Meslek yaşamı boyunca 50'nin üzerinde yarışmaya katılan ve pek çoğundan ödül ile dönüp 12 adet binasını yarışma projesi ile uygulayan mimar Erdoğan Elmas ile yarışmalar kapsamında bir söyleşi yaptık.
Yarışmalar, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne, özellikle açıklanabilir ve tartışılabilir niteliği ile kamusal proje elde etmenin en önemli yollarından biri olarak karşımıza çıkmaya devam ediyor. Ankara Mimarlar Odası’nın yarışmalar dizinine göre 1930’da ilan edilen ilk yarışmadan beri geçen 86 yılda yarışma ortamının koşulları ve gündemi değişmeye devam etse bile tartışma konusu olduğu gerçeği değişmiyor. Günümüz tartışmaları güncel yarışmalar üzerinden devam ederken karşılaştırmalı bir bakış açısıyla değerlendirebilmek adına geçmişe de dönüp bakmak gerekiyor. Meslek yaşamı boyunca 50’nin üzerinde yarışmaya katılan ve pek çoğundan ödül ile dönüp 12 adet binasını yarışma projesi ile uygulayan mimar Erdoğan Elmas ile yarışma açan idareler, jüri yapılanmaları, katılımcı niteliği gibi yarışmalar kapsamında pek çok konu üzerine konuştuk.
Yarışmalara ne zaman katılmaya başladınız?
1960’lı yıllarda başladım, yani mezun olmadan önce de yarışmaya girmeye başlamıştım. “Mimarlık Anıları: 1962-2012” adlı kitabım da tam olarak aradan geçen 50 yılı anlatıyor. Bu kitabı hem anımsamak hem de o devri bilmeyen gençlere bir kaynak olabilsin diye yazdım. Kitapta da geçiyor, sınıf arkadaşlarımla katıldığım ilk yarışma Zonguldak S.S.K. Hastanesi’ydi. Derece alamadık ama talebeyken girdiğimiz ilk yarışmaydı. Neşet ve Şaziment Arolat kazanmıştı.
TRT Sitesi Ankara, Erdoğan Elmas Arşivinden
Yarışma ekibiniz hep aynı mıydı, zaman içerisinde nasıl farklılıklar gösterdi?
Farklılıklar gösterdi elbette. İlk olarak Necati Şen ve Yüksel Umuter ile katıldık. Sonra Sevinç Elmas ve Beate-Yalçın Oğuz. Daha sonra Sevinç Elmas ve Zafer Gülçur ile Fatih Anıtı yarışmasını kazanmıştık. Sonra Ertur Yener ve Zafer Gülçur ile 1965’ten 2005’e kadar 40 sene boyunca devam ettik. Arada Güven-Çelen Birkan, Ekrem Gürenli , Cihat Fındıkoğlu ve Çağla Akyürek Elmas -Can Elmas ile birlikte 1997’de Gelibolu Yarımadası Barış Parkı Uluslararası Fikir ve Tasarım Yarışması’na girdik. Mansiyon ödülü almıştık. Daha sonra Pınar Ünal ile Kayseri ve Dubai’de yarışmalara girdik. Son olarak da 2013 yılında Borusan Neşe Fabrikası Mimari Proje Yarışması’na katıldım. Borusan’dan sonra yarışmaları bıraktım.
Borusan Yarışması’nda neler oldu?
Mimarlar Odası’nın yarışmalar kılavuzu vardır. Bu yarışmalar kılavuzunda ne yazar biliyor musun? “Şartnamelerde; Projenin sunuş biçimi saptanırken bunun yarışmacılara zaman ve maliyet açısından getireceği yükün göz önünde tutulması gerekir. Yarışmaların amacına ulaşabilmesi, en yaygın katılımın sağlanması ve mesleğin gelişebilmesi için, jüri yarışma konusunun özelliğine göre en az zaman alacak, en ekonomik, en yalın sunuş tekniğini saptayarak şartnamede belirtecektir. Maket ve benzeri pahalı sunuş ögeleri istenmesinden kaçınılabilir”. Son derece uygar bir madde olmasına rağmen jüri üyeleri bu maddeyi okumadan işe başlar. Bunu hatırlattığın zaman da hiç etkilenmez. Şimdi Borusan’da da o oldu. Ben soru-cevaplarda dedim ki: ”Çok katılım olacak, onun için lütfen 1/100 ölçektme plan istemeyin.”. Çoğu zaman 1/200 ölçek hatta zaman zaman da 1/500 ölçek istenir. Jüri kabul etmedi bu öneriyi ve sonuç olarak da 1/100 plan teslim etmeyen ekip birincilik ödülünü aldı. Eskiden olsa anında diskalifiye olurdu. Çünkü ben 1/100 planı çizmek için günlerce uğraştım, emek verdim. Can (Elmas), bu konuda Yapı’da çok detaylı bir eleştiri yazısı yazdı, şartnameye aykırı teslimlerin tespitini yaparak. Örneğin ikinci proje de verilen imar sınırını aşıyordu. Bu eleştiri yazısına da jüriden tek bir geri dönüş olmadı.
