli ögeleri olarak kabul edilir. Kule evlerin zemin katı servis amaçlıdır, giriş kapısının hemen yanında küçük bir pencere bulunur. İkinci ve üçüncü katlar ise yaşam alanıdır. Katlar arası düşey sirkülasyon ahşap merdivenler ile sağlanır. Bu evlerin 45-60˚lik eğimli çatılara sahip olması en karakteristik özelliklerindendir. Bazı yapılarda çatının hemen altında ince uzun yarıklar bulunur.
Sundurmalı / Çardaklı Evler
Sundurmalı / Çardaklı evler evin dış cephesinde yer alan bir açık alan yaşama mekânının evin temel tasarım öğesi olarak planlamada yer aldığı konut tipidir. İklimsel özellikler ve mevsimsel dönüşüme göre kullanılabilen bu mekân istenildiğinde bir doğrama sistemi ile kapatılmaktaydı. Bu evlerde taş, ahşap, kil sıva, dallar, yumuşak tuğla malzeme olarak kullanılmıştır. Ahşap kırma çatı tipik özellikleri arasındadır.
Geleneksel konut mimarisinin dışında Pljevlja’da bulunan diğer bazı yapılar da incelenmiştir. Pljevlja’da bulunan, 15.yyın ortalarında inşa edilmiş ancak 1859’da manastırı yok eden bir yangından sonra inşa edilen Manastir Sveta Trojica birbirine bağlı iki konak ve bir bağımsız konaktan oluşur. Zemin kat yığma ve sıvalı olup üstteki iki kat dolgulu ahşap karkastır. Zemin seviyesinde revak sistemi vardır. Kuzey konağın merkezinde üst iki katta galeriler, kiliseye bakan dolaşıma açık alanlar vardır. Ayrıca üst katlarda sivri kemerler bulunur.
Pljevlja’da bulunan incelenmiş bir diğer yapı olan Hussein-Pasha’s Mosque ise yarı kubbeli bir camidir. Bu yapının yakınında konumlanan Pljevlja saat kulesi ise taştan yapılmıştır; giriş kapısı kesme taştan yapılmış, dört parçalı bir tonozla örtülmüştür. Üt kotlarda dış duvarlar sıvalı ve beyaz kireçle boyanmıştır. Dört kenarda da bulunan açıklıklar sivri kemerlerle sonlanır. İç merdivenler ahşaptır. Çatısı dört köşeli ahşap bir çatıdır ve bakır levha ile kaplanmıştır.