Mesleğe 1956 yılında başlayan ve bir anlamda mesleği tanımlayan, 2006 yılında Mimarlar Odası 10. Ulusal Mimarlık Ödülleri'nde Mimarlığa Katkı Dalı Başarı Ödülü'ne layık görülen, mimari maketçiliğin duayeni Selahattin Yazıcı ile söyleşi gerçekleştirdik.
Selahattin Yazıcı: Ben İstanbul’da okurken Bâb-ı Âli’ye klişe resimleri yapardım. Oradan biraz para kazanırdım. O sıralar baskı o kadar önemli değildi, çizgi romanlar illa bir aydınger kâğıdına çini mürekkebi tarama kalemle kopya edilir daha sonra baskıya geçerdi. Bu arada Kemal Ahmet Arû’nün şehircilik kürsüsünde 2. Levent ve Etiler’in maketi yapılıyor ancak yetiştirilemiyor. Behruz dedi ki “Git oğlum, git, bir bak bakalım yapabilir misin?” Gittim baktım, hakikaten yapabiliyormuşum…
2. Levent ve Etiler’in maketini yapan Yusuf (Yusuf Z. Ergüleç) isimli bir usta vardı ondan öğrendim maketi ancak zaten el becerim vardı. 1 sene sonra da ayrıldım yanından. İstanbul’da birkaç tane atölye değiştirdim. Mebusan Yokuşu’nun alt tarafında sağ tarafta Türk Ticaret Bankası vardı, atölyemi onun üstüne taşıdım. Bir müddet sonra Sıraselviler’de Belçika Konsolosluğu’nun oradaydım ve İstanbul’daki en son atölyemi de Tünel’de açtım. Markiz’in sırasında Aktar Han vardır, karşısında eski Lebon Pastanesi sağ tarafında Haşet Kütüphanesi biraz ileride de Narmanlı Yurdu.
Yerleşik düzende modelciliğe ilk ben başladım. Çünkü ondan evvel modelciler sünnetçi gibi elinde çantası ile gezerdi. Evine bir telefon edilir, “Selahattin gel maket yapacaksın” derler, bürosuna gider çalışırsın.
Yoktu tabii! Ben Ankara’ya geldiğim zaman İş Bankası’nda orda orta yaşlı bir adam vardı, o alçıdan maket yapardı.
Behruz’un ODTÜ kampüsündeki binalar için mimari modeller yapılması gerekiyor, otobüsle getirip bırakıyordum Behruz’a fakat bu zor bir iş tabi. O arada Ziraat Bankası’nın Ulus Tesisleri’nin maketlerinin de yapılması gerekiyordu, Vedat Özsan “Selahattin gelir misin, burada 2 senelik iş var” dedi ben de derledim toparladım atölyeyi Ankara’ya geldim ve başladım Ankara’da çalışmaya. O sıralar mimari piyasa Ankara’da daha kuvvetliydi. Ankara’da olanların devletten iş almaları daha kolaydı. Özel sektör pek fazla maket yaptırmıyordu.
Tabii, birçok mimar çok sonradan, genel müdürlükler, İş Bankası, Halk Bankası Genel Müdürlüğü İstanbul’a taşındıktan sonra Ankara’dan ayrılmaya başladılar.
Ancak en önemlisi yarışmalar vardı. Şimdi çıkmıyor yarışma hiç. Hem devlet hem özel sektör yarışma açardı. Bir yarışmaya 8 ofis dahil olsa, 500-600 mimar çalışırdı ve biz de modellerini yapardık.
Yalnızca 2 sene kalacaktım Ankara’da ama kızım burada okumaya başladı ve Mimarlık Akademisi’nde (1982’de Gazi Üniversitesi’nin bünyesine kattığı, Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi) bana ders verme teklifinde bulundular, onu kabul ettim.
Ankara’da birçok çalışma yaptım. Bunlardan birkaçı: Ankara Vali Konağı, ODTÜ Kampüsü, Hacettepe Kampüsü, Bursa Üniversitesi Kampüsü, ilk yaptığım kampüs de Erzurum Atatürk Üniversitesi. O zamanlar ortalıkta başka maketçi de yoktu sanırım ve ben vardım, hepsini ben üstlendim.
