“Mimarlık, Ofis Açma ve Yürütme İşlerinin Arasında En Kolay Şey”

Genç mimarlık ofisi Mahal ile yeni mezun mimarların sektördeki deneyimlerini konuştuk.

Yeni mezun dört kadın mimarın oluşturduğu genç ekip Mahal ile Moda’daki ofislerinde bir araya geldik. Hemen giriş katta, sokağa hakim bir pozisyonda yer alan ofislerinin görünümü herhangi bir esnaf dükkanından farklı değil çünkü Mahal ekibi, mimarlığın rezidans katlarında yapılan halini değil; kapısı açılıp rahatça girilebilecek bir esnaf iletişimini benimsediklerini söylüyor.

Piyasadaki kısa süreli iş deneyimlerinin ardından gözü kara bir şekilde atıldıkları “erkek egemen” mimarlık sektörüne kendilerini kabul ettirebilmeleri haliyle kolay olmamış. “Ayy, 4 genç kız ne tatlı…”dan “Sen kadın halinle bana akıl mı veriyorsun!”a kadar çeşitlenen müşteri deneyimleri onları, düşüncelerindeki mimarlığı yapabilmeleri için daha da dirayetli kılmış. Şimdi sizleri Simge, Burcu, Pınar ve Gülçin ile yeni mezun mimarların çilesi, müşterilerle iletişim deneyimleri, meslekte kadın olma hali gibi farklı başlıklarda sürüp giden bol kahkahalı sohbetimize davet ediyoruz.

Bahar Bayhan: Kısaca sizleri tanıyalım mı?

Simge Balcı: 2006 senesinde Yıldız’da başladım mimarlık bölümüne. Sonrasında aynı okulda restorasyona devam ettim, o sıralar başka ofislerde çalıştım, malum tez konusunu da halen halledemediğim için yüksek lisans bitemedi. Zaten 2013’te de Mahal’i açtık, burada hep birlikte devam ediyoruz çalışmalarımıza…

Burcu Tüm: 2009’da mezun oldum Yıldız Teknik Üniversitesi mimarlık bölümünden. Lisansı bir senesinde Erasmus programı için Lyon’daydım. Çalışma hayatına onun hemen ardından okuldayken başladım. Mahal’den önce altı sene farklı mimarlık ofislerinde çalıştım.

Gülçin Ural: 2010 yılında Haliç Üniversitesi’nden mezun oldum. Aynı yıl çalışmaya başladım. Mahal’den önce birkaç farklı ofiste çalıştım. Sonra burayı açtık. Burada olduğum süre içinde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde, İç mimarlık yüksek lisansına başladım.

Pınar Bayraktar: Ben de 2005 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nde başladım mimarlık bölümüne. Okulun son yılında başladım çalışmaya, sonra 3 yıl kadar farklı ofislerde devam ettim. 2013’ten bu yana da Mahal’deyim.


Burcu Tüm, Gülçin Ural, Simge Balcı, Pınar Bayraktar (Soldan sağa)

“Sıfır sermayeyle yola çıktık, 4 sandalyeden oluşan bir ofisti burası…”

Mahal’i kurmaya nasıl karar verdiniz? Nasıl bir araya geldiniz?

Burcu: Kadınlar olarak okumalar, etkinlikler ve dergi çalışmaları yaptığımız bir grubumuz vardı. Orada birlikte iş yapma biçimimizi görmüş olduk. Zaten dört tane mimarız, önümüzdeki zamanlarda belki birlikte bir şeyler yaparız diye konuşuyorduk, “5-10 sene sonra belki bir ofis neden olmasın?” gibi. 1 sene sonra oldu. (gülüşmeler)

Pınar: Gerçekten 10 sene sonra bu işi yapabiliriz diye düşünüyorduk. O sırada Burcu işten çıkmayı düşündüğü bir dönemdeydi. Sonra bana bir tanıdık vasıtasıyla bir restorasyon projesi geldi. Burcu’yu aradım, çizelim mi birlikte diye. Çizelim dedik, tabi sonra “Çizeceğiz ama imzalatmamız lazım, acaba ofis mi açsak” tartışmalarına başladık. Bu sırada tesadüfen başka bir tanıdıktan bir otel projesi geldi. Üst üste iki iş gelince ofis açmalıyız artık dedik. Bunun üzerine Gülçin de iş yerinden ayrıldı ve çalıştığımız yerlerden sırayla ayrılmış olduk, Simge İtalya’daydı bu sırada o da döndü. Hep beraber evde, kütüphanede, kafelerde 5, 6 ay çalıştık. Devamında bir mekanımız olmasını istedik. KOSGEB hibesine başvurmak için kursa yazıldık. Oradan aldığımız destekle yaklaşık bir yıl içinde ofisi istediğimiz hale getirdik.

