Türkiye'de mimarlık eğitiminin durumunu araştırdığımız Arkitera Kampüste projesi kapsamında Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Bölümü Başkanı Yrd.Doç. Tayfun Gürkaş ile konuştuk.
Tayfun Gürkaş: Mardin Artuklu Üniversitesi 2007 yılında kurulmuş ama mimarlık fakültesi 2006 yılında Dicle üniversitesi bünyesinde “Mardin Artuklu Mimarlık Fakültesi” adı altında eğitim vermeye başladı. 2010 yılında ise başta Halil İbrahim Düzenli olmak üzere Evrim Düzenli, Zehra Tonbul ve Süleyman Tursun ile Mardin’de eğitime başlıyor. Daha sonra kadrosu genişliyor. Kuruluş öyküsünün en ilginç kısmı, bana kalırsa, burasının bir sosyal bilimler üniversitesi olarak hayal edilmesi; üniversite bünyesinde mühendislik veya tıp fakültelerinin bulunmuyor ve son zamanlarda sayısı azalmakla birlikte en fazla yabancı uyruklu öğretim üyesini kadrosunda bulunduruyor. Dünyanın birçok bölgesinden sosyal bilimciler bu üniversitede üretimde bulunuyor. Bu nedenle mimarlık, fen bilimleri mantığı ile çalışmak yerine sosyal bilimler mantığı ile çalışıyor. Derslerimiz iki başlık altında toplanıyor; tasarım ve mimarlık tarihi. Eğitim anlayışımızı formüle edecek bir cümle kurmam zor. Olsa olsa en fazla deneysel diyebilirim. Bunu, genellikle olduğu gibi, övünmek için değil bir tür el yordamı ile işlerimizi hallettiğimizi söylemek için yazıyorum. Hiçbir projenin önceden verilmiş kararı yok. Sınıf ayrımına dayalı zorluk derecelerimiz yok. Hatta bir iki dönem düşey atölyeyi bile denemiştik. Olumlu ve olumsuz yanlarını anlamamızı sağladı. Öğrenciler birbirlerinden daha kolay öğreniyor ama değerlendirme daha zor oluyor. Bir dönem öğrenciler hiç çizim yapmadan sadece metin ürettiler. Maket malzemesi bulmak çok kolay değil. Bu, dijital çizimlere daha çok yüklenmemize neden oldu. İyi maket yapan öğrencimiz var mı emin değilim, belki bir iki tane ama grafik tasarım en sevdikleri konu. Birçok konuda yetkin değiliz bu nedenle yoğun bir misafir trafiğimiz var. Dışarıdan çok besleniyoruz. Farklı alanlardan insanlar ile çalışmak bize çok şey katıyor. Teolojiden dil bilime, felsefeden grafik tasarıma, antropolojiden genç mimarlık bürolarına, alakasız gibi görünen birçok farklı alandan bize bir şeyler anlatmaya gelen insanlar var. Kısacası öğreniyoruz. Çok kolay fikir değiştirebiliyoruz ve atölyelerimizi yeni fikirlere açabiliyoruz. Yerleşik kararlarımız pek yok. Bunu sağlayan en önemli etmen, en büyük avantajımız da öğrenci sayımızın azlığı ve daha az bürokrasiye sahip olmamız. Bu konuda aklıma gelen başka bir şey ise ders saatlerinden çok aslında ders dışı zamanlarda birbirimizden çok şey öğrendiğimiz. O sırada kimin aklına bir şey takıldıysa, kim ne okuyorsa ya da seyretmek istiyorsa beraber yapmayı tercih ediyoruz. Okul beşten sonra daha kullanılır oluyor.
Bir önceki soru ile bağlantılı cevap verebilirim. Evet, müfredat konusunda yerleşik kararlarımız yok ama mekan kullanımı açısından var. Örneğin okul 24 saat açık kalacak diye bir karar verdik. Fakülte kampüs içerisinde değil, Eski Mardin’in sonunda yer alıyor. Ulaşım görece zor. Bu nedenle öğrencileri belirli bir saatte okuldan çıkarmak çok anlamsızdı. Bu karar ayrıca şunu da kapsıyor, okul hafta sonları dahil 24 saat “herkese” açık. Güvenlik sadece bir danışma olarak yer alıyor. Okulun alt yapısını herkes kullanabiliyor, kütüphanesinden internetine. Bağımsız araştırmacılar ya da tamamen tesadüf eseri yolu Mardin’e düşmüş sanatçılar mekanlarımızı kullanabiliyor. Okulların en büyük kaygısı olan güvenlik problemlerini henüz yaşamadık. Bölgenin olumsuz imajını düşünürsek bunun önemini anlatabiliyorumdur umarım. Kampüse uzaklığın dezavantajı bize başka bir karar aldırdı. Mümkün olduğunca diğer fakültelerin öğrencilerini bizim okula çekmeye çalışıyoruz. Bu nedenle bir önceki cevapta söylediğim kişiler ders vermeye değil seminer vermeye geliyor. Diğer fakültelerin öğretim üyeleri mümkün olduğunca derslerini bizim fakültede yapıyor, bunu özellikle talep ediyoruz. Lisansüstü programı ise bir başka açıdan önemli çünkü çevre illerdeki birçok akademisyen adayı Mardin’e geliyor.
Mardin’in bize katkısı ise zaten yukarıda söylediklerimi var ediyor olması. Başka bir şehirde bambaşka bir şey olacağına eminim.
Mekanın çok belirgin bir katkısı olduğu inkar edilemez. İzin verdiği veya vermediği ilişki biçimleri üzerinden kendimizi tarif ediyoruz. Türkiye’nin tek bir mimarlık eğitimi biçimine indirgenebileceğini düşünmüyorum. Bu nedenle “derslikler yeterli mi?” sorusuna ancak “bilmiyorum” diyerek cevap verebilirim. Eğer soru niceliksel bir soru değil ise bizim açımızdan evet, yeterli. Kendimizi mekana göre konumladık. Tüm stüdyo ve derslikler aynı mekanda toplandı. Stüdyolar açık, duvarları yok. İsteyen istediği gibi dahil oluyor ve kaçıyor. Bu daha sessiz bir ortama ihtiyaç duyulan dersler için sorun oluyor mu? Başlarda oluyordu, daha sonra alıştık. Bilgisayar laboratuvarları için hala sorun yaşıyoruz çünkü tam olarak nasıl kullanacağımıza her yıl yeniden karar vermek zorunda kalıyoruz.