İslamabad Kral Faysal Camii – Vedat Dalokay
İslamabad Kral Faysal Camii – Vedat Dalokay
Çoğu mimarlardan, geriye kalanlar da müesseselerden. Faraza, size bir tanesini söyleyeyim, Ankara Adliye Sarayı’nın maket işi bana doğrudan Adalet Bakanlığı’ndan gelmişti. Mimarlarını da tanıyordum. Şimdi biliyorsunuz onu da yıkacaklar.
Kimisi dediğiniz gibi bina içerisinde sergileniyor. Ankara’da Akün Sineması’nın (2002’den beri Akün Sahnesi) içinde benim yaptığım 1/50 ölçekli bir maket sergileniyor, binanın içini gösteren. ODTÜ için de 50 küsür model yaptım, bunlardan birçoğu Kemal Kurdaş’ın yaptırdığı stantlarda teşhir edildi, bir tanesi hala ODTÜ Mimarlık’ta durur. Bir de müşteriye göstermek için yapılır maketler.
Devlet kurumları ama o yaptırdıkları maketleri atamazlar. Ulus’taki Ziraat Bankası’nın maketini yaptım. Beni 5-6 yıl sonra çağırdılar, bir başka düzenleme yapmaya kalktılar. Gittim baktım bir rafın üzerinde çok özgün olarak çalıştığım o binanın maketi tozlar içerisinde duruyor. İnşaat müdürüne gittim “Bunu bana verin ya” dedim. “Yok, veremeyiz” dedi, bilmem ne kayıtlıymış… Bir müddet sonra ne oluyor biliyor musunuz, işinin bittiğine dair bir evrak hazırlanıyor ve çöpe atıyorlar. Emlak Kredi Bankası’na çok güzel maketler yapmıştım. Yine bir başka iş için gittiğimde maketlerin üstünde çay bardakları vardı. Aykut Koray bana Ankara’da Bulvar üzerinde Koray İşhanı’nın maketini yaptırmıştı, bütün alüminyumlarını oksidize ettirmiştim, baya uğraştığım bir maketti. Bana telefon edip maketi atacağını söyledi, o maketi çok rica edip aldım. Şimdi bende durur hala.
Yavuz Evi – Danyal Çiper Mimarlık
Biliyor musunuz insanlarda en geç ve güç gelişen özellik 3. boyutu görme özelliğidir. Ben çocuklara ders verirken öğrendiğim bir şey oldu. Kuzey ülkelerinde, küçük çocuklara hem maketle hem bilgisayarla hem de hologram ile 3. boyutu gösterme özelliklerinin gelişmesi için çalışmalar yaparlardı. Ben de Akademi’de hocalık yaparken düşündüm, ya ben bunu nasıl yaparım diye düşündüm. Başladım problemler üretmeye. Şöyle bir üçgen var içinde bir nokta var, çizgiler böyle birleşiyor. Bu nedir? Nasıl bir hadisedir bu? Bir piramit gibi görünüyor. Aşağı doğru da olabilir, yukarı doğru da olabilir. Bunlardan kaç tane vardır? Sonsuz tabii! Bunları çocuğun da görebilmesi lazım. Böyle problemler vermeye başladım. Tüm bunları yayınlamak isterdim. ODTÜ’ye söyledim, bütün maket malzemelerimi size vereyim dedim, klasik maket çalışması ile ilgili. Şimdi biliyorsunuz CNC, lazer kesim yapılıyor ve eline o makinalardan birini geçiren model çalışması yapıyor. Ama tabii o değil. Bıçağı kullanmak lazım, bıçağın ağzını nasıl açacağını bilmek lazım, yapıştırıcıların ne olduğunu bilmeniz lazım. Siz maket yaptınız mı hiç?
Bir kere eğer öğrenci maket çalışması yapacaksa kolay bir malzeme olması lazım. Ya güzel karton olacak, ya strafor olacak. Strafor kesicileri var ama Türkiye’de çok az kullanılır onlar. Maket malzemeleri çok önemlidir. Türkiye’de maket malzemelerinin boyutları 70*100’dür genelde. İngiltere’den büyük 120*150 gibi parçalar gelir. Ama bunlarla nasıl çalışacaksınız?