Borusan Neşe Fabrikası Mimari Proje Yarışması maketi, Erdoğan Elmas
Kolokyuma gitmiş miydiniz?
Kolokyuma gitmeye gerek görmedim. Böyle bir tutumun içinde gidip ne yapacaksın? Mesele yalnızca Borusan Yarışması da değil. 50-60 yarışmaya girmişiz. Benim işim bu, en sevdiğim şey. Ben şimdi yarışmalara bakmıyorsam bu işte bir aksaklık var demektir.
Evet geçmiş zaman yarışma pratiğine dair bilgilerin bugüne aktarılması bu sebeple önemli. Bugün yarışmalara giren kişilerin karşılaştırma yapabilmesine olanak veriyor.
Dergiler var karşılaştırma yapabilmeniz için. Arşiv çok önemli. Yarışmaya jüri olacaksan ilk başta yarışmalar kılavuzunu okuyacaksın. Ona göre katılacaksın. Birçok yarışmada çöp sepetine kadar isterler ancak sonrasında bakmazlar. Bakamayacaksan neden istiyorsun? Deneyimli adam bunu önemsemez ama yeni giren gençleri bu durum ürkütür. Neden ürkütüyorsun ki, onların yolunu aç! Kolaylık ve hoşgörü göstermek gerekiyor.
Yarışmaların farkına nasıl vardınız?
Aslında çevremde ya da ailemde hiç mimar yoktu. Ben lise son sınıftayken Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde cumartesi günleri konser olurdu ve biz kaçırmazdık. Bir gün konser çıkışında bir yarışma projesi sergisinin olduğunu gördük: EXPO ’58 Brüksel Uluslararası Sergisi Türk Pavyonu. Sergiyi gezdikten sonra dedim ki: “Benim yapacağım iş bu!”.
EXPO ’58 Brüksel Uluslararası Sergisi Türk Pavyonu Yarışması, Muhlis Türkmen, Utarit İzgi, Hamdi Şensoy ve İlhan Türegün
Bir yarışmaya katılma kararını almanızı sağlayan koşullar nelerdi?
Jüriye bakardık ve bazen birbirini tutan gruplar olduğunu hissettiğimizde katılmazdık. Raportörlere, akşamları jürinin eleştirilerine karşı kendi projesini düzelttirenler oluyordu. Örneğin Maçka Oteli Yarışması’nda yaşandı bunlar. Jüriler çoğunlukla saygı duyulan isimlerden oluşmakla beraber zaman zaman çizginin dışına çıkan seçimler de olurdu. Bu tabii her zaman olabilecek bir durum.
Bunun yanında şartname de önemli. İlk uluslararası yarışma deneyimimiz Madrid’de olmuştu. Şartnameyi aldığımız zaman hayretler içerisinde kalmıştım. Bir kitap gibi mükemmel hazırlanmıştı. İller Bankası ve Gelibolu yarışmalarının da şartnameleri çok iyiydi. Hala kütüphanemde saklıyorum. Gelibolu Yarımadası Barış Parkı Uluslararası Fikir ve Tasarım Yarışması’nın şartnamesi ODTÜ’de profesör ve benim de çok yakın arkadaşım olan Raci Bademli yönetiminde hazırlanmıştı. Üç kitaplık bir şartname. İşte o yarışmaya girersin!
Madrid İslam Kültür Merkezi Yarışması kitabı
Yarışmalara katılımın yanında jüri üyeliği de yaptınız. Sizin zamanınızda değerlendirme süreci nasıldı?
