Bu yazı İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Peyzaj Mimarlığı Yüksek Lisans Programı PEM 501E Proje I Tasarım Stüdyosu kapsamında ele alınan projeden üretilmiştir.
Stüdyo, peyzaj mimarlığına yönelik yeni bir kavram olarak ele alınan Peyzaj Tektoniği fikrini İstanbul Mikro-Kent Deltaları üzerinden deşifre etmeyi amaçlayan, araştırma tabanlı bir tasarım sürecini tanımlamıştır (Erdem Kaya ve Özgür, 2021). Bu bağlamda yazıya konu olan proje İstanbul’un önemli bir kent deltası olarak Beykoz ilçesinde bulunan Çiftehavuzlar deresinin Boğaza açılım noktası için üretilen peyzaj tasarımını tasarım araştırması ve süreç üzerinden tartışmaya açar.
Peyzaj mimarlığı alanında “insan” arazi üzerinde yaratıcı veya arazide değişim ya da yenilenmeyi başlatan teşvik edici kuvvet olur. Tasarıma öncülük eden insanlar olarak biliş, sezgi ve peyzaj tasarımı arasında bir ilişki vardır. Bryan Lawson’ın belirttiği gibi, tasarımcılar, durumların nasıl olabileceğine karar vermek için bilgiyi kullandıkları için, bu durumların nasıl düzgün çalışabileceği sonucuna varan bilgiye güvenirler (Lawson, 2012). Bu nedenle bilgi çeşitliliği, peyzaj tasarımı uygulamasına farklı kavramlar ve yaklaşımlar getirir. Günümüzde yaklaşımlar geleneksel yöntemlerden, daha karmaşık ve arkitektonik yöntemlere doğru değişip gelişmektedir. Crewe ve Forsyth’a göre, on dokuzuncu yüzyılın sonu, yirminci yüzyılın başlarında, peyzaj mimarlığının karakteri değişti ve genişledi. Bu değişimin bir parçası olan insan, farklı tasarım yaklaşımlarında hem etkileyen hem de etkilenendir.
Tasarım, bireylerin bilişselliği ve yer arasındaki ilişkinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu nedenle, her bileşen tek olduğu için bir arada olma durumu çeşitli işbirlikleri getirir. Bu işbirliği, tasarım bağlamında farklı bilgi ve karmaşıklıklar gerektirir. Karmaşık problemleri çözmek için araştırmaya dayalı tasarımlar ön plana çıkar. Tasarımla ilgili araştırmalar, arkitektonik tasarımı peyzaj alanına getiren, tasarım problemleri kapsamında çeşitli bölümlere ve sektörlere yönelik amaç odaklı disiplinler arası yaklaşımları bir araya getirir (Nijhuis & Bobbink, 2012). Görüldüğü gibi peyzaj tektoniği, araştırma tabanlı ve farklı disiplinlerin katılımıyla çeşitli bileşenlere sahip olan kent peyzajını okumada alternatif bir bakış açısı sunar.
Ian Mcharg 1969 yılında Design with Nature (Doğa ile Tasarım) adlı kitabında çeşitli bileşenleri analiz aracı olarak görür. Bu bağlamda biyotik, abiyotik ve insan karakteristikleri ile çalışır. Şehir formu hakkında tartışırken, doğa bilimcilerinin bilimdeki açıklamalarıyla uyumluluk konusunu açıklar ve destekler: enzimler ve substratlar birbirine bağlanır ve mükemmel verimlilik bu bağlılığa dayanır. Bu bağlamda McHarg’a göre değişim basit bir çoğalma mekanizması ile değil, ritmik bir şekilde olmalıdır. Peyzaj tektoniğindeki çoğulculuk ile örtüşen bu durum aynı zamanda günümüzdeki basit stereotip çoğalan formlara da eleştiri niteliğindedir.
