Prof. Ruhi Kafesçioğlu ile, İTÜ'de atölye çalışmalarına devam eden Toprak Yapılar Çalışma Grubu'ndan, alkerden ve toprak yapıyı yaygınlaştırmaya dair çalışmalarından konuştuk.
“Çağdaş Yapı Malzemesi Toprak ve Alker” kitabı İTÜ Vakfı tarafından yeni yayınlanan Ruhi Kafesçioğlu ile, 2017’nin ilk aylarında buluşmuştuk. Beton dışı dosyası kapsamında yaptığımız söyleşide Toprak Yapılar Çalışma Grubu ekibinden Alp Akman da yanımızdaydı. Ruhi Bey’in enerjisine ve inancına olan hayranlığımı dillendirmek isterim, kendisi aktif bir şekilde araştırmaya ve paylaşmaya devam etmekte. İlham vermesi dileğiyle, buyrunuz:
Toprak Yapılar Çalışma Grubu’nun kuruluşunu anlatabilir misiniz bize? Siz öncesinde de İTÜ’de yapı kürsüsünde ders verdiniz uzun yıllar, o derslerin içeriğinde de topraktan yapı yapmaya dair aktarım var mıydı? O zamandan başlayan bir araştırma alanı mı toprak?
Ruhi Kafesçioğlu: Kuruluşumuzu kısaca anlatayım. Çok uzun sürelerden beri toprakla ilgili anlatıyorum. Anadolu kökenli bir kişi olarak Anadolu’nun bugünkü haline değil, bugüne yakışır bir hale gelmesi için hep çalıştık. Eskiden Devlet Planlama Teşkilatı, İskân Bakanlığı varken TÜBİTAK’ta da bu konuda devamlı çalışırdık. Ben üniversiteden 86’da emekli oldum, şu anda 98 yaşındayım. Uzun süre kurumsallaşma çabaları verdik; ama maalesef her seferinde çeşitli ufak tefek pürüzler yüzünden olmadı. 2014 başında İTÜ Vakfı’nın çatısı altında bir Toprak Yapı Çalışma Grubu kurduk. Bir inşaat mühendisi, bir emekli istihkam subayı, beş mimardan oluşan yedi kişilik bir gruptu Toprak Yapı Çalışma Grubu. Toprak yapıları ülkeye tanıtmak, sevdirmek amacıyla birtakım çalışmalar yapmaya koyulduk. Toprak yapıların beşiği Anadolu. On bin sene geriye kadar giderseniz, toprak yapı burada yapılmış ve buradan dünyaya dağılmış. Bütün bulgular bunu gösteriyor. Ama maalesef bu topraklarda toprak yapı geri kalmış. Aslında tuğla endüstrisi çıkınca dünyanın her yerinde toprak yapı terk ediliyor; fakat II. Dünya Savaşı sırasında toprak çok kullanıldığı ve yöneticiler toprağın faydalarını gördüğü için, bütün dünyada toprak yapıya yönelik tekrar bir ilgi doğuyor. Bizde de ilgi bu şekilde tekrar başladı. O zamanki Teknik Üniversite’de bir ekiple, çok sevdiğimiz ağabeylerimiz Mustafa İnan Hoca’nın öncülüğünde çalışmalara başladık. 1948 senesinde, Türkiye’de de toprak yapıyı geliştirmek için, bütün Anadolu yüzeyinde yaygın bir araştırma, alan çalışması yapıldı. Ondan sonra yapılacak çalışmalara veri tabanı hazırlamak amacıyla, bütün Anadolu’dan toplanan, 79 yerden alınan toprakların kerpiçleri getirildi. Şimdi rahmetli olan arkadaşlarımız Bekir Postacıoğlu ve Vahit Kumbasar laboratuvarda çalışarak, getirilen kerpiçlerin niteliklerini belirlediler; onların yorumlarını yaptılar, raporlar, dosyalar hazırladılar 1950 senesine kadar. Ama biliyorsunuz, 50 senesinde Türkiye’de bir kırılma noktası var, yönetim değişti. Yönetim değişince oluşan zihniyeti şöyle özetleyebilirim: “Gelişen Türkiye’ye