Bakanlıklar ve Mimarlar Odası’nın etkin olduğu dönemde hem şartname hem de jüri için kurallar vardı. Bugün ise kuralsızlık hâkim. Önceden yarışmaları Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve Mimarlar Odası ortak çıkartırdı. Orada jüri listelerinde tartışmalar olurdu ve bu sebeple bir jüri anketi yapılırdı mimarlar arasında. Mimarlar Odası mimarlara anket formu gönderirdi. Anket sonucunda en çok oy alan ilk isimlerin jürilik yapmasına karar verilirdi.
Değerlendirme bugünkü kadar kısa sürmüyordu. Bu kadar çok katılım da olmuyordu. Şimdi çok sayıda mimar var. 40-50 tane katılım olurdu. En yüksek katılım bizim ikinci olduğumuz Expo Sevilla yarışmasında olmuştu.119 yarışmacı katılmıştı. 119 katılım rekordu o zaman. O jürinin seçiminin kolokyumda da tartışması olmuştu. Şevki Vanlı ve Maruf Önal’ında olduğu seçkin bir jüriydi. Jürinin iki günde karar verdiğini hiç sanmıyorum. En azından bir hafta çalışmıştır.
Raportörlük hizmetleri de önem kazanıyor tabii değerlendirme sürecinde.
Çok önemli tabii ki. Ben sana bir örnek vereyim de gül: Adana-Karataş planlama yarışmasında ben jürideydim. Cihat Fındıkoğlu ve Ersin Arıoğlu da vardı. Yarışma sergi alanına gittiğimizde asma şemalarının yanlış düzenlendiğini gördük. Düşey paftaları yatay asmışlardı. Yani son derece eksik bir sergilemeydi. Raportörlüğün başka önemli görevleri de var. Örneğin yapılaşma sınırı meselesi. Bu çok basit bir şekilde kontrol edilebilir. Bir aydıngere arsanın sınırlarını çizersin, projenin üstüne koyup bakarsın. Taşıyorsa olmaz. O proje geçemez. Değerlendirmemek lazım. Bazı uyanıklar vardı bizim zamanımızda ölçeği değiştirerek çizerlerdi. Proje ufalır hem sığar hem sempatik görünür. Yani yapacaksan çare tükenmez.
Yarışmaları bakanlıklar ve Mimarlar Odası’nın açtığı dönemde deneyimlediniz. Bugün bu ortaklık neden yok?
Yarışmalar bir Cumhuriyet kurumu. 30’lu yıllardan bugüne adı geçen mimarların çoğunluğu bu durumu yarışmalara borçlu. Yarışmaların önemi ortada. Onun için bugünkü durum pek hoş değil. Bizim de suçumuz var. Mimarlar Odası eskiden etkendi. 60’larda insanlar hep bu işi yapan insanlardı. Mimar olan insanlardı. Diyelim ki; Nejat Ersin, Şevki Vanlı, Turgut Cansever. Hem odadalardı hem de ofisleri olan aktif çalışan insanlardı. Şimdi bunların döneminde bu iş ağırlıklıydı. Ama 68 olaylarından sonra politika Oda’ya müdahil olmaya başladı ve yarışma ortamını, proje yapan insanları elit bir grup gibi kabul etti. Dolayısıyla proje ofisleri ile yarışma ortamının arası açıldı. Tabi bundan kim faydalandı? Düzene karşı olanlar. Çünkü Bakanlıklar Mimarlar Odası’nı işe çok karışıyor diye kabul etmek istemiyordu. Devlet Bakanı’nın işi acele ve bir ayda yarışma yapmak istiyor. Biz ise üç ay vermesini istiyoruz. Onun için biz mimarların da suçu vardır bu işte. Bugün Mimarlar Odası’nın ilgisi nasıl bilmiyorum. Çünkü ben ilişkimi kestim.
Sizce kamu kurumlarını ihaleye yönlendiren koşullar nelerdir?
Şimdi bunda tersten başlayayım. Birincisi, adamlar bir an evvel yapmak istiyor, sen engelliyorsun. Bunda da katı olmaman lazım. Bazı konular üç ay değil beş ay gerektirir. Bazı konulara 3 ay bile fazladır 1 ayda bitebilir. Ancak bu esneklik gösterilmedi. Adamlar dolayısıyla yarışmadan kaçmaya başladılar. İkincisi, yarışma kültüründen yoksun kişilerin kamuda başa geçmesi. Kamuda olsun ofislerde olsun yarışmanın ne olduğunu bilen adamlar vardı. Yani kamuda çalışıyor diye o adam yarışmadan habersiz değildi. Hepsini ben saygıyla anıyorum. Oda’dakiler de öyleydi. Fakat sonra öyle adamlar geçti ki, hayatında yarışma görmemiş. Baksa bile anlamıyordu, şimdi bunlar yönetici oldu. Hatta bakan, başbakan oldu. Üçüncüsü de iş olanaklarını yandaşlara dağıtmak. Çünkü yarışmada yapamıyorsun, kimin çıkacağı belli değil, yarışmayı ekarte edersen, işi istediğin insana veriyorsun. Bugün olduğu gibi.