Siz bisturi mi kullandınız?
Özgün maket çalışmasında 13 numara bisturi vardır hekimlerin kullandığı, ucu sivri. Ama modelciler o sapı tam doğru tutamadıkları için, kendileri sert bir malzemeyi kıvırırlar, bıçağı oraya tutturup, kenarında sıkıştırır, vida yaparlar. Ergonomik bir hale gelir tutma böylece. Çok önemlidir bıçağı tutma.
Bütün malzemeleri, boyaları, tutkalları, hepsini saymak lazım. Şimdi tutkal diyoruz, hangi tutkal! Eskiden UHU ve benzeri diğer yapıştırıcılar çıkmadan önce kemik tutkal, boncuk tutkal vardı. En iyileri Bulgaristan’dan gelirdi. Bunlar 1950-55 senelerinin çalışmaları. Bir gün Bâb-ı Âli’den yukarı çıkıyorum, Vakit Gazetesi’nin biraz ilerisinde bir kırtasiyeci vardı, Kemal Bey, bilmiyorum hala var mı, onun kapısına baktım sarı sarı kutular. “Nedir bunlar?” dedim, “yapıştırıcı” dedi. İlk UHU’yu o zaman gördüm. Tabi UHU çok kolay, kirletmiyor. Eskiden maket atölyesinin kapısını açan kişi, Alaaddin’in Lambası gibi sobalar vardır ya, onları yakar, ilk iş tutkal kazanını koyar ocağa. İkili bir kazandır, birinin içinde su vardır, öbürü daha ufak olan içine girer, küçüğün içine de ya boncuk ya plaka tutkal ve biraz su konup ısıtılmaya başlanır. Yüzücü hale geldiği zaman da o tutkal fırçalarla sürülür öteye beriye.
Yapı Kredi Plaza – Tümay Mimarlık
Bu tutkalın yapıştırıcılığı çok yüksektir, malzemeyi döndürür, rengini değiştirir. Üstübeç alırsınız, doğal bir kireç malzemesidir, beyaz hale getirir, suyla inceltir, içine biraz kemik tutkalı karıştırırsınız. Bunları tabi ölçüyle değil deneyimle öğreniyorsunuz. Fakat fazla tutkal koyarsanız döndürür yaprakları. Bu suyla yapılan bir tutkal karışımıydı. Büyük arazilerin münhanilerine bunu sürerdik. Ama çok tutkal koyduysanız zımparalayamazsınız.
Hep aklıma şu gelir. Leonardo’nun yaptığı bir tabloyu incelemeye kalkmışlar, ne kadar sarı boya, ne kadar yeşil boya, ne kadar alınmış, ne kadar kullanılmış ressamın kayıtlarında var hep. Bizim hiç böyle bir alışkanlığımız yoktu ki. Ne kadar önemli, değil mi? O zaman çünkü hemen söylersiniz, “şuraya 200 gr bilmem ne karıştıracaksınız”, yok öyle şey! Neyse bu da bizim eksikliklerimizden bir tanesidir.
Sonradan bir de yeni boyalar çıktı piyasaya. Eskiden ressamların kullandığı Lukas diye bir boya vardı. Onu, faraza, üstübeç ile karıştırırdık ve onunla renklendirme yapardık. Sonradan bir de baktık ki plaka boyalar çıktı. O da suyla inceltilir.
Makette ilk defa selülozik malzemeyi kullanan da benim. Vedat Dalokay bir baraj sahasında gazino yapmıştı, etrafı da kayalık. “Bu kayalıkları da yapacaksın” dedi. Yahu ne ile yaparım… Bezir yağı ile bir macun yapıp sürdüm ama Allah kahretsin o bezir yağı devamlı kustu. Hepsini söktüm. Gittim piyasadan selülozik macun aldım, beyaz. Onu alıp tinerle inceltip sürdüm, problem bitti. Boyaları hep onunla yaptım. Pistole tabanca kullanmayı öğrendim.