İstanbul’un metropoliten bir kent olarak değişen ve dönüşen durumlara maruz kalır. Özellikle yukarıda belirtilen “basit çoğalma” nın arttığı İstanbul’da, 1950’lerden beri alt yapısal ve üst yapısal müdahalelerin çoğu geri döndürülemez ve yıkıcı olmuştur. Peyzaj tektoniği bağlamında günden güne yapılan açık alan tasarımı çalışmaları incelendiğinde, zeminin, fiziksel ve işlevsel koordinasyon ilişkilerinin zayıfladığı görülmektedir. Vroom fiziksel, işlevsel ve estetik koordinasyonu, istenen ekolojik, kültürel ve sosyal sonuçları sağlayan peyzaj tektoniğinin bileşenleri olarak kabul etmiştir (Vroom, 2006).
Bu bağlamda, Kartal Master Plan, Şişhane Parkı, Maltepe Dolgu Rekreasyon Alanı ve Taksim Meydanı projeleri incelenmiştir. Zaha Hadid Mimarlar tarafından tasarlanan Kartal Master Plan, yapı adalarıyla yeniden bir topografya yaratma eylemidir. Kademeli ve içi boş yapılar, insanların farklı mekânsal deneyimler yaşamalarına izin verirken, sosyal iletişimi artırmak için toplanma alanları için fırsat sağlar. Şişhane parkı ise bir yeraltı otoparkının üst kısmının tasarımıyla yeşil çatı konseptine sokak düzleminde çağdaş bir yaklaşım getirir. Çevresini davet eden formlar ve neredeyse fark edilmeyen tek katlı bir yapı da bu tasarıma entegre edilmiştir. Bir diğer tasarım örneği; Maltepe Dolgu Rekreasyon Alanı projesi ise çevresi ile ilişkisi zayıf ve mevcut değerlere cevap vermeyen niteliktedir. Deniz yüzeyinde boş bir düzlem daha kurgulamak insanları denizden uzak tutar ve estetik, fiziksel veya işlevsel bir amaç sunmaz. Benzer bir yaklaşım Taksim meydanında da tekrarlanmıştır, yalnızca büyük saksılardaki ağaçlar olarak kabul edilen yeşil yamalar ve yükseltilmiş kareler çevreyle ilişkilendirilemiştir. Mevcut peyzaj tektonik bileşenleri göz önünde bulundurulmamış, bu nedenle mekânsal tasarıma yansıtılan ögeler yer ile ilişkisiz, kopuk hale gelmiştir.
Peyzaj Mimarlığı Master Programında stüdyo projesi kapsamında üretilen projeye yani “Somut-Soyut Katmanlar” a baktığımızda, müdahale ve bozulmalar peyzaj tektoniği bağlamında incelenir ve tespit edilen bozulmaları Beykoz ilçesi özelinde sorgular. Bu bağlamda, proje İstanbul’un tektoniğini oluşturan somut ve soyut katmanlara odaklanır. Somut olanları yeraltı, su, arazi kullanımı, soyut olanlar da tarih, kültür ve yerelliktir. Özellikle 1950’lerden bu yana, kent imajının değişmesi öncelikle somut katmanlara yansır. Monotipik ve yerden bağımsız yapı stokları doğal ortamları etkiler. Nehir yataklarının tahrip edilmesi ile yeşil alanlar azalır ve artan yapı stokları da soyut katmanları olumsuz etkiler. Bu katman korelasyonu dikkate alınmadan üretilen tasarımlar işlevsel, sosyal ve estetik açıdan bağlamsız, zayıf hale gelir. Beykoz tarihinde farklı medeniyetlerin yaşadığı çeşitli dönemler vardır; Trakyalılar, Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti. Bu sebeple kent imajı geçmişten günümüze sürekli değişir. Özellikle 1940’lardan itibaren endüstriyel kimlik doğal özelliklere yoğun bir şekilde müdahale eder. Nehir yataklarındaki yıkım ve değişim, geçirgen alanların (yeşil alanlar) azalması ve artan, kontrolsüz inşa edilmiş alanlar ile Beykoz imajı olumsuz yönde dönüşür.