Geçmişte de kurumlar tanıdıklarına verebilirdi.
Vermiyorlardı. Öyle bir ahlak vardı. Örneğin bizim ilk aldığımız iş Devlet Yatırım Bankası idi. Orada bu işleri koordine eden ve beni çağıran kişinin çağırdığı mimarlar arasında tanıdık olmayan bir tek biz vardık. Ama işi bize verdi. Şimdi o insanlar yok. Biraz kötümser bakıyorum ama öyle yani. O zaman yok muydu? Vardı. Ama %1 mertebesinde. Bugün %90. Çok kötü.
Bu dönemde iş yapmak çok zor. Birisine gidip proje anlatmak, onay almak… Biz tartışırdık bakanlık yetkilileriyle. Zaten kavgacıyım da biraz. Ama hiçbir zaman yarışmalara beni çağırmamazlık yapmazlardı. Davetli yarışmalar da var biliyorsun. Bayındırlık Bakanlığı’nın davetli yarışmasıyla Dereköy Gümrük Binası Yarışması’nı kazandık. Yani tartışırdık, kavga ederdik ama küsmezdik. Uygarca ilişkiler vardı.
Bugün yarışmayla yapmak kenara dursun projelerin varlığından bile söz edilmiyor, kamu ile paylaşılmıyor.
Kamu projeleri özel işler değil ki; duyurulmalı! Köprü yaptı adam Haliç’e boynuzlu. Ben dünyada başka böyle bir belediye başkanı tanımıyorum. Eskiden yoktu. Mimar Vedat Dalokay benim çok yakın arkadaşımdı ve belediye başkanı oldu. Bir kere bile proje çizmedi. Hep bizi çağırdı bize danıştı. Yarışmacı ve proje yapmayı seven bir insan olduğu halde yapmadı. Yine aynı adamlar Kabataş’a martı yapıyorlar. Bugün maalesef kötü. Kötümser olmak da iyi değil ama iyi bir şey de göremiyorsun etrafta.
Önemli bir proje yapılacağı zaman, bırak gizliliği, proje sergilenir, halk karşı da çıkabilir. Bizim kültürümüzün getirdiği şeyler bunlar; gizlilik, kapalılık. Benim hayatta en sevmediğim şeydir. Onun için ben hep şeffaf davranmaya ve konuşmaya çalıştım.
Birincilik ödülü aldığınız yarışmalardan hangileri uygulandı? Katıldığınız dönemlerde yarışma projesinin uygulanması sürecin şüphe götürmez bir parçası mıydı?
Birinci olduğumuz 3-4 proje uygulanmamış ancak 12 tanesi uygulanmış. Demek ki %75 gibi fena olmayan bir oran var. Ama bugün durum nasıldır onu bilmiyorum. Uygulananlar şunlar:
Merkez Bankası İzmir Şube Binası, Erdoğan Elmas Arşivinden
Bugün yarışmalara bakıldığında genellikle genç ekiplerin katılımına rastlanıyor. Bu durum sizin yarışmalara katıldığınız dönemde de böyle miydi? O dönemdeki yarışmacı profilini nasıl tariflersiniz?
Böyle değildi. O dönemde herkes katılırdı. Eskiler de katılırdı, yeniler de. Daha sağlıklı bir ortamdı. Şimdi eski yarışmacılar pek girmiyor.
Yavuz Selim Sepin, Baran İdil giriyor.
Yavuz bizden sonraki dönem, çalışkan çocuk, gayretlidir. Ben onu çok severim. Bir onun girdiğini görüyorum. Baran da yarışmaları seven bir insan. Hasan Özbay ile birlikte giriyorlar. Benim de elemanım olsa ben de girerim. Can’la (Elmas) da denedim, iki-üç yarışma yaptık.