toprakla uğraşmak yakışmaz”. Bu anlayışla bütün raporlar rafa kaldırıldı ve toprak yapı kötülendi. “Toprak kötüdür, yıkılır, insanlar ölür” gibi bir fikir devlete, üst tabaka yöneticilere ve tabii ki bürokrasiye yayıldı. Oradan da topluma yayıldı ve Türkiye coğrafyasında toprak yapı tu kaka oldu, tamamen terk edildi. Bütün dünyada toprak yapı tekniği gelişirken Türkiye’de durdu, on bin sene önceki haliyle kaldı ve hiçbir gelişme olmadı. Şimdi bizim hayalimiz toprak yapıyı yeniden topluma sevdirmek. Bugün toprak yapı öylesine gelişti ki Avrupa’da, Amerika’da en konforlu, en lüks villalar topraktan yapılıyor; çünkü en rahat yaşanabilen yapı türü toprak yapı. Şimdi bütün çabamız, hayalimizdeki Anadolu’yu 21. yüzyıla yaraşır, yakışır bir biçimde homojen bir yerleşmeye taşımak. Bütün gelişmiş ülkelere bakarsanız yurda yayılan homojen bir yerleşme, homojen bir kalkınma görürsünüz; ama bizde tam tersi oluyor. İllerin nüfuslarına eşit tabanlı silindirler koysanız İstanbul, Ankara, İzmir’de iki-üç tane gökdelen varken öbür taraflar yere yapışmış. Homojen yerleşme yerine belli odak noktalarında toplanılıyor. Tabii bu, gelir dağılımının da bozulmasının ve dolayısıyla ülkedeki çeşitli sıkıntıların da sebebi oluyor. Kısaca, ters düşünceyi pozitife çevirmek için çeşitli şeyler yapmaya çalışıyoruz gücümüz yettiği kadar.
Ruhi Kafesçioğlu’nun geçtiğimiz haziran satışa çıkan kitabı “Çağdaş Yapı Malzemesi Toprak ve Alker”
Toprak bir yapıda yaşamak ile betonarme yapılar içinde yaşamanın, kullanıcı konforu ve sağlığı açısından ne gibi farkları var?
Toprak yapı, hiçbir yapay araç ve donatı kurmadan, hiçbir enerji tüketimi yapmadan en sağlıklı klimatik konfor şartlarının sağlandığı yapı türüdür. Bunun için deneyler, ölçümler de var, onları da getirip gösterebilirim size. Toprak yapı bugün, dünyada, rahat yaşamı seçen kişilerin kullandığı yapı türü. En lüks yapılar toprak yapıdan yapılıyor ve insanlar orada en rahat, en sağlıklı şekilde yaşayabiliyor. Şimdilerde akıllı yapı, konforlu yapı gibi kavramlar kullanılarak yapılan yapılarda bir sürü yapay tesisat var; ama toprak yapı bunu kendi bünyesinde, kendiliğinden sağlıyor. Isı ekonomisi, enerji tasarrufu gibi açılardan pozitif sonuçlar elde ediliyor. Stabil hale getirilen toprağın deprem açısından da son derece dayanıklı bir yapı sistemi olduğu kabul ediliyor. Maalesef o deneyleri tam yapıp da raporlaştıramadık; ama Anadolu’nun deprem bölgelerine hemen birinci-ikinci günü gidip, yıkılan ve yıkılmayan binaları inceleyerek yaptığım tespitlerde gördüm ki: Nasıl doğru yapılmış bir betonarme yapı ayakta kalıyor, insanlar ölmüyorsa; doğru yapıldığı zaman toprak yapılar da yıkılmıyor.
Peki bu tespitleri devlet de yapıyor mu? Bu konuda araştırmaları oluyor mu?
Devletin kapısı buna kapalı. Biz işte bu ters düşünceyi pozitife çevirmek için çaba harcıyoruz.
Toprak Yapı Çalışma Grubu’nda atölye çalışmaları da yapıyorsunuz. Ne sıklıkta düzenleniyor bu atölyeler? Yoğun bir katılım oluyor mu?