İstanbul konum olarak Karadeniz ile Marmara Denizi arasındadır. Deniz akıntısı Boğaz’da sadece bir yönden değildir. Karşı akım vardır: üst tabaka Karadeniz’den Marmara’ya, alt tabaka akımı Marmara’dan Karadeniz’e doğru akış halindedir (Sözer ve Özsoy, 2017). Bu dinamikler deniz ekosistemi ve ulaşımı, yüzme, balıkçılık ve tekne gezisi gibi rekreasyon amaçlı insan kullanımı için önemlidir. Bu şekilde doğal dinamikler insan kullanımının bir parçası haline gelir.
Temel olarak delta formasyonları üç başlık altında incelenir: dalga dominant, gelgit dominant ve nehir dominant. İstanbul benzer delta tiplerine sahiptir, ancak kentsel yayılım ve bilinçsiz inşaat alanları nedeniyle nehirlerin çoğu kurutulmuş veya insan yapımı kanallara alınmış, akarsular deniz ile buluşamaz hale getirilmiştir. Doğal delta dinamikleri; kıyı akımı, ana akım, dalga ve yeraltı hareketi gibi farklı kuvvetlerden oluşur. Kritik nokta, farklı ekosistemlerin bulunduğu deniz ve nehrin buluşma noktasıdır. Arazi kullanımı ile en kritik noktalar zarar görür, dinamik yapısı stabil hale getirilir ve ekosistemler için uygun koşullar sağlamaz. Sıkıştırılmış kuvvetlere maruz kalan alanlarda sel gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır.
Çiftehavuzlar nehri ve çevresine daha yakından bakıldığında, topografyanın nehir yatakları üzerinde önemli bir etkisi olan ana etmen olduğunu görürüz. Nehirler kentin damarları gibi davranırlar ve genişlikleri arteriyel ya da kılcal olduklarını gösterir. Küçük noktalara (kılcal olanlar) yapılan müdahalelerin tüm sistem üzerinde önemli bir etkisi vardır.
Proje alanı eğimli bir morfolojiye sahiptir. Vadilerde kurulan yerleşimler arasındaki nehir havzaları doğal formdan tamamen farklıdır. Günümüzde arazi kullanımı çoğunlukla yerleşim alanları ve yeşil alanlardan oluşmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde su yolları hiç fark edilmeyecek konuma gelmiştir. Özellikle Gümüşsuyu deresi 1920’lerden beri kapalıdır. Çiftehavuzlar’ın (eski adıyla Ayvalıdere) da bir kısmı açıktır fakat beton kanal kesiti içerisinde, kenarları korkuluklarla çevrilidir. Derenin denizle buluşma noktasında üstü kapatılmış ve yol geçirilmiştir. Proje için değerli görülen alanlar özellikle kıyıda olmakla birlikte ticari alanlar, eğitim alanları ve endüstriyel alan olarak ayrılmıştır. Bu işlevler alandaki yamalar(patch) olarak ele alınmıştır. Var olan ve eski dere izleri lineer bağlayıcılar olarak koridor görevini görür ve daha melez bir kent için peyzaj ekolojisi bağlamında mekânsal bir yaklaşım sunan yama-koridor-matrix (patch-corridor-matrix) modeli kapsamında şehir yeni katmanıyla beraber tekrar ele alınır.
