Selçuk Evi

Selçuk Evi’nin inşaatı, 2024 yılında Dolmus tarafından tamamlandı.

Eda Özgener, projeyi şu sözlerle anlatıyor:

Selçuk Evi’nin inşaatı, 2024 yılında Dolmus tarafından tamamlandı. Yan yana konumlandırılmış ve ortak bir bahçe ile ayrılmış iki özdeş binadan oluşan proje; Türkiye’nin Ege kıyısındaki Selçuk kasabasında, yükseltilmiş ve eğimli bir arazide yer alıyor. Konut, kasabanın ve karşı tepedeki Ayasuluk Kalesi’nin manzarasını sunuyor.

Selçuk

Projeyi tam anlamıyla değerlendirebilmek için, bu binaların ait olmaya çalıştığı kasaba olan Selçuk’un özünü anlamak gerekiyor.

Selçuk, yüzyıllardır kesintisiz olarak bir yerleşim alanı olarak kullanılıyor. Burası özellikle, bir zamanlar gelişmiş bir liman olan Efes Antik Kenti’ne ev sahipliği yapmasıyla dikkat çekiyor. Stratejik bir konuma sahip olan ve hem karadan hem de denizden kolayca erişilebilen Efes’in tarihi, MÖ 10. yüzyıla kadar uzanıyor. Antik bir Yunan kenti olan Efes; Arkaik ve Klasik dönemlerde gelişmeye devam etmiş, Erken Helenistik çağda ise yeniden inşa edilmiş. Ancak, MS 614 yılında yaşanan Sasani Pers saldırısı, şehrin gerilemesine sebep olmuş ve limanın zamanla dolmasıyla birlikte şehir zayıflamaya başlamış. 14. yüzyılda, Aydın Beyliği döneminde Türk yönetimi altındaki Efes; Akdeniz ve Venedik ile ticaret bağlantıları sayesinde yeniden önem kazanmış. 1425 yılında ise Osmanlı hakimiyetine giren şehir, bir süre daha önemini korumuş, ancak limanın dolmaya devam etmesi ve sıtma salgınları, kalan nüfusu Ayasuluk gibi yakın tepelere taşınmaya zorlamış. Selçuk da tam olarak burada kurulmuş.

Bugün Selçuk, sıklıkla dünyanın en büyük açık hava müzelerinden biri olarak anılıyor, ve Efes Antik Kenti ile çevresindeki turistik alanlar her yıl çok sayıda ziyaretçi çekiyor.

Uyumlu Bir Birliktelik

Selçuk; tepeler, ovalar, küçük ölçekli binalar, dükkanlar, resmi binalar ve açık hava dinlenme alanları ile hatırlanan bir şehir merkezi. Tarım ve küçük ölçekli sanayi, yerel ekonominin bel kemiğini oluşturuyor. Üzüm, incir, kestane, portakal ve zeytin ağaçları ise bölgenin bitki örtüsünü oluşturuyor.

Selçuk’tan yaşama dair kesitler:

“Zeytinlikler, zakkumlar, incir ağaçları ve kaktüsler sokaklarda ve boş arsaların üzerinde kendiliğinden büyür. Her cumartesi, yerel halkın mevsimlik meyve ve sebzeler sattığı bir pazar kurulur. Bir yerel lokantanın bahçesi, asmalardan oluşan tavanıyla gölgelenmiştir; çöp şişler, kağıt masa örtülerinin üzerinde kimyona batırılır ve lahana salatası ile birlikte servis edilir – mevsiminde yanında büyük, lezzetli bir domates dilimiyle.

Turist grupları ya da tek başına gezenler, antik kalıntılara gitmek, eski şehri, kaleyi veya İsa Bey Camii’ni görmek için otobüslerini beklerken kasabada dolaşır. Gün boyunca emekliler, çocuklar ve turistler -yaz akşamları ise neredeyse herkes- şehir merkezindeki çay bahçelerinde bir araya gelir ve dinlenir. Yaşlılar genelde gruplar halinde oturur ve okey ya da tavla oynar.

Neredeyse herkes çay veya Türk kahvesi içer; mevsiminde koruk suyu da servis edilir.

Etraf mütevazı binalar ile çevrili, abartılı bir şey görmek pek mümkün değil. Bir tür sadelik hissedilmekte; insanların çevrenin rahatlığından kaynaklanan bir huzur içerisinde olduğu belli. Işık genellikle çok keskin. Burası bir güney kasabası.

