Piyalepaşa İstanbul'da bulunan 3 ayrı konut blokunu birbirine bağlayan hali hazırdaki 2 betonarme yapı, Mimaristudio tarafından biyofilik bir dış mekan yaşam alanına dönüştürüldü.
Tasarımcılar, projeyi anlatıyor:
Doğa, İnsan ve Tasarım İlişkisi Üzerine…
İnsan var oluşu itibarı ile sahip olduğu, yaşamını devam ettirebilme, hayatta kalma, besine ulaşma, korunma vb. iç güdüleri genetik bir miras olarak günümüze kadar gelmiştir. İnsanın bulunduğu yapılı çevrede, rahat görüş açısına sahip bir yerde oturma isteğinin tehlikelere karşı korunma, sırtını güvenli bir yere yaslama isteğinin sığınma ve kendini güvende hissetme, iç mekanda değil dışarıda olma ya da suya ve besine yakın olma istekleri gibi verilebilecek örneklerin, insanın bu genetik mirasının günlük yaşamımıza yansımalarını olduğunu söyleyebiliriz.
Yine, “Nasıl bir çevrede olmak ve yaşamak istersin?” sorusuna da bir kentlinin doğrudan doğayı ve doğal yaşamı işaret eden yanıtlar vermesi olasıdır. Zira, insan her geçen yıl doğadan ve doğal yaşamdan uzaklaşmaktadır. İnsanın doğa ile bağlantı kurma isteği, kendini doğada iyi, huzurlu ve mutlu hissetmesini ve hastalıklarla daha kolay mücadele etmesini sağlamaktadır. Bu sebeple, kent nüfusu arttıkça, kentlinin doğa ile irtibat kurma isteği, kendi kendine yetebilme mücadelesi artacak, doğal alanların azalması sonunda, doğanın yapılı çevre içine alınması pratikleri çoğalacaktır.
İşte, biyofilik tasarım yaklaşımı burada önemli bir role sahiptir. Doğanın, insan üzerindeki iyileştirici ve esenliğini artırıcı sebebi ile doğanın yaşam alanlarımız içine planlama aşamasından itibaren alınması önemlidir. Doğa, tasarıma ilham kaynağı olacak, biyolojiden alınan veriler tasarım çalışmaları bünyesinde ele alınacaktır. Form, kabuk, malzeme, renk, teknoloji gibi alt bileşenler, doğa ve biyoloji temelinde evirilerek, yapılı binaların ve mekanların gerçekten doğa dostu olarak hayat bulmalarını sağlayacaktır.
Yapılan araştırmalar, doğa ile irtibatlı alanlarda yaşayan insanların daha mutlu, daha sosyal ve daha etkileşim içinde olduğunu bizlere gösteriyor. Bunun yanında, “Ekolojik Değerlik Teorisi” ne göre, insanlar da olumlu duygular uyandıran ve kedilerini iyi hissettiren nesne ve uyarıcılara ilgi duyuyorlar. Renk, malzeme, doku burada somut örnekler olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin mavi ve yeşilin sakinleştirici etkisi, yeşilin aynı zamanda yaratıcılığı artırması, sarının ise enerji ve mutluluk vermesi gibi örnekler verilebilir.
Bu açıklamaların yanında hayatın gerçeği, kentleşme ve artan kent nüfusu ile konut ihtiyacının da artmaya devam ettiğidir. Burada, nitelikli konut projelerine her geçen yıl bir yenisi daha eklenmektedir. Marka konut projelerinden biri olan Piyalepaşa İstanbul da bunlardan biridir.
Tasarım danışmanlığını Gökhan Karakuş’un, proje yönetimini Piyalepaşa İstanbul Tasarım Müdürü Ruşen Taşpınar’ın yaptığı, Mimaristudio ekibi tarafından tasarlanan ve projelendirilen Türkiye’nin bu ölçekteki ve bu konu özelindeki ilk biyofilik dış mekan projesi de, Piyalepaşa İstanbul içinde hayata geçti.
Çalışma, 3 ayrı konut bloğunu birbirine bağlayan hali hazırdaki 2 betonarme yapının, 14 biyofilik tasarım adımının planlama aşamasından itibaren uygulanması ile biyofilik bir dış mekan yaşam alanına dönüştürülmesi projesidir.
Mevcutta önü tamamen açık, sadece taşıyıcı sistem, döşeme plağı ve bunları birbirine bağlayan düşey dolaşım akslarından oluşan iki yapısal bağlayıcı alan, yerleşke içinde iki ayrı alanda yer almakta. İki faz olarak hayata geçen projenin ilk fazında tasarlanan mekan kendi bulunduğu alana ve bağlantılı olduğu iki ayrı konut bloğuna hitap ederken, ikinci fazda çelikten imal edilen bir merdiven ile yerleşkenin üst kot girişine ve bu kottaki dolaşıma da ulaşım imkanı vermekte.