Dereden iç kesimlere doğru dereyi enine kesen kesitler üzerinden bir okuma yapılmıştır. Genel olarak alan kullanımı konut bölgesi, endüstriyel kullanım, ticari, spor alanları ve ormanlık alanları kapsamaktadır. 2,5 km boyunca alınan kesitlerde farklı tipolojiler ile karşılaşılmıştır. Bunlardan 7 tanesi kapalı 3 tanesi açık kesittir. Bunların da iki tanesi hariç diğerleri beton kanala alınmış durumdadır. Kapatılan derenin üstü genel olarak yol olarak veya sokak dokusu olarak karşımıza çıkar. Bazı yerlerde meydanlaşan büyük alanlara da dönüşür. Sokak dokusunun içinde kalan derenin çevresi yayalaştırılmıştır. Beton duvarlar ve korkuluklarla kullanıma açık değildir. Yoğun konut dokusunun içinde kalma durumu ıslah çalışmalarından önce taşma gibi problemler yaptığı için kademeli bir şekil almış ve topografyayı bu şekilde biçimlendirmiştir. Denizle buluşma noktasında üstünde bir park [Sultaniye Parkı] oluşturulmuş fakat parkın sınırları duvar ile çevrili olduğu için erişilebilme probleminden dolayı kıyıda atıl mekanlar meydana gelmiştir. Genel olarak dere ile ilişkisi olmayan bir sokak yapısı ve çevresel kodlar mevcuttur.
1935 yılında sahile yakın alanın çoğunu kapsayan Şişecam fabrikası, 2002 yılında faaliyetlerini durdurmuş ve atıl kalmaya başlamıştır. Beykoz tarihinde oraya özgü Çeşmibülbül gibi eşsiz bir cam işçiliği vardır. Endüstriyel anlamda Beykoz’a karakterini veren bu fabrika ve camın kendisi projede sorgulanan ilk elementlerden biridir.
Camın fiziksel özelliklerine bakıldığında; şeffaf, geçirgen, kırılgan ve fiziksel yapısı, mikroskop altında akışkandır. Cam üretiminde kum, kireç ve soda 1500-1600 ° C’de eritilir ve kalıplama veya üfleme yoluyla şekillendirilir (TÜBİTAK, n.d). Yüksek sıcaklığa maruz kalan camın kalıp deformasyonu ve fiziksel yapısı, projenin tasarımına ilham veren nokta olmuştur. Tıpkı cam gibi, şehir de geçmişten günümüze farklı güçlere veya durumlara maruz kalır ve şekil değiştirir. Öncelikle bu maruz kalma durumları şehirde nerelerde ve nasıl ortaya çıkıyor bunlar saptanmıştır. Aynı zamanda camın amorf, akışkan moleküler yapısı tasarım kavramlarıyla deformasyona uğrayan fiziksel bir referans haline geldi.
Daha sonra, şehirde maruz kalmalar sonucu neler ortaya çıktı ve hangi konseptler altında bir çıktıya dönüştüğü ortaya koyuldu. Birtakım müdahalelere maruz kalmış belirli alanlar; kıyı, kara ve iç kısımlar olarak incelendi. Müdahalelerin kaynakları doğal müdahaleler ve insan kaynaklı (antropojenik) olarak ikiye ayrılmıştır. Doğal müdahaleler; kıyılarda kıyı akımı, derede akıntı ve iç kısımlarda iklim değişikliği olarak ele alındı. İnsan yapımı müdahaleler; kıyıya dolgu, kentte inşaat ve nehirler için beton kanallar olarak belirlendi. Bu müdahalelerin fiziksel sonuçları önerilen somut katman için girdi haline geldi. Bu kavramlar her ne kadar somut olsalar da bulunduğu bağlam metaforik soyut referanslara dayanır, endüstriyel kimlik, tarihi doku gibi. Müdahalelere maruz kalma sonucu; sıkma, parçalanma veya erozyon gibi fiziksel sonuçlar tasarım sürecine yeni katmanlar yaratmada ilham verir.
Camın amorf yapısı bir miktar bozulmaya uğrar ve şehre entegre olur. Örneğin, tespit edilen bazı kentsel boşluklarda, daha yumuşak hatlarla oyun alanlarına dönüşen bu form, endüstriyel kalıntıların olduğu alanda katılaşır, daha sert formlu, estetik açıdan farklı mekansal deneyimlere davet eden bir pavyona dönüşür.