Avrupa’da bu selülozik malzeme kullanılmaz, zehir çünkü o. Türkiye’de hepimiz kullanıyoruz, hala kullanılıyor. Çok tehlikeli bir şey. Boyama yaptığınız yere aspiratör koyup havalandırma yapıyorsunuz ancak yine de siniyor üstünüze. Fakat çok iyi bir malzemedir. Maketi çok iyi gösterir. Zamanla tabancayı nasıl kullanacağınızı öğreniyorsunuz. Faraza, grenli atışı öğreniyorsunuz. Tabanca ile gren yapmayı öğreniyorsunuz. Bu işi benden öğrenenler bu mevzuları pek öğrenemediler, çünkü uğraşamıyorlar.
TBMM Milletvekili Lojmanları – Behruz Çinici
Bana Zaha Hadid’den Haydar Aliyev Kültür Merkezi’nin projeleri geldi, bunun maketini yapın dediler.
Zaha Hadid değil ama mimarlarından biri bana geldi. Siz de görmüşsünüzdür, ne cepheleri, ne şusu busu, görünüşten bir şey anlaşılmıyor. Bana bu binanın yatayda yirmi santimde bir kesitlerini çizebilir misiniz dedim. Ellerinde ölçüleri var, bilgisayarları var, çizebilirler. Bunu yapsa, ben de yapabileceğim, plakaları keseceğim üst üste üst üste, ayaklar zaten tek tek çıkacak ve yapılacak o zaman. Ben onunla nasıl uğraşırım öbür türlü. Zaten onun ücretini vermezler adama, maket yap sen derler. Zaten maket çalışmasında hep karşılaştığım fiyat meselesidir.
Geçen, bir arkadaşım işine giderken ayakkabısının topuğu çıkmaya yazmış. Etrafta da bir ayakkabı tamircisi bulmuş, girmiş oraya. Adam almış bakmış çivilemiş topuğu. “Kaç para vereceğim?” diye sormuş arkadaşım. Öyle bir fiyat vermiş ki, ayakkabının fiyatının dörtte biri! “Böyle olur mu, hepi topu 5 tane çivi çaktınız!” demiş. “Ben çivi satmıyorum” diye cevap vermiş ayakkabı tamircisi.
Bir modelci de, 5 tane kartonu bir araya getirip, 5 liralık malzeme için 15 lira fiyat çıkardığında şaşırırlar. İşin esasını bilmeyen şaşırır.
Yok canım, mimarlar şaşırır mı, onlar ne olduğunu biliyor. Okula girdiğinden beri her mimar maket yapar. İyi, kötü, onun bir önemi yok. Kendi fikirlerini görebilmek için mutlaka maket yapar.
Ben maketçilik hayatım boyunca klasik aletlerle, klasik model çalıştım. Özgün marangozluk aletleri ile çalıştım. Bıçakla çalıştım. 2 dolap dolusu bıçak var. Bunların en iyisi o daha önce bahsettiğim 13 numaralı bisturidir. En kolay olanı japon (maket) bıçağıdır, bilemeye gerek yok, kötü olduğunda kırıp atıyorsunuz. Fakat şöyle bir durum var; Japon bıçaklarının ağızları tek değil iki taraflıdır. Kestiğiniz zaman malzemenin iki tarafını da ezer. Model çalışmasında, eğer kendiniz bıçak yapıyorsanız, bir tarafını mutlaka düz, diğer tarafını meyilli yaparsınız. Düz olan taraf size lazım olan taraftır. Öyle keserseniz kalan parça dümdüz çıkar, yapıştırmada da kolaylık sağlar. Klasik modelcilikte bıçak yapmak çok önemlidir.
Almanya’da bir klor fabrikası
Bir firma ayakkabıcılıkta saya kesmek için kullanılan bir bıçak üretirdi, ağzı açık değil. Modelci onu eğe ile veya dönen bilek taşı ile ağzını az evvel söylediğim gibi bir tarafı düz bir tarafı meyilli açar. Çeliği de çok iyidir.