Simge: Ben gerçekten cesaretli davrandığımızı düşünüyorum. Çünkü hiçbir gelecek planı, mali hesaplama, planlama vs. yapmadan, sıfır sermayeyle yola çıktık.

Burcu: Hatta bu ofisi kurabilmek için ailelerimizden az da olsa mali destek aldık. Çünkü ofisi tutabilecek kadar bile paramız yoktu, eşyaları bile arkadaşlarımızdan ödünç almıştık. 4 sandalyeden oluşan bir ofisti burası.

Pınar: “Yapalım, olmazsa olmaz, batarsak batarız” gibi bir düşünceyle yola çıktık. Mesela “Hazirana kadar iş gelmezse kapatalım” deyip Haziranda iş gelince 6 ay daha devam edelim diyorduk. Biz de biraz akışına bıraktık aslında. Bu noktada biraz genç olmamızın da olumlu etkisi var gerçekten.

Burcu: Ofis açmak mimarlık yapmak demek değil. Onun başka bir ton işi var. Mimarlık bu işlerin arasında en kolay şey. Onun dışında müşteriyle görüşmek, para almak-vermek, vergi ödemek, ofisin geçimini sağlamak gibi kritik ve zorlayıcı şeyler var.

Simge: Böyle olunca sorumluluk çok artıyor. Şöyle bir durum var, kendi ofisiniz ve patron yok. Mesela 7’de çıkıyorsun ama patronun çıkmaman gerekiyormuş gibi davranması, sigara içerken suratını asması, gözetlemesi, projeyi yetiştirme baskısı gibi rahatsız edici şeyler var mimarlık ofislerinde.

Pınar: Evet, patron baskısı çok ayrı bir şey. Onun dışında çizim yaparken kendi ürünün olmasının heyecanı bambaşka. Gece saat üçe kadar da çalışıyoruz ama başka yerde yaşadığın gerginlik burada olmuyor. Gülerek, eğlenerek bir şekilde bitiriyoruz o işi ve sabaha karşı uyumak kendi işini yaptığın için sorun olmuyor.

Burcu: Bir de mesela gün içinde ofisten birkaç saat dışarı çıkıp sonra Pazar günü birkaç saat çalışarak işini tamamlayabiliyorsun. O esneklik büyük rahatlık çünkü belirli saatlerin arasına sıkışmış olmak çok garip bir psikoloji yaratıyor.

Bu rahatlık güzel bir şey, peki işlerinizi olumlu etkiliyor mu?

Pınar: Bu biraz işin niteliğine bağlı aslında. Bazı işler oluyor mesela, kentsel dönüşümde bina yıkılacak yeniden yapılacak, müteahhit geliyor “emsal şu, dairelerin büyüklüğü böyle olacak” diyor. İşin bizi heyecanlanıp heyecanlandırmaması da etkili oluyor. Ama genel olarak baktığımızda zorunlulukla değil keyif alarak yaptığımız, en verimli olduğumuz zamana karar verip tasarladığımız ürünler şüphesiz daha başarılı oluyor ve içimize siniyor.

Gülçin: Ama tabii ki, iş yaparken bu rahatlıkta değiliz zaten. Bahsettiğimiz rahatlık bizim ofis içi düzenimizle ve birbirimizle olan diyaloglarımızla alakalı. Bunun bize olumlu etkisi, kafamız rahat olarak işlere konsantre olabiliyor olmamız.

Nasıl işler heyecanlandırıyor sizi mesela?

Pınar: Örneğin bir yalının rölöve ve restitüsyon çizimlerini yaparken çok heyecanlıydık, bir yandan araştırma yapıyoruz, kendimizi geliştirerek iyi bir şey çıkarmaya çalışıyoruz vs. Ama restorasyon aşamasına geldiğimizde o motivasyon azalmaya başlıyor çünkü işverenin istekleri vs. devreye giriyor. Mesela tarihi nitelikte bir duvarın kalmasını istiyorsun ama işveren istemediği için kaldırmak zorunda kalıyorsun ya da işverenle uzun tartışmalar yaşıyorsun ve o senin iş üretmene de yansıyor hemen.