Amorf yapıda bulunan nodlar (düğümler) kıyıya uzanan çıkıntılar olarak tasarıma yansır ve temas noktalarında alüvyon birikimi sağlar ve yeni habitat oluşumları için uygun koşullar yaratır. Araştırmalara göre, akış şemaları incelenir ve güvertelerin yönü, alüvyon yataklarının birikebileceği ve akışın bu alanları yıkamasına neden olmayacak şekilde tasarlanır. Ayrıca, nodların (düğümlerin) iç kısımlara uzatılması, rekreasyon ve balıkçılık güverteleri için zemin olarak işlevsel mekânsal senaryolara sahiptir.
Bir sistem olarak amorf yapı hücresi, kullanım yoğunluğuna göre çoğalır. Farklı alanlara göre çeşitli davranışlar sergiler. Örneğin, mevcutta daha az kullanım yoğunluğu olan alanlarda çoğalan bir tutum izler. Çevresi yoğun bir şekilde kullanıldığında, çevresi daha geniş olduğunda, amorf yapılar bir araya gelir ve işlevleri, kullanımları ve insanları ‘merkezileştirir’ (centralized). Bu sayede yeni kamusal alanlar oluşmasına imkân sağlar. Mevcut beton kanalın doğal dere kesitine dönüştürülmesiyle doğal debisine kavuşturulması öngörülmüştür, aksi takdirde derenin topografyayla beraber denize alüvyon getirme ihtimali yoktur. Böylece dere alüvyon toplayarak şehirdeki biyo-çeşitliliği arttırır ve sahilde habitat alanları oluşturur.
Kıyıdaki mekânsal kararlar çerçevesinde, beton dolgulu alan deniz ve dere ile daha entegre hale gelir. Aynı zamanda fabrika kalıntıları endüstriyel miras olarak kabul edilip kolektif hafızayı canlı tutmak adına Şişecam müzesine ve cam işçiliği için pratik alanlarına dönüştürülür.
Tasarım ilhamı camın fiziksel amorf yapısıyla başlar. Amorf yapı molekülleri kristalize olanlar gibi sıralanmadığından, bağlanma ve şekil bakımından daha serbesttir. Moleküler şeklin çizgileri ve nod (düğüm) olan birleşim noktaları vardır. Bazı bozulmalarla fiziksel şekiller mekânsal öğeye dönüşür.
Eklem (birleşme-nod-düğüm) noktaları daha yumuşak hale geldiğinde oyun alanları olarak daha esnek kullanımlar sağlar. Gözenekli bir yapıya sahip olduğu için yüzey daha geçirgen hale gelir – mekânsal ölçekte ışık ve hava geçebilir. Ayrıca pavyon veya gölgelik olarak daha stabil hale de gelebilir. Amorf şekil farklı eksenlerde çoğalır: X, Y ve Z. X ve Y eksenlerinde hareket edebildiği gibi, + Z eksenlerine veya tersine –Z eksenlerine de hareket edebilir. Bu hareketler farklı maket malzemeleri ile deneysel bir süreçte ele alınıp, kabuk ve pavyon önerileri için alternatifler oluşturulmuştur.
Önerilen sahil, habitatların oluşturulması ve alüvyonların toplanmasıyla kentteki biyolojik çeşitliliği arttırdığı için, mevcut beton kanalının doğal dere kesitine dönüştürülmesi gereklidir. Mevcut kesit, su akışının kontrol altında tutulduğu beton bir kanaldır ve bu durumda su, alüvyonları iç kısımdan (şehirden) sahil tarafına taşıyamaz. Bu nedenle alüvyonun taşınmasını sağlayan doğal kesit çizgisine dönüştürülmelidir. Aşağıdaki şekilde gösterilen önerilen gölgelik, arazi ile geometrik entegrasyonu göstermektedir. Oluşturulan yüzey beraberinde bulunduğu ‘yer’i de dönüştürür. İlkinde zemin gölgelik olarak hareket eder ve dikdörtgen beton kanal kesitinden daha doğal bir kesite dönüşür. İkincisinde ise dere kesitinin benzer bir tutum sergilediği gözlemlenebilir. Bu sayede dere genişler ve su, kıyıdaki amorf yapı nodlara (düğümlerine) alüvyonlar getirebilir.
