“Aynı Ağacın Gölgesinde Oturmuş, Yeni Oluşan Yapıları Hiç Yadırgamamış… İşte Ben Bunun Peşindeyim”

"Yere Ait: Ersen Gürsel Mimarlığı" sergisini ve Ersen Gürsel'in mimarlığa bakışını mimar Ersen Gürsel, EPA'dan Oya Erar ve küratör Gizem Albayrak ile konuştuk.

Mimarlar Odası’nın Sinan Ödüllü Mimarlar Programı çerçevesinde düzenlediği, geçtiğimiz yıl Büyükkent Şubesi’nin Karaköy’deki binasında açılışı yapılan “Yere Ait: Ersen Gürsel Mimarlığı” sergisi, 28 Eylül’de TED Üniversitesi Yeni Kampüs’te Ankaralı izleyiciler için ziyarete açıldı. Sergi, sadece Ersen Gürsel’in meslek yaşamı boyunca ürettiği çalışmaların kapsamlı bir özetini ortaya koymuyor; aynı zamanda mimarın kişiliğine ve hayata bakış açısının şekillendirdiği mimarlığına dair ipuçlarının yakalanacağı bir anlatı sunuyor. Yani klasik bir retrospektif sergi olmanın çok ötesine geçiyor. Öyle ki, serginin kurgusunun oluşumunda büyük emek harcayan Gizem, sergi sürecini “neredeyse tez kapsamında bir araştırmaydı” diyerek özetliyor. Bu zahmetli sergileme çalışmasını ve Ersen Gürsel’in mimarlığa bakışını mimar Ersen Gürsel, EPA’dan Oya Erar ve küratör Gizem Albayrak ile konuştuk.

Bahar Bayhan: “Yere Ait: Ersen Gürsel Mimarlığı” Sergisinde 53 yıllık bir mesleki yaşam öyküsü gözler önüne seriliyor. Akademi yıllarından meslekteki ilk deneyimlere ve sonrasında çeşitli ölçeklerdeki projelere kadar Ersen Gürsel Mimarlığına dair kesitler görüyoruz. Serginin temel düşüncesi neydi, ziyaretçilere ne sunmayı amaçladınız?

Gizem Albayrak: Sergi, Mimarlar Odası’nın Sinan Ödüllü Mimarlar Programı çerçevesinde gelişti. 2014’te seçici kurul, Mimar Sinan Büyük Ödülü’ne Ersen Gürsel’i layık görürken mimari yapıtlarının ötesinde, meslek örgütlenmesine katkıları, meslek etiği anlamındaki tutumu, mimarlık ve şehircilik alanlarını harmanlayan bakış açısına vurgu yapmıştı. Yani mimar kimliği ve karakteri, üretimleriyle bir bütün olarak gözetilmişti. Dolayısıyla sergide onu bu noktaya taşıyan tüm birikimini, farklı yönlerini, kişiliğiyle ve düşünce dünyasıyla bir bütün olarak anlatmayı anlamlı bulduk. Bu nedenle, mimarlık üretiminin öncesine de bakarak, mimarın düşünce yapısının nasıl şekillendiğini de izleyici ile paylaşmayı önemsedik.

Sergi hazırlığı bizim için çok dinamik bir süreçti. Arşivi tararken, önceden karşımıza çıkmamış dokümanlar, çizimler, gezi fotoğrafları, gözlem eskizleri ortaya çıktıkça sergi de farklı biçimlerde şekillendi. Üniversite öncesine, Akademi’deki eğitim yıllarına, sonrasında yaptığı yurt dışı ve yurt içi gezilere bakma fırsatımız oldu. Sonrasında gelen mimari üretimlerine ilk dönem yarışma projeleri, planlama çalışmaları ve modüler sistemle tasarlanmış ilk projeleri üzerinden bakmaya başladık. Baktıkça mimari üretimle hayat öyküsü arasındaki bağlar daha da anlam kazandı. Bugüne dek gelen mimari üretimleri ile bu ilk dönemi şekillendiren girdilerin arasında doğrudan bir bağ olduğunu fark ettik. Bizim gördüğümüz bu ilişkiyi sergi aracılığıyla izleyicinin de kurabilmesini istedik.

“Sergiyi bir seçilmiş işler derlemesi olmaktan bir adım öteye nasıl götürebiliriz?” sorusunu sorduk. Burada bizim için önemli olan, Ersen Gürsel’in yaşamı ve mimarlığına dair daha bütünsel düzeyde bir kavrayışı izleyici ile paylaşmak.


