“Aylarımız Bir Çizgi Bile Çizmeden Sadece İnsanlarla Muhabbet Ederek Geçebiliyor”

San Francisco’daki son günümde, kamusal alana sosyal ve politik bir soru olarak yaklaşan peyzaj ve mimarlık ofisi CMG'den Haley Waterson ile söyleştim.

San Francisco’daki son günümü CMG Peyzaj Mimarlığı Ofisi’nde ilham verici bir günle tamamladım. Şansım da yaver gitti ve sadece 20 dakikalık bir randevu alabilmişken ofis içi toplantılarına sızıp, ofisin tüm tasarımcılarıyla öğle yemeği yiyip, stajyer mimarlık öğrencileriyle uzunca sohbet edip görüşme için randevulaştığımız peyzaj mimarı Haley Waterson ile uzun uzun konuşma fırsatı buldum.

CMG, San Francisco’da kamusal alanı bir politik ve sosyal soru olarak yaklaşan tek ofis, şimdilik. Bu tutumlarını tasarımın her aşamasında da koruyorlar. Kendi aralarındaki toplantılarda da en çok üzerinde durulan nokta dayatmacı olmadan veya teknokratik çıkmazlara girmeden halkı nasıl tasarım sürecine dahil edebilecekleri konusu. Bir şey çizip beğenip beğenmediklerini sormak katılımcı bir süreç tariflemiyor ve bunun çok farkındalar. Halkla gerçekleştirdikleri görüşmelerden önce seçtikleri kelimeler, kullandıkları görseller, giydikleri kıyafetler gibi birçok detay üzerinde incelikle çalışıyorlar ve her aşamadan sonra aldıkları geribildirimleri ofiste diğer çalışma arkadaşlarıyla paylaşıyorlar. 

CMG ofisinin kendi ortamı da kurumsal profillerine paralel. Bir mağaza gibi sokak kotundan kolayca ulaşabildiğiniz, sizi kocaman samimi bir yemek masasıyla karşılayan ama ardında onlarca proje masasının üzerinde arı gibi çalışan 40 tasarımcıyı izleyebildiğiniz büyük bir hangar. Ofisin ortakları da stayjerleri de sürekli çalışıyorlar, tartışıyorlar, şakalaşıyorlar. Bana CMG’de geçirdiğim zaman kendimi çok iyi hissettirdi ve profesyonel hayatta ideallerini kaybetmeden var olmak konusunda çok ilham verdi. CMG’den Haley Waterson ile yaptığımız söyleşinin size de ilham vermesi dileğiyle, iyi okumalar….

İrem Korkmaz: Kamusal alan kavramı geleneksel olarak demokrasi düşüncesiyle ilişkilendirilmekte. Sizce hangi noktada şehirdeki yabancılar bir toplululuk oluşturmaya başlıyor ve bu ilişkiyi projelerinizde nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Haley Waterson: Biz her zaman mekanlar insanlara demokratisiyi ve eşitliği nasıl hissettirir, bunu anlamaya çalışıyoruz.  Aslında “demokrasinin” doğru kelime olduğundan da emin değilim, bu kısım bence hala bir soru işareti. İnsanları içtenlikle karşılayan bir mekan oluşturmak ve herkese eşit mesafede durmak önemli olan. Bunun için de her kesimden insanı dinlemek, mekan üretimine dahil etmek ve onların projelerde bir şekilde katılımcı rol üstlenmelerine fırsat vermek gerekiyor. Biz hala araştırmaya devam ediyoruz: mekanı nasıl zenginleştirebiliriz, seçtiğimiz malzemeler nasıl görünür ve neler hissettirir, insanlara mekanda söz hakkı nasıl tanınabilir… Topluluğun arasındaki bağlar bizim tasarım sürecimize çok büyük katkılar sağlıyor. Tanımadığımız yerler hakkında başka kaynaklardan ulaşamayacağımız bilgiler ediniyoruz. Özellikle o yere  ait hikayeleri tasarım için bir başlangıç noktası, bir ilham kaynağı olarak görüyoruz. Bu bağların öğretici yanının yanı sıra tasarlanan mekana kattığı farklı anlamlar da var. Bir proje üzerinde istediğimiz kadar detaylı çalışalım, o proje alanı halk tarafından benimsenmiyor ve kullanılmıyor ise hiçbir mekansal değerden bahsedemeyiz. İnsanların oraya gelip satranç oynamasına ihtiyacımız var, sokağı kolaçan edip bir şeylere zarar veren kaykaycıları uyarmalarına ihtiyacımız var. Bu tip ilişkiler de en az detay çizimleri veya malzeme seçimleri kadar mimari değerler üretiyor. 


UC San Francisco 4th Street Plaza, 2011 – 2015

İK: Katılımcılardan gelen geribildirimlerde tasarımcı gözüyle daha önce hesaba katmadığınız bakış açılarıyla karşılaşıyor musunuz? 