Ayazağa’da yaptığımız iki bina var; birisi maalesef yıkıldı, birisi duruyor. Bundan biraz daha büyük bir odası var, orada yirmi kişilik gruplarla yapıyoruz atölyelerimizi. Her zaman en az yirmi kişilik bir katılım oluyor, hatta fazla başvuru olduğunda “bir sonrakine gelin” dediğimiz oluyor. Söz konusu bina 95 yazında yapıldı; yani yirmi bir kış geçti. Olası yıpranmaları izlemek için dışını sıvamadık; kalıp iziyle duruyor. Yirmi bir kış ve bir deprem geçirdi ve en ufak bir yıpranma yok binada.
1995’te yapılan II. Deneme Evi, İTÜ Ayazağa Kampüsü
Atölyelere kimler katılıyor? Öğrenciler, araştırmacılar, kendi evini inşa etmek isteyenler…
İki grup var. Bir öğrenciler var, merak ediyorlar; bir de genellikle kerpiç evde doğmuş büyümüş olanlar. Bütün dünyada toprak yapıya yönelik çok güçlü bir akım var; bizde de bu dışarıdan gelen etki ile mimarlık camiasında toprak yapıya dönük bir ilgi oldu. Hatta üniversitelerde de toprak yapı projeleri de yapılmaya başlandı.
Konu aynı olsa dahi öğrenci, yetişkin mimar ve inşaat mühendislerine ayrı ayrı yapıyoruz. Sözde birazcık farklılık oluyor; öğrencilere biraz farklı konuşuyoruz, yetişkinlere daha farklı konuşuyoruz. Ben varım, Alp Bey var, oğlum Murat Kafesçioğlu var, Özgül Öztürk Hanım var. Bir ekip çalışması ile programı yürütüyoruz.
Toprak yapı tekniklerinin Anadolu’dan çıktığından bahsettiniz. Türkiye’nin farklı bölgelerinde uygulanan farklı toprak yapı teknikleri var mı?
Köken Güneydoğu Anadolu; Konya da dahil, Alacahöyük, Çatalhöyük… MÖ 10.000 senesine kadar giden yapılar var. Çok enteresandır, bugünden daha büyük boyutlu bloklar, onlarla duvar ve tonoz yapmışlar binlerce sene önce. Herhalde insanlar daha güçlüymüş o zamanlar. Afrika’da hala kalıp yapmayı bilmeyen ülkeler var. On bin sene önce Anadolu’da blok yapılmış, beşiği burası, buradan bütün Avrupa’ya yayılmış. Bir de belirli iklim şartlarında yaşayan insanlar belirli şeylere yönelmiş. Mesela Meksika’da bir köyün resmi ile bir Mardin köyünü yan yana koyunca çok büyük benzerlikler ortaya çıkıyor. Meksika ile Mardin köyü arasında bir bilgi alışverişi söz konusu değil; ama insanlar aynı şartlarda aynı şeyleri yapmışlar. Doğa, insana ne yapacağı konusunda yön veriyor.
Biraz da alkerden bahsetmek istiyorum.
Benim çocuk… Toprak, doğal haliyle iyi bir şey ama iyi taraflarının yanında bugünkü yaşantımıza göre yetersiz kaldığı ve sakıncalı olduğu yönleri de var. Bunları gidermek için çeşitli yöntemler geliştirmişler. Üniversitede malzeme dersini verdiğimde, 57 senesinde, alçıyı araştırırken gördüm ki alçı kullanımı eski Türk teknolojisinde çok var iken terk edilmiş, artık çok az kullanılıyor; çünkü hiç araştırılmamış. Bayındırlık Bakanlığı’nın nizam şartnamelerine girmediği için devlet kullanmıyor, devlet kullanmayınca halka da sirayet etmiş. Araştırırken bir gün şunu hatırladım: ben ortaokul öğrencisiyken babam Sivas’ta sağlık müdürüydü, bir gün oturduğumuz evin dış sıvası döküldü ve bir usta geldi, iki tane beyaz toz ve elenmiş toprak getirmişti yanında. Yandaki yamağına “Acı kireç ver.” dedi, toprakla karıştırdı biraz su koydu; sonra “Tatlı kireç ver.” dedi, karıştırdı sıva yaptı. Dış sıva eksi otuz-otuz beş dereceye kadar olur. Sonraları acı kireç dediğinin normal kireç, tatlı kireç dediğinin de alçı olduğunu öğrenince ben şöyle düşündüm: Eksi otuz beş derece olan yerde sıva oluyorsa bundan niye blok olmasın? O zaman üniversitede laboratuvar da yoktu, kürsüde küçük bir odayı laboratuvar haline getirdik ve ilk denemeleri yaptık, olumlu çıkınca da bir TÜBİTAK projesi haline getirdik. O zamanki asistan arkadaşlarla dört sene çalışıp bir proje yaptık. Alçıyı toprağa katarak alkere ulaştık. Alker: alçı ve kerpiçten geliyor. Yalnız bugün bildiklerimi o gün bilseydim alker demezdim.