Fotoğraf: Cemal Emden

“Mimari tasarıma hangi düşüncelerle başlanmış? Buna odaklandık.”

Siz bu serginin hazırlık sürecinde nasıl bir yöntem izlediniz?

Ersen Gürsel: Çalışma sürecinde Gizem’in soruları üzerinden geçmiş süreçleri hatırlamaya çalışıyordum. İçine girdikçe çalışmanın nereye varacağını merakla izlemeye başladım. Ofiste arşiv anlamında dağınık bir düzenimiz var. Böyle bir sergi aslında hiç aklımda yoktu, biraz da tesadüfen, ödül vesilesiyle ortaya çıkmış oldu. Açıkçası korkuyordum, hazırlık sürecinde işler uzayacak diye. Üretimde tezgahın başından ayrılmak istemiyorum, orada olmak daha çok hoşuma gidiyor! Böyle bir noktaya gelineceği hiç kimsenin aklına gelmiyor tabii. Meslek alanının içine dalmışız, gidiyoruz… Hatta ilk yıllarda tarih de atılmıyordu projelere. Proje bir yere gidecek, ruhsatlandırılacak vs., ancak o zaman tarih atılıyor. Gizem tüm çalışmalarımızı sabırla inceledi. Yazılar, konuşmalar, projeler, eskizler ve fotoğraflar üzerinden, meslek yaşamımı okumaya başlamıştı. Sergi hazırlıkları vesilesiyle anladım ki bunlar belgelendiği anda hepsi birbirini izliyor ve aslında bu çok önemli.

Oya Erar: EPA’da biraz karmaşık bir çalışma sistemimiz vardır; düzenli bir arşivimiz olmamıştır. Gizem sergiyi düzenlerken bir yandan Ersen Gürsel’in bu işe başladığı tarihten itibaren yaptığı çalışmalar ve EPA’yı bugüne kadar getiren işlerimiz yeniden gözden geçirildi. Bizim ofis içindeki sergi hazırlığımızın nasıl olacağı ile ilgili bir endişem şuydu: Proje süreçlerimiz çok dinamiktir ve süreç içinde ürettiğimiz çeşitli temsiller ile son ortaya çıkan ürün hemen hiçbir zaman tam olarak örtüşmez. EPA’da fikir projesi yapıp bıraktığımız çok nadirdir. Genellikle aldığımız işlerin kapsamı ilk fikirden uygulamanın bitimine dek tüm süreçleri içine alır. Proje ortaya çıkar, izinler alınır ve şantiye başlar. Şantiyenin seyrine bağlı olarak projenin detayları ve tasarım süreci devam eder. Yapı kullanıcı isteklerine cevap veren son haline ulaşana dek biz işin içinde olmayı sürdürürüz. Bizim projelerimizde anlatım anlamında en zor taraf budur. Çok dinamik bir şantiye sürecimiz vardır. Ersen Gürsel’de tasarım zihni şantiyeyle beraber devam eder. Birçok karar yerinde alınır veya değişir, dönüşür. İş, sahibine teslim edilene dek tasarım süreci üretimle birlikte ilerler.

Gizem Albayrak: Ben biraz sergi sürecine nasıl dahil olduğumu paylaşmak isterim. Sinan Ödülü sonrasındaki süreçte EPA’da, ilerideki olası bir sergi veya kitap projesi için arşivin ele alınması işine bir yerden başlamak gerekiyordu. Yıllar öncesinde bir dönem yapılan toparlamaya dahil olmayan birçok doküman ortaya çıktığı gibi, o yıldan bugüne yeni projeler de yapılmıştı. Ben işe mevcut arşiv üzerinden projeleri inceleyerek işe başladım. Basında çıkanlar, Ersen Gürsel’in yayınlanmış makaleleri, söyleşileri gibi göz önündeki dokümanlara, zamanla bir şekilde bir yerlerden çıkan, Ersen Gürsel’in biriktirdikleri, unutulmuş eskizleri, seyahatlerinde çektiği dialar, gezi notları, yazı taslakları gibi incelemesi çok keyifli malzemeler eklendi. Bunları derleme sürecinde tümünü teker teker incelemiş oldum. Zaman içinde Ersen Gürsel’in mimarlığa ve hayata yaklaşımını daha iyi kavramaya başladım. Bir yandan da kendisiyle sohbetlerimiz ile birlikte sözlü anlatılar da buna çok destek oldu. Tabir yerindeyse parçalar yerine oturmaya başladı. Mimarlar Odası’nın sergi programı şekillenmeye başlayınca da bu çalışmamız benim sergiyi hazırlayan kişi olmama dek gitmiş oldu. Sergi koordinatörümüz Müge Cengizkan, “bu dönem öncekilerden farklı olarak, kronolojik değil de tematik bir kurgusu olan bir sergi yapabilir miyiz?” sorusunu gündeme getirince bu bize bambaşka bir olanak sağladı. Serginin kurgusu biraz da bu ön hazırlık sürecinde şekillenmişti. Çalışmaya başladığımızda bazı projelerin yeniden fotoğraflanması gerektiğine karar verdik. Bodrum’daki yapılar fotoğraflanırken buradaki birçok yapısını kendisi ile birlikte gezme fırsatım oldu. Tüm bu süreç benim için büyük bir şanstı. Ersen Gürsel’i bu derece yakından tanıma fırsatını bulduğum bu sürecin yolunu açtığı için Oda’nın bu projesine ve Sergi Koordinatörümüz Müge Cengizkan’a çok şey borçluyum.