Burcu: Biz çok çeşitli işler alıyoruz aslında. Beni en çok heyecanlandıran şeyler iç mimarlık işleri. Çünkü tasarımını yapıyorsun ve bir ay sonra uygulanıp iş bitmiş oluyor, tamamlanmış halini görüyorsun. Sonuçta mimarlık çok uzun soluklu bir şey, mesela biz bir senedir bir projenin üzerinde çalışıyoruz daha ruhsatı çıkacak, inşaatı başlayacak vs… Sonuçta iç mimarlık işlerinde 1,5 ayda bir mekanı bitiriyorsun ve bu bizim ürünümüz diyorsun. Ama bunun yanında, çalışma motivasyonu işin niteliğine ve müşteriye göre değişiyor. Herkeste “Yap, geç. 1 saatlik iş!” düşüncesi hakim. Böyle şeylerle o kadar çok karşılaşıyorsunuz ki açıkçası emeğinize saygı gösterilmedikçe motivasyonunuz düşüyor ve işe de saygı gösteremiyorsunuz.

Gülçin: Elimizden geldiği kadar yarışma projelerini de takip etmeye çalışıyoruz.

İşveren faktörü galiba mimarların en dertli oldukları konu. İlk etapta deneyimleriniz nasıl?

Simge: Mimarlık işlerinde harcanan emeğin karşılığı anlamında büyük bir boşluk var. Hal böyle olunca da yapılan işin ücrete dönüşmesi ve zamanında ödemelerin alınması konusunda sıkıntılar oluşuyor. Yapılan çizimler, revizyonlar karşı taraf tarafından detaylı bilinen konular olmadığı için anlaşmazlıklar ortaya çıkıyor. Örneğin değişiklik istenen bir projede aynı hafta içinde hatta ertesi günü bitirmeniz bekleniyor. Bir planı değiştirdiğinizde bu kesite, görünüşe, detay çizimlerine nasıl yansır ne kadar süre alır bilinmiyor. İç mekan uygulama işlerinde de ‘herkesin kendini mimar sanması’ gibi bir durum devreye giriyor. Tasarımı size yaptırdıklarını iddia ediyorlar ancak her şeye müdahiller, beklentilerini söylemelerine dair bir durumdan bahsetmiyorum, iş yürütme biçimine hakim değiller. İşi direkt size teslim etmeden, sürekli yönlendirme çabasıyla süreci epey zorlaştırabiliyor mal sahipleri.

“Mahal, mimarlık ofisiyle sınırlı kalmasın, farklı tartışmaları da beraberinde sürükleyen bir atölye olsun istiyoruz”

Mahal’i kurarken nasıl fikirlerle yola çıktınız? Mahal’in mimarlığa bakışına dair neler söylersiniz?

Burcu: Mahal’i kurarken daha çok kadınlarla çalışmak, belki bir binaya sahip olup bir katını kadınlar için geliştirilebilecek projeler için kullanmak gibi düşüncelerimiz vardı. Yani Mahal bir mimarlık ofisiyle sınırlı kalmasın, bir proje; farklı tartışmaları da beraberinde sürükleyen bir atölye olsun diye düşünüyoruz. Böylece, mimarlığa dair güncel tartışmalarla da şekillenen kente, mimarlığa, mekana bakışımızı da bu atölyedeki üretimlerden beslenerek sürekli olarak gündemleştirebiliriz diye. Henüz projelerimizi gerçekleştirebilecek noktaya gelemedik ama ileriki zamanlarda planlarımıza yaklaşacağımızı düşünüyorum.