1983’te yapılan I. Deneme Evi (İTÜ Anaokulu)
Çünkü şöyle bir şey var, kerpiç sözcüğü Türkiye’de öyle bir yerleşmiş ki, binlerce sene önceden kaldığı haliyle kalmış. Türkçede kerpiç dediğiniz zaman suya karşı dayanıklılığı olmayan, hiçbir basınç direnci olmayan ve bugünkü usullere göre çok yetersiz olan bir malzeme akla geliyor. Bugünün dünyasında, batıda, toprak yapı hiç öyle değil; son derece suya dayanıklı, basınç dayanımı çok yüksek, her türlü şarta uyan bir malzeme. Batı dilllerinde o zaman kullanılan “adobe” sözcüğü bugün her türlü blok için kullanılan bir sözcük olmuş, ama Türkiye’de kerpiç sözcüğü yalnızca bir şeyi belli ediyor. Onun için ben bugün kerpiç sözcüğünü sadece eski yapılardan bahsederken kullanıyorum, çünkü onlar kerpiçten yapılmış. Ama bugün artık alker veya başka herhangi bir iyileştirilmiş malzemenin bizim kerpiçle hiçbir ilişkisi yok, kerpici çok aşmış malzemeler. Onun için artık “toprak blok” diyoruz, kerpiç sözcüğünü de yalnızca eski yapılardan söz ettiğimiz zaman kullanıyoruz. Alker birçok stabilizasyon yöntemlerinden bir tanesi; fakat hepsine göre birtakım farklılıkları var. Alker yapay ve insan sağlığı açısından sakıncalı hiçbir katkı içermiyor; toprak, alçı ve kireçten oluşuyor. Bir diğer özelliği, ürettiğimiz malzemenin tamamen suya dayanıklı olması. Deprem açısından da önemli olan özellikleri var; mesela çok rijit olan malzeme bir darbe vurunca dağılır, ama sünek malzeme hacmi değişmeden biçim değiştirebilir. Alçı-kireç-toprak üçlüsü başka karışımlardan farklı bir sonuç veriyor, malzeme sünekleşiyor, kırılganlıktan sürekliğe geçiyor; bununla birlikte kayma direnci çok artıyor, kopma enerjisi çok artıyor, bunlar deprem için son derece önemli şeyler. Alker üretimi kolay bir malzeme, çok sıkıştığınız zaman küçük şantiyelerde, tek evlik şantiyelerde, hiçbir laboratuvara gitmeden -tabii ki bir laboratuvarda çalışmak her zaman için iyi- birtakım görsel deneylerle son derece olumlu sonuçlar alma olasılığı var. Tabi Türkiye’de o kadar çok olanak var ki… Bölgelere göre çok farklı stabilizasyon yöntemleri de kullanılabilir. Bunlar içinde benim her zaman tavsiye ettiğim, termik santrallerin uçucu küllerinin kullanılması. Bütün Anadolu’da, her tarafta var. Bu küller çevre kirleten bir artık iken, bunu ekonomiye katıp, kireçle belli oranlarla karıştırınca son derece olumlu sonuç alabiliyorsunuz. Sonra volkanik tüfler var… Ama bunlar muhakkak laboratuvar çalışmaları ile desteklenmesi gereken şeyler. Alkerin farklılığı, buna gerek kalmadan yapılabilir olması.