Bana kalırsa Selçuk’un bu canlı ve nefes alan yönü, ona bir açık hava müzesi karakteri kazandıran asıl unsur. Burası sadece ziyaret edilecek bir yer değil; hayatın devam ettiği ve daha da önemlisi hâlâ içinde yaşanabilecek bir yer. Selçuk Evi’nde olduğu gibi.”

Bağlam

Selçuk Evi, Zafer Mahallesi’nde yer alıyor. İlk bakışta pek ilgi çekmeyen bu mahalle; günümüzün tipik bir Ege yerleşimi, sıradan, mütevazı ve turistik olmayan bir yer. Çoğunlukla benzer büyüklükte, ancak birbiriyle aynı olmayan müstakil konutlardan oluşuyor. Görünüşte özel bir yanı yok gibi görünüyor.

Buradaki binalar, yakından incelendiğinde daha ilginç hale geliyor. Birbirine benzemeseler de burada ortak bir inşa yaklaşımı var. Bölge, çoğu zaman bitmemiş bir inşaat alanı gibi. Pek çok unsur “tamamlanmamış” izlenimi yaratıyor. Sokaklarda yürürken döşenmekte olan basamaklar, bazıları yeni boyanmış, bazılarıysa çıplak bırakılmış duvarlar ve binaların üst kısımlarında gelecekteki planlar için birer çapa gibi duran açıkta kalmış demir filizler dikkat çekiyor. Renkler, malzemeler ve tamamlanmışlık seviyeleri, günlük yaşamın ritmiyle ve sakinlerin imkanlarıyla uyum içerisinde.

Çevredeki evlerin kendine has bir diğer özelliği ise her birinin, iç mekânı sokağa ve komşu bahçelere bağlayan sert zeminli bahçelere sahip olması. Bu sert zeminli bahçeler; evin bir uzantısı olarak giriş, açık hava oturma alanı, mutfak, teras ve bahçe gibi alanlar sunuyor. Genellikle, varsa, evdeki diğer teraslara oldukça basit bir merdivenle bağlanıyor. İnsanlar bu alanı oturmak, yemek hazırlamak, halı yıkamak, çamaşır asmak, meyve/sebze kurutmak ve eşya depolamak için kullanıyor. Pek çok ev işi burada eş zamanlı olarak gerçekleşiyor.

Evler

Peter Krebs, “Zwei Raummodelle” (İki Mekânsal Model) adlı kitabında, planları soyutlayarak ele alır ve mekânsal nitelikleri bu şekilde ifade etmeye çalışır. Kitabın giriş bölümünde, inşa etme eyleminin temelde doğanın sonsuz genişliğinden tanımlı bir alanı ayırmak anlamına geldiğini belirtir. Bu kapalı alan, sadece barınma ve mahremiyet sağlamakla kalmaz, aynı zamanda sınırsızlığa karşı bir sınır oluşturur. Bu sınırlayıcı unsurlar, sınırın içindeki ve dışındaki tüm hareketler için mekânsal bir referans sunarak hareketi organize eder ve yönetilebilir bir çerçeve yaratır.

Selçuk Evi’nin ön avlusu, bu özel mekân ve sınırlandırma konsepti göz önünde bulundurularak değerlendirilebilir. Paylaşılan bahçeden içeri girip, evlerden birinin avlusuna adım attığınızda, kendinizi dış dünyadan kapalı ve ayrılmış, ama yine de gökyüzünü paylaşırken bulursunuz. Bu mekân, binaya geçiş yapmanız için sizi hazırlar. Üç metre yüksekliğinde üç duvarla çevrili, dördüncü kenarında ise evin cephesi ile tamamlanan avlu, mikro-iklimi düzenlemeye yardımcı olan bir havuzun da bulunduğu geniş bir eşik alanı olarak hizmet eder. Çeşitli aktiviteleri barındıracak şekilde tasarlanan alan; bir giriş, teras ve mutfak ya da oturma odasının bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Bu ön avluda hiçbir öğe, işlevinin ötesinde bir anlam taşımaz. Burada bir duvar yalnızca bir duvar, bir merdiven yalnızca bir merdiven, bir kapı ise yalnızca bir kapıdır. İçeriğin bu direktliğine rağmen, etraftaki fiziksel çevrede gözlemlenebildiği gibi, bazı öğeler basitçe bir araya getirildiğinde, temelinde kendiliğindenlik olan bir yaşam alanı sunmaya başlar.