Ders verdiğim zaman, bir maket atölyesi yapalım dediler. Orada oturduk konuştuk, siz klasik bir şey mi istiyorsunuz, modern mi? Modernden kasıt, CNC, lazer türü kesiciler ve bir de 3. boyutu oyan makineler. Bunların üçü de çok pahalı makinelerdir. Bunların bir öğrencinin eline geçmesi mümkün değildir. Bir okulda, maket atölyesinde karton ile veyahut strafor ile üretim yapabilir. Straforun kesimi çok kolaydır. Çünkü sıcak bir tel ile eriterek kesilir. Ayrıca 50 öğrencinin durduğu bir maket atölyesinde boyama da olmaz. Boyama için üniversitenin özel atölyesi olmalı. Su ile incelen bir malzemeyle bile boyarken ortalık darmadağın olur. Olacak şey değil.
Model malzemeleri kullanmaya kalktığınızda bu profesyonel bir çalışmaya girer. 50.000 veya 100.000 liraya aldığınız lazer kesici malzemeyi keserken kenarını yakar, mutlaka boyamanız lazım, başka türlü olmaz. CNC ile keserseniz kenarlar pürüzlü çıkar, onları da mutlaka zımparalamanız lazım.
Bu işi yarışma maketleri ve satış maketleri olarak iki ayrı durumda konuşmak lazım. Yarışmalarda, “bu iyi bir modelcidir” denmesi için, kişinin aldığı projeyi çok iyi okuması lazım; anlayamadığı yerlerine dair mimarla devamlı şekilde ilişki içerisinde olması lazım; kullanacağı renkleri mutlaka mimara sorması lazım; kullanacağı malzemeleri mimardan öğrenmesi lazım ve son olarak maketi zamanında teslim etmesi lazım. Bu çok önemli!
Benim bir tane öğrencim var, maket yapıyor o da. “Hiçbir maket zamanında teslim edilemez” yazmış duvarına. Matrak ama ben böyle bir şey yazamam. Bir müsabakada adamın modelini zamanında veremezsen, mimar perişan olur. Ben bir kere Tünel’deki atölyemdeyken, sabaha kadar çalışmış, bir müsabakanın maketini teslim etmiş, dinleniyordum. Kapı çaldı, Doğan Tekeli elinde bir torba ile geldi, “Ya Selahattin, maketçi bizim maketi yetiştiremedi, bak yaptığı binalar, arazi burada” deyip bıraktı onları. Tamam dedim, hemen yapıştırdım maketi. Ama böyle olmaz, böyle çalışma olmaz, zamanında vereceksiniz, vermediğiniz zaman beş para etmez o maket.
Bu saydığım şartları yerine getiren iyi bir modelcidir. Ben de demek ki öyle bir modelciydim ki beni çok aradılar. Fakat biraz önce de dedim, belki ortalıkta fazla modelci olmamasından da kaynaklanıyor olabilir. Müsabakalar için böyledir. Buna rağmen mimar müsabakalara çalışırken, bazen yapısını arazide 5 cm sağa sola çekmiş gelir, kolayca 5 cm kaydırabileceğini sanır, ama öyle değil, orayı eski projeye göre oymuşsun. Yolunu, otoparkını, servis girişini, hepsini oymuşsun ve orası darmadağın olmuş. İşte o zaman çok yakın oluyorsunuz. İki üç maket yaptınız mı bir mimara, onunla ahbap oluyorsunuz ve o sıkıntıyı da artık modelci çekiyor.
Bir de gösteri modelleri yapılıyor, televizyonlarda çok var şimdi.
Ankara – İstanbul tren hattında bir tünelin maketi
Evet, bir sürü ben de yaptım öyle. İşi getiren mimar olmasa bile, bu tip maketlerde de modelci mutlaka mimarı ile görüşmeli. Adamın istekleri ile mimarın istekleri hiçbir zaman uymaz. Modeli yaparsınız, onu bir vesile ile mimar da görecektir. Olmaz. Bir modelcinin projeyi iyi öğrenmesi gerekir. Bir arkadaşımın kızı müsabakaya girmiş, İstanbul’da, maketçiden bina bir gelmiş, 3 katlıyken 5 katlı olmuş. Modelcinin projeyi çok iyi okuması lazım. Anlamadığı en küçük bir yeri bile sorması lazım çünkü kendisi çözemez. “Diyelim ki çözer”, hayır çözemez! Çünkü mimarın fikrine müdahale ediyorsun, kesinlikle olmaz o. Ben hep bunlara çok riayet ettim.