Mimarlık eğitimi aldığım dönemde ya da sonrasında, Ersen Gürsel mimarlığı ile karşılaşmamıştım, tanımıyordum. Tüm bu sürecin sonunda, mimarlığa bakışımda şu an durduğum noktada bir farklılık olduğunu söyleyebilirim. Bu açıdan genç mimarların ve mimar adaylarının bu sergiden çok yararlanacağını düşünüyorum, Ersen Gürsel ile tanışma fırsatı anlamında. Hem mimarlığı, hem de mesleğe bakışındaki özgün kişiliği, içinde bulunduğumuz çağın çok güncel bazı tartışma konuları için birer ipucu niteliğinde aslında.

Sergide nasıl bir kurgu var? Onu biraz açabilir miyiz?

Ersen Gürsel: Gizem serginin kurgusunu, öğrencilik yıllarımda başlayarak, mimarlığın ilgi alanına giren tüm yaşamımı anlatan bir düzende vermeyi düşünüyordu. Mesleki yaşam dizisine ek olarak, kentsel planlamadan tarihi çevrenin korunması ve kentsel tasarım alanlarına, Akdeniz coğrafyasının doğal özelliklerinin tasarım çevresine etkilerini örnekleyen mimari projelerdeki tematik geçişlerin hikayesi serginin hikayesi olmuştu.

Gizem Albayrak: Serginin kurgusundan bahsedecek olursak, yapılardan çok mimari tasarıma hangi düşüncelerle başlanmış, ona odaklanıyoruz. Sergide eskizlere, fotoğraflara ve Ersen Gürsel’in mimarlığa yaklaşımına dair söyleşilerinden ve makalelerinden çektiğimiz alıntılara yer verdik. Karşı karşıya olduğumuz malzeme: fikir, sonuç ürün ve mimarın söylemleri. Bu üç malzeme bir araya geldiğinde, Ersen Gürsel ile izleyici baş başa kalmış oluyor. Dışarıdan yorum içeren kısımlar yalnızca her tematik bölümün başında yer alan bölüm yazılarıdır. Bir anlamda, Ersen Gürsel’in izleyici ile konuştuğu bir anlatım biçimi var.

Mimarın üretimlerini bir süreç olarak izleyeceksek, bunun bir arka planı var. Serginin başlangıcında Akademi’deki eğitim yılları, asistanlık dönemi ve şehircilik ile ilişkisi, gezilerinde edindiği izlenimler, babasının marangoz olmasının zanaate bakışı üzerine etkisi gibi önemli izleri yine onun bakışıyla, onun sözleri ve fotoğrafları ile, onun gözünden izlenimler olarak veriyoruz. Biyografinin ötesinde, bir yola çıkış öyküsüne dönüşüyor. Mimarlığına bakarken de “Yapısal üretimle yolun başı arasındaki bağ ne?” sorusunu sorarak, izleyiciyi bu bağı kurmaya ve kendi okumasını oluşturmaya teşvik ettiğimizi düşünüyorum. Böylelikle Ersen Gürsel’in, içinde birçok farklı yönü barındıran mimar kişiliğini bütüncül olarak okuyabiliyoruz.


Fotoğraf: Gizem Albayrak

İkinci bir nokta, yalnızca mimarlık camiasının okuyabileceği bir sergi olmasın, herhangi bir disiplinden gelen ziyaretçinin de içine girip bir şeyler alabileceği bir düzen olsun istedik. Bunu gözeterek, yapıyı ve mimarın düşünce dünyasını aynı anda açan tasarım eskizlerine, ve mimarın yaşam öyküsüne yer verdik, ki bütüncül bir hikaye olarak okunabilsin.