Simge: Bu bir düşüncemizdi. İkincisi ise kendi işimizi yapma isteğiydi. Böyle bir dünya düzeninde günlük emek sürecimizin kendi yarattığımız koşullarda ilerlemesi büyük bir rahatlığı beraberinde getiriyor. Bu rahatlığın ürünlerimize de yansıdığını düşünüyorum, sonuçta mimarlık bir üretim süreci. Ucu bucağı olmayan çok geniş bir alanın içindeyiz, dolayısıyla onunla ilişkilenme biçiminize göre uğraştığınız konular, tasarım fikirleriniz de gelişiyor, değişiyor. Örneğin zaman zaman kimi kitaplar üzerinden okuma yaparak mimarlık-kent –tasarım üzerine tartışıyoruz aramızda ya da bazen filmler izliyoruz. Buralardan çıkan düşüncelerin aslında yaptığımız işlerle çok da doğru orantılı gitmediğini görüyoruz. Yani aslında mimarlık hayatın bir çok alanında bakış açımızı genişleten bir zemin. Maalesef ki piyasadaki karşılığı bu şekilde olamayabiliyor. Dolayısıyla biz de son noktaya kadar dışımızdaki piyasa koşullarına müdahale ediyoruz, ancak prekast cepheden kazandığı 10 cm’in hesabını yapan müteahhitler ve mal sahipleri olduğu sürece de müdahale alanımız kısıtlanmış oluyor.

Pınar: Simge’nin değindiği nokta çok kritik aslında. Kullanıcı için işlevsel, aynı zamanda keyifli yaşanır ve estetik yapılar üretmek, bunları üretirken hem bu zamana kadar edindiğimiz bilgileri kullanmak hem de yeni sorular sorarak yaptığımız ürüne değer katmak gibi bir derdimiz oluyor. Kadıköy’ün önemli caddelerinden biri olan Fahrettin Kerim Gökay Caddesi’nde birçok bina tasarımı yapıyoruz örneğin. Kadıköy için simgesel öneme sahip bir sokaktaki mimari dokuya nasıl müdahale ettiğimiz, yaptığımız cephenin İstanbul’un önemli ilçelerinden birine ne kadar değer kattığı ya da değerinden neyi söküp aldığını masaya yatırıp bir tartışmaya gidiyoruz. Ancak piyasa koşullarında bu tartışmalar pratik bir karşılık bulamıyor. Tüm caddede yenilenen binalar ön cepheleri kompozit kaplı yan cepheleri tamamen alakasız tek renk boya olunca bizim de işverenimize sokağın siluetine yapılan etki, mimari değer gibi konularda söylediklerimiz havada uçuşan sözcükler oluyor. Aslında bu büyük bir ikilem bizim için. Mimarlığa dair yenilenen, araştırmayla ve yeniden sorgulamayla biçimlenen bir bakışımız var ancak bunu ürünlerimize yansıtabileceğimiz bir zeminde değil ne yazık ki inşaat sektörü.

Gülçin: Üzerine düşündüğümüz ve tartıştığımız mimarlık anlayışlarını mevcut koşullara uyarlamaya çalışıyoruz zaman zaman. Yahut işlerimize yeni tasarımlar katmaya çalışıyoruz. Fakat bu bize, piyasanın kalıplaşmış alışkanlıkları ile mücadele etmek gibi bir zorunlulık getiriyor. Mimarlık, tasarımı gerçekleşecek iş ne kadar zor koşullara sahip olursa olsun, bunu kullanışlı hale getirebilecek aynı zamanda da ona estetik değer ve kimlik katabilecek bir niteliğe sahip. Bu bir apartman projesi için de geçerli. Fakat bu apartmanın dış cephe tasarımını yapacakken bile ‘prekast cepheci’ alternatifi önümüze dikiliyor. Yine de bu piyasa kalıplarını yıkabildiğimiz durumlarda keyifli işler ortaya çıkarabiliyor, tasarım üstüne keyifli tartışmalar yürütebiliyoruz.

“Bir müşterinin sahiplenmesi, ötekinin aşırı sevmesi… Bunlar sevimli gözükse de hepsi ötekileştirme durumu aslında.”

Dört kadın mimar olarak çalışmak nasıl bir deneyim?

Simge: Bizim için oldukça keyifli ve iş yürütme sürecinin kolay olduğu bir süreç. Yakın arkadaşlar olmamızın da büyük etkisi var bu durumda tabi ki. Ancak hayata bakışlarımızdaki ortaklık ve dayanışma bilincimizin daha büyük bir etkisi var. Bizim dışımızdakilerin gördükleri ise tamamen farklı. Mesela müşteriler, yaşlarımız da 30’un altında olunca “ayy çok tatlısınız, benim de sizin yaşınızda kızım var” gibi tepkiler veriyorlar.