Şimdi, yeni başladığınız atölyelerde alker üzerine çalışıyor musunuz?
Tabii tabii, onlara gösteriyoruz.
II. Deneme Evinin duvarlarının kalıp alındıktan sonraki gorüntüsü (Foto: B. Işık)
Toprak yapıların bakımı nasıl oluyor?
Eğer Ayazağa’daki eve giderseniz yirmi sene hiçbir bakım yapmadan, kapısı kapalı öyle durdu. Yirmi sene sonra biz onu tekrar kullanmaya başladık. Hiçbir bakım olmadı. Çatısı akmış, kiremitler bozulmuş; ancak yapısal olarak hiçbir yıpranma yok. Ama isterseniz her türlü sıva, her türlü renk yaparsınız. Bugün Almanya’da çok değişik renk skalasında, istediğiniz sertlik yüzeyinde sıva yapmak mümkün. Kat yüksekliğinde, 2-3 cm kalınlığında, panolar üretmek mümkün. Mesela tarım toprağı diyorsunuz, tarlada başka, bahçede başka, bitki yetiştiriyorsanız başka oluyor. Yapıda da kullanacağımız yer ve amaca göre düzenlenmiş, ona göre ayarlanmış toprak kullanıyoruz. Mesela toprak sıva yapacaksak, iç sıvada beklediğimiz şeyler başka, dış sıvada başka oluyor. Kullanacağınız yer ve amaca göre bileşim ayarlanıyor.
Mimarlık eğitiminizi İTÜ’de aldınız. Oradan mezun olduktan sonra yapı kürsüsünde mi devam ettiniz?
İTÜ daha kurulmadan Yüksek Mühendis Mektebi öğrencisiydim. Mezun olduktan sonra dört buçuk sene serbest çalıştım. 43 Haziran’ında mezun oldum, 47 sonbaharında üniversiteye, yapı kürsüsüne asistan olarak geldim. O dönemlerde asistanlar bilgilerini pekiştirsinler diye dış ülkeye gönderilirdi. Dört buçuk sene geç üniversiteye girdiğim için benim kuşaktaki listenin sonuna kalmıştım, o sırada da doçent olmuştum. Doçent olarak gittim yurtdışına. O zamanki kürsüde Orhan Safa vardı, mimarlık eğitiminde önemli isimlerden birisidir. Malzeme dersini inşaat fakültesinden gelen hocalar anlatırdı, mimarlık fakültesinde malzeme dersi yoktu, yani malzeme ile uğraşan kimse yoktu. İşte o serbest çalıştığım zamanda edindiğim pratik bilgilerden, malzeme yapı ilişkisini öğrenmiştim, “Ben malzemeyi üstlenmek istiyorum” dedim, o da “Çok iyi olur.” dedi. Malzeme dersini yüklenmeyi kolaylaştıracak bir programa gittim yurtdışına, iki sene orada kaldım. O zaman da 55-57 seneleri. Harp sonrası endüstrinin patladığı bir dönem, Almanya’da özellikle. Malzemelerin yeni keşfedildiği bir dönem. Bunları öğrenmek fırsatı oldu. Gelip malzeme dersini üstlendim 57 senesinden itibaren, 40 sene İTÜ’de malzeme hocalığı yaptım.
O sıralar öğrencilerinize toprakla ilgili eğitim veriyor muydunuz?
Söylediğim gibi, 48’de Anadolu’dan alınan örneklerle yapılan araştırmaya ben de katılmıştım. Malzeme dersini yüklenince, hiç programlarda olmayan toprak, su ve havayı da malzeme dersinin programının içine koyduk. Toprak, su ve hava da yapının oluşmasında önemli faktörlerdir. Eskiden inşaat fakültesinden gelerek yalnız betonun anlatıldığı malzeme dersini; malzeme, taş ve mimarlıkta kullanılan diğer malzemeler olarak üç bölümde yaptık. İlk başlarda, ben hepsini üstlenmeden önce, beton için yine inşaat fakültesinden bir arkadaş, taş için de maden fakültesinden jeolog bir arkadaşla üçlü bir grup kurduk. O üçlü grupla senelerce üç ayrı fakültede, üç ayrı dersi beraber götürdük. Sonra o oturdu, asistanlar yetiştirdik. Hiç laboratuvar yoktu Mimarlık Fakültesi’nde, şu anda var. Yerli ve yabancı her malzemenin örneğini hemen her öğrenciye gösterebileceğimiz çok zengin bir malzeme arşivi var, her türlü deneyin yapılabildiği laboratuvarlar var, deneysel doktora çalışmaları da yapılıyor.