HW: Evet, her zaman. Sadece, dinlemenin ağızdan dökülen kelimelerden ibaret olmadığının farkında olmak gerekiyor. Katılımcıların görüşleri çok farklı şekillerde dinlenebilir. Bazen onların söylediklerini tasarımcı kimliğiyle yorumlamak gerekebiliyor. Ben bu konuyla ilgili sıkça Underramp Park projesi örneğini veriyorum. Bu proje özetle, inşa edilen büyük bir viyadüğün altında kalan kentsel boşluğu, bulunduğu mahallenin kamusal alan ihtiyacını karşılayacak şekilde tasarlamak üzerineydi. Katılımcılarla yaptığımız bir atölye srasında burada ne görmek istediklerini sorduğumuzda aldığımız cevaplardan biri “Geceleri ateş saçan bir metal ağaç heykeline ne dersiniz? Burning Man’de birçok kez örnekleri yapıldı.” oldu. Kamu güvenliği gerekçesiyle tabi ki söyleneni kelimesi kelimesine yapamadık ama ana fikri çıkardık ve tasarım girdisi olarak ele aldık. Demek ki sanata karşı bir ilgi varmış, aydınlatma ihtiyacı hissediliyormuş ve bu aydınlatma elemanının sanatsal bir dokunuşa sahip olması iyi olurmuş. Aynı şekilde dil ve ifade biçimleri üzerine de çok şey öğreniyorsunuz. Örneğin başka bir proje için hazırladığımız ilk sunumlarda “doğal [natural]” kelimesini kullanmıştık. Kastettiğimiz şey tabi ki parkın ekolojik değeriydi ama bu halk tarafından tamamen olumsuz karşılandı. Çünkü “doğal çim alanı” onlara vahşi hayatı ya da esrar otunu çağrıştırıyordu. Bu hassasiyetleri ofiste kendi kendinize beyin fırtınası yaparak düşünmeniz mümkün değil. 

İK: Halkı projeye dahil etmek ve ilgilerini tüm proje süresince korumak için neler yapıyorsunuz? 

HW: Sanırım kilit nokta başından sonuna kadar katılımcılarla birlikte hareket etmek. Ofiste bir şey çizip “Bunun hakkında ne düşünüyorsun?” demek değil olay. Bu şekilde olduğunda gerçekten fikirlerini soruyorsun gibi gelmiyor kulağa. Mesela biz henüz hiçbir şeye başlamadan, plansız programsız gidip insanlarla tanışıyoruz Bazen aylarımız bir çizgi bile çizmeden sadece çalışma alanına gidip insanlarla muhabbet ederek bile geçebiliyor. Çünkü güven inşa etmenin en önemli adım olduğuna inanıyoruz. Bu adımı geçiştirmediğinizde katılımcı süreçten bahsetmek imkansızlaşıyor. Ne de olsa sizi yakından tanımadıkları sürece onlar için güç mekanizmasının birer temsilcisisiniz ve tehdit olarak algılanıyorsunuz. Önce onlardan biri olduğunuzu göstererek bu algıyı kırmanız, yapılacak projede onların da çıkarlarını gözeteceğinize ikna etmeniz gerekiyor. 

Yerba Buena Street Life Plan, San Fransisko, 2010 – 2011, bkz

İK: Katılımcı tasarım süreci ve sosyal projeler genellikle kar getirmeyen projeler olarak görülüyor. Siz bu algıyı nasıl aşıyorsunuz? 

HW: San Francisco’da inşa edilen kamusal projeler için sağlanması gereken belirli bir sosyal etkileşim zorunluluğu var. Bu zorunluluğu yerine getirmediğinizde ciddi yaptırım karşılaşıyorsunuz; projenin durdurulması da bunlardan biri. Yapmanız gerekiyor; ama aynı zamanda iyi yapmanız da gerekiyor. Biz CMG olarak bu nedenle ve bu motivasyonla katılımcı sürece başvuruyoruz. Bazı insanlar hala sosyal etkileşimi yangın yönetmeliği, erişilebilirlik yönetmeliği gibi listedeki bir başka madde olarak görse de artık yatırımcılardan yüklenicilere kadar daha fazla kişinin sosyal etkileşimin ve insanları mutlu edebilmenin önemini anladığını düşünüyorum. Bunun değerini anlamayanlar da projeyi iptal edilmeden tamamlayabilmenin değerini anlıyorlar. 


Yerba Buena Street Life Plan, San Fransisko, 2010 – 2011, bkz

İK:Katılımcı süreçlerde kendi sorumluluk alanınızı nasıl belirliyorsunuz? 

HW: Bence tasarımcılık en donanımlı ve kapsamlı meslek dalı. Tasarımcılar olarak fikirlerimizi ifade ediyoruz, onları nasıl sunacağımızı biliyoruz, görseller üretebiliyoruz, karmaşık konuları algılayabiliyor ve ilişkilendirebiliyoruz. En zor kısım ise toplulukla irtibata geçince başlıyor. Bu noktada her görselin ve her kelimenin büyük özenle seçilmesi gerekiyor. Diğer insanlar bizim fikirlerimizi sunuş şeklimizden nasıl anlamlar çıkarabilir diye çokca kafa yoruyoruz: “Bu resimde hep beyaz insanlar var bunu kullanamayız… Bunda büyük ağaçlar var, olmaz; çünkü büyük ağaçlar San Francisco’da mutenalaştırmanın sembolü oldu.” gibi. Halka ulaşmak emek istiyor ve çoğu zaman zorlayıcı olabiliyor. Henüz dengesi kurulabildi mi bilmiyorum ama eminim ki yakında bu işi de halletmiş olacağız.


Crack Garden, San Fransisko, 1999


Crack Garden, San Fransisko, 1999

Etiketler

Bir yanıt yazın