Gülçin: Çok komik şeyler de oluyor. Mesela bir müşterimiz beni “tek başına toplantılara gitme” diye uyarıyordu. Hatta beni, projede çalıştığımız elektrikçiye kuzenim diye tanıştırdığını da öğrendim. (gülüşmeler)

Pınar: Ya da sözleşme yapalım diyoruz, “sözleşme neymiş, siz beni arayın abi paraya sıkıştım deyin yeter” şeklinde tepki verenler oluyor. Bir de tabi erkek aklın “kadınlar siz çekilin bizim alanımızdan” şeklindeki tavırları olabiliyor. Ancak biz bu bakışı alt etme konusunda epeyce sabırlı ve başarılı çıktık bence. Mesela Halıcıoğlu’nda bir apartmanın ruhsat projesini çiziyorduk. Müteahhidimizin bulduğu bir firma zemin etüdü projesi hazırlamış ancak evrak ve imza eksiğiyle belediyeye vermişler. Eksik imza nedeniyle ruhsat projesi çıkamıyor belediyeden. Firma sahibi olan harita mühendisiyle sorunu çözmek için konuşuyorum. Kendisine mali zarar yaratacağı için sorunu çözmemek için elinden geleni yapıyor. Bu arada konuşma sertleşmeye başladığı bir anda bana “sen kadın halinle bana akıl mı veriyorsun?” gibi bir laf etti. Ben de edinemediği mesleki beceresini kabullenmekten aciz, kendini sadece erkekliğiyle savunmaya çalıştığı, benim kadın ve mimar olarak mesleki yeteneklerim ve mesleki disiplinimin onda yarattığı baskı nedeniyle onun için çok üzüldüğümü belirten bir konuşma yapıp. “Üslubunuz fazla duygusal, profesyonel çalışma dünyasıyla uyumlu değil şu andan itibaren beraber çalışmıyoruz” diyip telefonu kapattım. Sağ olsun müteahhidimiz de arkamızda durdu ve kendisiyle çalışmayı bıraktı. Umarım bir daha karşılaştığı kadınlarla konuşurken dikkatli davranmıştır.

Burcu: Gerçekten erkeklere yapılmayan muameleler bize yapılıyor; birinin sahiplenmesi, ötekinin aşırı sevmesi vs. Bunlar sevimli gözükse bile hepsi ötekileştirme durumu aslında. Çünkü herhangi bir erkek çalışma arkadaşını oğlu gibi sahiplendiğini düşünmüyorum. Mesela bir yere görüşmeye gideceksiniz, müteahhitti arıyorsunuz, “dur tek başına gitme bizim oğlanı yollayayım” gibi şeyler de oluyor bazen. Bir yanda hep korunmaya muhtaçsın gibi davrananlar veya “ay ne tatlı” diye destek olanlar. Halbuki ne destek, ne koruma istiyoruz. Profesyonel hayattayız, işimizi yapıyoruz, paramızı almak istiyoruz gibi gündelik kaygılarımız var. Bunun dışında bizim kendi aramızdaki ilişkiye dayanarak, kadınların bazı şeyleri kendi aralarında daha iyi halledebildiğini düşünüyorum. Çözüm odaklı, kolektif bir akıl yürüttüğümüzü düşünüyorum.

Pınar: Genelde şöyle diyorlar, “Aa dört kadın bir ofiste… Kavga etmiyor musunuz?”. Sanki kadınlar sürekli birbirlerini yerlermiş gibi bir algı hakim. Halbuki hem ofiste yürüttüğümüz çalışma sürecinden hem de sosyal alanda bir arada çalışma yürüttüğümüz kadınlardan gördüğümüz, kadınlar bir dayanışma içerisinde bir araya geldiklerinde oldukça uyumlu, pratik iş üretiyorlar, sorunlara hızlı ve işlevsel çözümler geliştirebilen bir çalışma biçimi yaratıyorlar.

Simge: Tabii biz kadın dayanışmasını bildiğimiz ve onu sindirmeye çalıştığımız için ona göre tavır alıyoruz.

“Biz mimarlığın üst katlarda yapılan halini sevmiyoruz; kapısı açılıp girilen esnaf iletişimi olsun istiyoruz”

Ofis için neden Kadıköy’ü tercih ettiniz?