Her iki etapta, ahşabın tamamen kendisi kullanılarak organik formda oluşturulan ara yüz ile bir dış mekanda adeta bir iç-dış ilişkisi kurulmuştur. Bu ara yüz ile, yapı içinde farklı kotlarda planlanan yaşam alanları ile ana konut yerleşkesi arasında, yarı şeffaf bir bağ oluşturulmuştur. Yine bu ara yüz, organik yapısı içindeki doğal açıklıkları ile bu görsel teması sağlamakta, kendi yapısı içindeki doğal açıklıklarının yanında, içeriye bu boşluklardan da direkt gün ışığının alınmasını sağlamaktadır. Katlarda ve ara yüz üzerindeki oluşturulan peyzaj alanları ile, zamanla gelişecek ve bu ara yüzü saracak yeşilin, düşey aks üzerinde de ilerlemesine imkan vermektedir. Seçilen bitki örtüsü ile, mevsim geçişlerinde doğanın bu ara yüz üzerinde gerek renk, gerek doku, gerekse yapısal değişikliklerini görme imkanı bulunmaktadır.
Proje, “Mekandaki doğa”, “mekanın doğası” ve “doğal anımsatıcılar” başlığı altındaki biyofilik tasarım adımlarını içinde barındırır.
“Mekandaki doğa” başlığı altında projede izlenen adımlar, “doğa ile görsel bağlantı”, mekandaki doğal unsurlara bakışın, canlı sistemler ve doğal süreçler ile irtibatın sağlanması ile kurulmuştur. Sadece insanın değil, kuşun, kelebeğin, evcil hayvanların ve diğer canlıların alanı kullanabilmesi, hatta barınabilmesi amaçlanmıştır. “Doğa ile görsel olmayan bağlantı” işitme, dokunma, koku alma uyaranlarının harekete geçirilmesi, “duyusal uyarıcıların kullanılması”, mekanda ısı ve hava akışı değişkenliği sağlanarak doğal ortamda olma hissinin kuvvetlendirilmesi, farklı ışık yoğunluklarından ve gölgeden yararlanarak, günün farklı saatlerinde değişen bir ışık kullanımı, mevsimsel ve zamansal değişikliklerin mekanda hissedilebilmesi şeklinde özetlenebilir.
“Doğal anımsatıcılar” başlığı altında projede izlenen adımlar, “Biyomorfik Formlar ve Modeller” ile, kalıcı desen, doku ve form düzenlemelerini (cephede, duvarlarda, kolonlarda, zeminde, peyzaj alanlarında, oturma gruplarında uygulanan dokular ve amorf formlar) içermekte, “Doğa ile Malzeme Bağlantısı”, doğadan gelen malzemenin asgari ölçüde işlenerek kullanılmasını ve doğal bir yer duygusu yaratmasını ifade etmekte, “ Karmaşıklık ve Düzen” adımı ile de doğanın kendi içindeki karmaşıklık ve düzeninin cephe tasarımından, mobilya tasarımına uzanan bir skalada mekan tasarımına yansıtılması sağlanmaktadır.
Son olarak, “Mekanın doğası” içindeki dört biyofilik tasarım adımı, insanın var oluşu itibarı ile sahip olduğu ve günümüze kadar genetik bir miras olarak gelen içgüdülerine ve duygularına mekan tasarımı içinde yer verilmesidir. Bu adımlardan “Olasılık” (prospect), mekanın belirli bölümlerinden açık alanı görebilme, belirli noktalardan manzaraya karşı engelsiz görüşün sağlanabilmesi, sığınma (refuge), çevresel etkenlerden geriye çekilme, korunmak adına mekanda uygun alanların planlanması, gizem (mystery), mekan içinde ilerlerken kullanıcıda farklı alanların merak uyandırması, bir sonraki adımı düşünme ve hayal etmesinin sağlaması, “risk ve tehlike” ise mekanın farklı bölümlerinin insanda heyecan ve küçük korkuların uyandırılması (örneğin, merdivenden çıkarken ya da yüksek kottan aşağıya bakarken hissedilenler) şeklinde özetlenebilir.
Özetle, doğal çevre, dünyamız, geleceğimiz ve insanı merkezine alarak atılan her adım kıymetlidir. Gerek şehir planlama, gerekse mimari ve iç mimari tasarım süreçleri, Biyofilik tasarım ve insan esenliği (well-being) yaklaşımları temelinde, etüt ve planlama aşamasından itibaren o yapılı çevrenin kullanıcılarını odağına alarak geliştirilirse, duygulara da hitap eden, doğa ve gerçek yaşamla daha kuvvetli bağı olan bir yapılı bir çevreye sahip olabiliriz.