Basit şekiller ve dokular, Güney güneşi ile oluşan keskin gölgeleri vurgular. Gölge oluşturma kaygısı, tasarım sürecinde binanın hem biçimini hem de görünümünü şekillendirmede kritik bir rol oynamıştır. Binaların tüm pencere açıklıkları, bu avlu veya bir balkon gibi yarı açık bir alanın arkasında konumlanır. Güney cephesindeki açıklıksız duvar ise yerel iklim için alınan önlemlerden biridir.

Binaya adım attığınızda, yüzeyler sizi yavaşça içine alır. İçeride bir tarafta sabit bir tezgah, diğer tarafta ise daha alçak bir dolap yer alır. Bu alan, mutfak işleviyle öne çıkar; oturma alanı, yemek pişirme ve buna eşlik eden tüm ihtiyaçlar – depolama, yemek paylaşma, ağırlama gibi – etrafında şekillenir. Bu yaklaşım, bölgenin zengin gastronomik kültürü ve mimarların kişisel ilgileriyle de uyum sağlar.

Eğimli bir arsa üzerine inşa edilen evin giriş katı, üç katlı yapının üst katı olarak hizmet verir ve alt katlara merkezi bir dairesel merdivenle bağlanır. Başlangıçta metal olarak tasarlanan bu merdiven, yerel ustaların uzmanlığı ve projenin tasarım hedefleri yeniden değerlendirilerek beton-metal karışık bir şekilde inşa edilmiş. Bu detay önemli çünkü, projenin bir amacı da yerel malzemeler ve geleneksel inşaat tekniklerine öncelik vermek, yerel ekonomiye katkıda bulunmak ve bu bölgedeki zanaatkârlarla iş birliği yapmak. Terrazzo zeminlerden havuza, metal korkuluklardan ahşap dolaplara kadar evin her detayında el işçiliği mevcut.

Merdivenin arkasında bir balkon ve cam sürgü kapılar aracılığıyla kasabanın ve Ayasuluk Kalesi’nin manzarası çerçevelenir. Merdivenlerden aşağı inildiğinde, binanın orta katına ulaşılır. Burada iki yatak odası ve başka bir balkon yer alır.

En alt kat, bağımsız bir daire olarak tasarlanmıştır ve üst katlardan bağımsız bir şekilde kullanıma olanak sağlayarak farklı yaşam düzenlemeleri için esneklik sunar. Her katta yer alan ahşap dolap şeridi bu katta da bulunur ve lavabo, duş ve tuvalet gibi temel ihtiyaçları karşılar. Ön taraftaki yaşam alanı ise bahçeden de erişilebilen geniş bir balkona açılır. Bu bahçe, iki bina arasındaki çevredeki bitki örtüsü ve yaban hayatını davet edecek şekilde tasarlanmıştır.

Eğimli bir arazi üzerinde konumlanan bahçe, onlarca yıldır yakındaki zeytinliklerde kullanılan geleneksel yöntemlerden esinlenilerek arduvaz taşlarla teraslanmıştır. Bu teraslara zeytin ve nar ağacı dikilmiş ve üst katı alt bahçeye bağlayan bir merdiven yapılmış. Bunun ötesinde bir müdahale yapılmamış ve bahçenin etrafta kendiliğinden yer alan bitki örtüsünü içermesi düşünülmüş. Bahçe, yerel peyzaja bir davet niteliği taşıyor ve yabani otlardan sıklıkla burayı ziyaret eden tavus kuşu ailesine kadar pek çok yerel öğeyi barındırıyor. Evin kendisi gibi, bölgedeki unsurlarla gelişen güncel bir yaşam biçimi sunuyor. Burası, bir şeyleri dayatmak yerine, sadece davet ediyor.

Bahçesi gibi Selçuk Evi de bağlamına kök salabilecek ve bu bağlam içinde gelişebilecek bir yaşam biçimine davetiye çıkarıyor. Bu evler, Selçuk kasabasına, Zafer Mahallesi’ne, Dolmus’un mimarlık pratiğine ve yerel zanaatkârların uzmanlığına yapılan bir yatırım niteliğinde.

Etiketler

Bir yanıt yazın