Mimar taifesi müthiş seçicidir. Benim 1500-2000 çeşit renk kataloğum var. Gösterirsin mimara, bakar bakar, “şununla şunun arasında olsun” der. Ulan var işte seçsene buradan! “Bununla bunun arasındaki daha iyi”. Eğer bir mimar cerbeze, akıllı bir adamsa, onu kandıramazsın!
Affan Yatman’ın Rusya’daki kampüs projesinden çok keyif almıştım. Cami modellerinin bazıları da çok keyifliydi. Bunlardan biri Doğramacı’nın Bilkent’te yaptığı cami. O caminin modeli balsadan yapılmıştır. Bunlar insana keyif veriyor. Behruz’un TBMM Camii de var. Bir de Vedat İşbilir’in Samsun Diyanet Sitesi’nde yaptığı bir cami vardır, karpuz dilimi gibi. Erkut Şahinbaş’ın Rusya’da çok enteresan binalar vardı, çok hoşuma giderdi. Bunların hepsi çok keyifle yaptığım modeller.
Hayır, ben yapamıyordum. Doğrudan doğruya fotoğrafçılar çekiyordu. Mustafa Türkyılmaz’ı tanır mısınız? Türkiye’nin en iyi fotoğrafçılarında biriydi. Benim cami modelinin resimlerini çekecek bekliyoruz Mustafa’yı. Kamyonetle geldi, arkada bir sürü alet. Hepsi fotoğraf makineleri! Ortadoğulu iki delikanlı vardı onlar da çok iyi fotoğraf çekerdi.
Kalfalarımdan üçü hala çalışıyor. Birçoğu mimarlık okurken girip çalışmıştır yanımda. Bir tanesi Derya. Şimdi Alanya’da gemi inşa ediyor. Numan Cebeci İzmir’de çalışıyor. Bir tanesi İstanbul’da maket yapıyor. Birkaç tanesi Ankara’da maket yapıyor. Mehmet Savaş’ı da Akademi’de ders verirken keşfettim.
Tabi benim üzüntüm nedir biliyor musun, mimar olan bir adamın maket yapması beni üzüyor. Mimarlık okumuşsun be adam! Ama onu tercih edenler var. Kısa zamanda para kazanmak… Sanıyor ki maketçi olunca para kazanılıyor. Kazanıyorsun da yaşayacak kadar kazanıyorsun.
Öğrencilerimle irtibatım çok başka türlüydü. Biz çalışırken eşim akşamdan itibaren bize kitap okurdu. Benimle çalışanlar, Türgenyev, Kemal Tahir, Oscar Wilde’ı bende okudu, birlikte okuduk. Hepsi öğrendi, kitap okumayı öğrendi. Bir yandan maket yapılıyor, bir yandan da eşim sesli okuyor. Eşim gelmediği zaman da çalışanlardan birisi alıp okurdu.
Atakule – Ragıp Buluç
Kitap vardı evet. Steinbeck’in bir sürü kitabını okuduk. İlişkilerimiz böyleydi. Hiçbir para sorunumuz olmamıştır hiçbiriyle. Ne olduğu zaten belli, fazla bir şey olamazdı. Bazı mimarlar, sen maketi yap, ödülü alırsam sana da vereyim derdi. Ben onları hiç kabul etmedim. Çünkü o zaman “maketçi de müsabakaya girdi” olur. Yok efendim, öyle bir şey olamaz, o çok önemli benim için! Ben mimar değilim, giremem, mimarlıkla ilgili fikirlerimi söyleyemem. Çünkü ne zannediliyor biliyorsun. “Diğer müsabıkların yaptığı işleri gördü, sonra gelip bana söylüyor” zannedilir. O yüzden hiç yanaşmadım böyle işlere.
Tabii. Yarışmacıların hiçbir zaman birbirleriyle karşılaşmaması gerekir. Ona göre saat vereceksiniz. Maketi teslim alırken bile, bir diğerlerine gelmeyin arkadaş diyeceksiniz. Böylelikle hiç karşılaşma olmaz. Ancak iki müsabık birbirlerini tanırlar, severler, projelerini görmek isterler, o zaman gelsin görsün ama başka bir çalışma varsa o mutlaka ortadan kaldırılır.