Simge: Kadıköy hepimizin çoğu zamanını geçirdiği, geçirmekten keyif aldığı bir yer. Yıllar içinde tanıdıklarımız da oluşmuştu. Ayrıca Kadıköy’de mimarlık açısından ciddi bir iş potansiyelini de görmüştük.

Burcu: Burada olmaktan çok memnunuz, isteyerek tercih ettik. Özellikle giriş katı aradık mesela. Çünkü biz mimarlığın üst katlarda olan halini sevmiyorduk, daha çok kapıyı açıp girilebilen, esnaf iletişimi olsun istiyorduk. Bunun faydasını da gördük aslında, mesela komşularımız ufak bir müdahale için bize danışmaya başladı.

Pınar: Mahalleli ile ilişkimiz bile bazen komikleşebiliyor. Mesela bir gün motosikletli biri kapıdan içeri kafasını uzatıp “kentsel dönüşüm projesi çiziyor musunuz?” diye bağırdı. Biz de “evet” dedik. “İyi, ben sonra uğrarım” deyip bastı gitti (gülüşmeler).

Simge: Ama şöyle bir şey de var, camda yazan Mahal yazısında “mimarlık” yazmıyordu. O yüzden bir süre hiç kimse buranın ne olduğunu anlayamadı (gülüşmeler).

Gülçin: Ailelerimiz beğenmemişti, “ne olduğu belli değil, şuraya bir mimarlık yazın” diyorlardı.

Burcu: Hatta “ne iş yaptığınızı listeleyip yapıştırın cama” diyorlardı. İç mimarlık, restorasyon vs. (gülüşmeler)

“Patron olmayı düşünmüyoruz…”

Geleceğe dair nasıl planlarınız var?

Pınar: Aslında tasarım denilen şey baskıyla ya da zorunluluklarla yapılamıyor. Biz de burada kısmi olarak özgür bir alanda üretmeye başlayınca yaratıcılığımızın ve tasarım yetimizin ne kadar geliştiğini gördük. O yüzden ne biz tasarımdan aldığımız keyfi yitirip patronluk yapalım ne de birilerinin tepesinde onların tasarım yetilerinin kısıtlanmasına neden olalım. Bizimki gibi küçük atölyelerin çoğalması ve onlarla temasa geçebilmek, dördümüzün yetişemediği işleri farklı atölyelerle beraber yapmak benim hayalimdeki keyifli mimarlık üretimini karşılaşıyor sanırım.

Burcu: İleriki zamanlarda ofisi büyütme, eleman alma gibi düşüncemiz yok. O sebeple biz işlere yetişemiyor olursak da başka arkadaşlarımıza işi paslarız, onlar da bir ucundan tutup ofis açabilir diye düşünüyoruz. O yüzden burası hiçbir zaman çok yüklü işler alan, geniş kadrolarla çalışan bir yer olmayacaktır. Patron olmayı düşünmüyoruz.

Gülçin: Gündelik hayatın karmaşasından çıkmamız lazım. Sadece ofisin maddi iyileşmesini amaçlamak biraz korku oluşturuyor, “diğer mimarlara benzer miyiz, sadece para odaklı düşünmek durumunda mı kalırız?” diye. Burası bizim maddi kazanç elde ettiğimiz bir yer ama aynı zamanda biraz daha atölye gibi çalışmasını da istiyoruz.

Burcu: En azından buranın para kazanmaktan öte bir yere dönüşmesini isteriz. Fikir olarak öyle ama pratikte de öyle olmasını istiyoruz.

Gülçin: Bir de ben Mimar Sinan’da iç mimarlık yüksek lisansına başladım bu dönem. Mahal’de daha önce bir Bar bir de ofis iç mimari tasarımı ve uygulaması yaptık. Çok keyifli süreçlerdi ikisi de. Benim çalışma alanımla da ilişkilenmesi nedeniyle yeni dönemde iç mimari tasarım ve uygulamalarımızı arttırmak da istiyoruz.

Pınar: Bir de Konak Belediyesi Hizmet Binası Proje yarışmasına hazırlandık yakın zamanda. İlk defa beraber hazırlandığımız yarışmaydı. O süreç de hem verimliliğimizi, hem mimari bakışımızı çok geliştirdi. İlerleyen dönemde daha fazla yarışmaya katılmayı da hedefliyoruz.

Etiketler

2 yorum

Bir yanıt yazın