Projenin odaklandığı alan Sultaniye Parkı ve Şişecam fabrikasını içine alan kıyı bölgesidir. Sahil atıl bırakıldığından ve sadece bazı balıkçılar tarafından kullanıldığından, ilk müdahale bu alanı kamusal kullanım için potansiyel olarak görmek ve atıl durumundan kurtarmaktır. Bu nedenle, bütünlüğü sağlamak için sahil şehre yüz verdiği iç uzantısıyla ele alınır ve caddenin bir kısmı yayalaştırılır (alternatif yol önceki şemada gösterilmiştir). İncelenen çeşitli kesitlerin bir sonucu olarak, tespit edilen dere ağzı bu bölgenin ortasında bir su kütlesi olarak ortaya çıkar. Derenin değişen kesitlerinde doğal materyaller, alüvyonlar, sahile getirebilir ve kıyıdaki tasarlanmış nodlar (düğümler) yeni sulak alanlar ve habitatlar oluşturmak için bu organik materyalleri tutar. Bu şekilde Beykoz’un şehirdeki biyolojik çeşitliliği artıran bir kıyısı oluşur. Artık cam üretimi olarak kullanılmayan Şişecam fabrikası araştırma merkezine, Şişecam müzesi ile birlikte verimli ve kültürel kullanıma dönüşmüştür.
1935 yılından itibaren Şişecam Cam Fabrikası, Beykoz’un karakterinde önemli bir role sahiptir. Fabrika sadece sanayi anlamında değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal anlamda da Beykoz için değer taşır. Fabrika fiziksel anlamda çevresini de etkiler. Bugün hala kamusal alanların kaldırım kenarı taşlarında oyma biçiminde fabrikanın logosu görülür. Ancak 2002 yılından itibaren, üretimin durdurulup fabrikanın kapanmasıyla bu yer atıllaşır ve Beykoz’un bu alandaki kolektif belleği görünmez hale gelir. Camın kendisi proje için ilham verici bir noktadayken, fabrika kalıntıları Beykoz’un unutulmaya yüz tutmuş hafızasını yeniden kamusal ölçekte canlandırmayı amaçlar. Bölgedeki endüstriyel bütünlüğün anlaşılabilmesi için fabrika kalıntıları endüstriyel kimliğin çeşitli bileşenleri olarak ele alınır. Bölgedeki kalıntılar; karakteristik kırma çatılı veya çatısız (düz olanlar) olan bazı yıkık ya da sağlam binalardır. Cephesi olmayan yalnızca duvarları kalmış binalar da ayakta serbest kalmış heykelsi elemanlar olarak ele alınır.
Tasarım girdisi olarak, bu mimari elemanlar bazı değişikliklerle korunur. Bazı binaların çatıları yırtılıp açılır ve sadece çelik konstrüksiyon halinde bırakılır. Serbest duran duvarlar da belirli parçalara ayrılırve tasarlanan amorf kabuk bu duvarlara girip hareket ederken, bazı terkedilmiş binaların içinden geçebilir boşluklar yaratılır. Ayrıca, tasarlanan kabuk kalan fabrika bacalarından birine katlanır ve bölgedeki dinamik duyguyu heykelsi duruşuyla arttırmış olur. Tarihi sanayi bölgesi mevcut değerleriyle korunmuş, bölgede hareket eden dinamik bir kabuk ile yerin kimliğini yeniden tariflemiştir; eski ve yeni, estetik ve yenilik, insanlar ve yapılar için bir buluşma noktası sağlar. Tüm bunları ekolojik bir yama (patch) üzerinden kurgulayan proje önerisi, bölgenin biyolojik çeşitliliğinin arttırılmasında önemli bir rol oynar.