Ben 54 senedir bu işin içindeyim. Ben neden yarışmaya katılmayayım? Ben bu kadar yarışma yapmış biriyim ama Türkiye’deki koşullar olumsuz. Ortamı düzeltmek, adil hale getirmek lazım. Bakıyoruz aynı adam 6 kere jüride. Başka adam yok mu? Bizim zamanımızda 2 bin mimar vardı şimdi 40 bin mimar var. Niye aynı adam 6-7 kere jüride? Olmaz. Bu ahbap-çavuş ilişkisi. Gel sen jüri ol diyor, hemen gidiyorlar. Ben daha önce yaptım jürilik demiyor kimse. Para bile etkileyebilir insanları.7 kere jüri olsan iyi para kazanmış olursun. Ama biz hiçbir zaman onları düşünmedik. Yani bugün suçluyorum belki ama bizim dönemimizde kimse jüri parasını düşünmezdi. Onu bir onur olarak sayardı. Ama bugün öyle olduğunu hiç zannetmiyorum. Bayağı zor bir iş. Adamlar emek veriyor 1-2 ay sen onu değerlendireceksin. Hep karşı çıktım. Can’a da söyledim hatta, Balıkesir Yarışması’nda jüriydi. 95 proje 2-3 günde değerlendirilemez.
Yakın dönem yarışmalarını takip ediyor musunuz?
Hayır. Yasasının da olmasına karşın bugün telif haklarına saygı gösterilmiyor! Müellifi olduğumuz Emniyet Genel Müdürlüğü yapılarından birini yıkıp yerine yapmayı düşündükleri yeni bina için (uyarılarımıza rağmen) bize haber vermeden proje ihalesi açabiliyorlar.70’li yıllarda böyle bir şey söz konusu değildi.1960-1980 döneminde anlaşmazlıklar geç de olsa çözülüyordu. Emniyet ve Bayındırlık Bakanlığı Genel Müdürlüğü yarışmaları ile ilgili haklarımızı Maliye Bakanlığı’nda iki yıllık süreç sonunda kazanmıştık. Bugün olası mı? Konuşabilirdiniz, tartışabilirdiniz ve kavga da etseniz kimse size kin tutmazdı. Nefret yoktu, rüşvet yoktu.
Geçmişte yarışma jürilerinin seçiminde, yarışma sonuçlarında aksaklıklar olsa da bugün yaşadıklarımızla kıyaslanamaz! Deneyim, birikim ve başarı dikkate alınır, abuk sabuk isteklerle yarışmacı baştan soğutulmazdı. Proje ücretleri üzerinde kurallara uyulur, kurban pazarlığı olmazdı! Proje fiyatları Mimarlar Odası veya Bayındırlık Bakanlığı ücret tarifesi ile saptanırdı. Bugün metrekare üzerinden pafta sayısı veya adam/saat olarak ne ararsanız var. Artan mimar sayısının sonucu olarak alınan bedeller de hizmetin kalitesini düşürecek derecede az!
Mimarlardan satın alma departmanları teklif istiyor bugün. Mimarlıktan haberi olmayan insanlar sizin kalitenizi değil verdiğiniz fiyatı değerlendiriyor ve firmalara proje hizmeti satın alıyor. Mimarın patronluğu geçerli olup, diğer uzmanlar mimarın yönetiminde çalışırlardı. Son olarak, önemli fark bilgisayarın yaşamımıza girmesi. Bilgisayar olmadan proje kararları daha çok düşünülerek verilip iki boyutlu çizimde belirli bir kalite ile ortaya çıkmaktaydı. Bilgisayar öncelikle sonsuz bir ”alternatifleri görelim” kargaşası çıkardı. Hem de ”iki gün içinde”. Sonra bir ”3d max çiz de görelim” geldi. Projeyi çizmeden binaların iç mekân animasyonları yapılmaya başlandı. Bilgisayarda yapılan çizimler ekranda bakarken anlaşılırken basıldığında bilgi fazlalığı ve standartların olmaması nedeniyle çorbaya dönüyor bugün. Aydınger çizimler üzerinden mimari mühendislik koordinasyonu yapılırken bugün bilgisayarda süperpoze çizimi yapılıyor ama burada çakışmaları görecek göz kimde var? Ben, nostaljik olarak görülse de hala 5B kalemle eskiz yapıp, te ve gönye çizimi, falçata ile yaptığım maket yardımıyla tasarımı doğru buluyor ve özlüyorum.