Viranşehir Şantiyesi’nden fotoğraflar (Viranşehir’de kalıplık panolarla çok düzgün döküm yaptıkları görülüyor)
Kırsalda yaşayanlar kendi evlerini istedikleri malzemeden inşa edebilmek konusunda daha avantajlı, bu kişilerle toprak malzemeye dair bilginin buluşması, sizce nasıl olabilir? Toprak Yapılar Çalışma Grubu’nda verdiğiniz derslerde, öğrencileriniz üzerinden bu bilgiyi yayıyorsunuz; fakat akademi dışında yöntemler bulunabilir mi?
Şimdi asıl amacımız o; ama ulaşmak çok zor. Ben de istiyorum; ama çok yaşlı birisi olarak hareket kabiliyetim az, çok sınırlı bir alanda çalışabildiğim için hiç sahaya girme olasılığım yok. Mimarlık Fakültesi içinde bir araştırma merkezi kurma çabalarımız var. Şimdi vakıf çatısı altında, vakfın olanaklarıyla çalışabiliyoruz. Maddi desteğimiz yok, kendi çabalarımızla ne yapabilirsek yapıyoruz. Yine de yavaş yavaş, yayılma oluyor. Dünyada olduğu için yansıyor buraya, mimarlık camiası toprağa duyarlı. Bir şey yaptığımızda büyük bir geri dönüş oluyor, toplantılar düzenliyoruz mümkün olduğu kadar. Küçük bir kadro ama, gerekli çabalarımızı harcıyoruz.
Mesela Viranşehir’de çok enteresan bir uygulama oldu. Metin Yeğin isminde çok girişken bir avukat, orada organik yaşam köyü kurma girişiminde bulunmuş, Viranşehir Belediyesi ile anlaşmışlar. Orada, belediyenin de desteğiyle, çok değişik gruplardan gelen insanlardan kooperatif kurmuşlar. Belediye onlara yerleşmek için bir arazi, bir de tarım arazisi vermiş. Onlar da kerpiç yapalım diye başlamışlar, ondan sonra alkeri duymuşlar, alkere dönmüşler. Prof. Bilge Işık’tan bilgi alarak ve kendisinin katılımıyla uygulamaya başlamışlar. Evlere başlamışlar, sonra birtakım tıkanıklıklar olmuş. Tesadüf beni buldular, gittik Viranşehir’e inceledik. “Şurası yanlış, şurası doğru, şunu şöyle yapın…” diye bilgi verdik. İTÜ’den 20 kişilik bir öğrenci grubu da bizimle geldi; bir hafta orada kalarak projeye katıldılar. Yedi aile, kendileri çalışarak kendi evlerini alkerden yaptılar, şimdi orada oturuyorlar. Yedi ya da on tane ev yapıldı. Hiçbir teknik destek olmadan, sadece tarifleri dinleyerek yaptılar. Onların içlerinden bir tanesi, betonarme inşaatta çalışmış bir kalıp ustası, ötekileri sıradan köylü. Hiç inşaat bilmeyen insanlar yapabildi evlerini. Enteresan bir uygulama oldu. Toplumda bir istek var, üst düzeyde genç mimarlar arasında bir istek var; ama daha bir alevlenme olmadı, bu kıvılcımı biraz daha güçlendirmek için çalışıyoruz. Mesela İnşaat Mühendisleri Odası’nda konferanslar düzenledik, üniversitelerde konferanslar düzenledik. Böyle şeyler yapmaya çalışıyoruz gücümüz yettiği kadar.
Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkürler.
Not: Toprak Yapılar Grubu’nun internet sitesine buradan ulaşabilirsiniz.