Çok düzenli ve sergilemeye hazır bir arşive sahip bir mimarlık ofisi olsa böyle dinamik bir anlatım yakalanamayabilirdi. Malzemelerle boğuşurken parçaları birleştirmek, yan yana getirerek ilişki kurmak üzerinden ulaştığımız kavrayış, ilk kez ortaya çıkan malzemelerden duyduğumuz heyecan ile birlikte serginin kurgusuna da yansıdı ve izleyiciye de benzer bir deneyim yaşatmayı hedefliyor.


Fotoğraf: Gizem Albayrak


Fotoğraf: Gizem Albayrak

Ersen Gürsel’in projeleri, farklı noktalardan ele alınarak farklı okumalar oluşturulabilir. Bu sergide sunulan okuma, birçok olasılıktan biri tabi ki. Ama seçilmiş işler sergisi yapmak yerine, tematik bir okuma yapma yoluna gittik, ve bunun için yer ile ilişki konusu bence en önemlilerinden.

‘Yere ait’ ifadesinden ne anlamalıyız?

Gizem Albayrak: Yapının içinde yer aldığı iklimle, doğal çevreyle, coğrafyayla ilişkisi, yerle ilişkinin bir boyutu. İkinci boyutu da oradaki sosyal hayata nasıl hizmet ettiği. Her yerelde farklı yaşayışlar söz konusu, onu nasıl yorumlayıp cevap verdiği, yaşantıya dair arayışıyla ilişkili. Genius loci kavramı Afife Batur’un Ersen Gürsel mimarlığını okurken başvurduğu bir kavramdır, yerin ruhuna nasıl yanıt verdiği üzerinden okuyor onun mimarlığını. Biz o bakış açısını kullandık bir yerde. Bir de ‘yere ait’ dediğimiz zaman bunun gizli bir anlamı da olduğunu düşünüyorum, benim açımdan bir çağrışım bu daha doğrusu; ayakları yere basan, yerleşen, yeryüzündeki yaşayışımıza bir barınak oluşturan bir mimarlık anlamında, biraz örtük bir çağrışımın varlığından söz edebiliriz. Ersen Gürsel’in yapılarının kullanıcıya hissettirdikleri ile ilgili.

Ersen Gürsel: Çehov’un “Vişne Bahçesi” farklı tiyatrolarda sahneye konulur. Yönetmenler birbirinden farklı yorumlar getirirler. Aynı metnin her seferinde bir kez daha özgürleştiğini görürüz. Burada değinmek istediğim konu, “Yerel yapı kültürünü nasıl okumalıyız?” sorusudur. Yöreden yöreye değişen coğrafi özelliklerin yapılı çevreye etkilerinin zamanla belirli bir yerel yapı kültürü haline geldiğini, bütünden detaylara varıncaya dek görebiliriz. Farklı coğrafyalarda iklim, bitki örtüsü, topografik yapı, tarihsel çevre gibi girdileri analiz etmek tasarımcılara özgün ipuçları verebilir. Her şey bana göre doğa içinde vardır, yabancılaşmaya hiç gerek yok. “Eskiden beri orada varmış gibi” olmak, zamansız bir mimarlık tanımına yanıt veriyor. Bir anekdot: Manastır Oteli inşa edilmiş. Kullanıcıların izlenimlerini bekliyoruz. Bir gazeteci, Bodrum’a gittiğinde o arazi üzerindeki 300 yıllık çam ağacının gölgesinde oturur, Ege Denizi üzerinden karşı kıyıdaki Bodrum Kalesi’ni seyredermiş. Otel inşa edildikten sonra Bodrum’a yeniden gittiğinde yine aynı ağacın altında sigarasını tüttürmüş, ağacın çevresindeki yapıları hiç yadırgamamış. Bunun üzerine bir yazısı vardı, beni çok mutlu eden bir yazıydı. Ben, mimar olarak işte bunun peşindeyim.


Manastır Otel

Gizem Albayrak: “Yerel mimarlığı çağdaş mimarlıkla harmanlayıp bir şekilde bize ait bir mimarlığı nasıl ortaya koyabiliriz?” sorusu, Ersen Gürsel kuşağındaki bir kısım mimarın genel bir arayışı olmuş. Anadolu köylerini gezmişler, sokak dokularını incelemişler, bir şeyler yakalamaya ve mimarlık eğitiminde edindikleri ile yeniden yorumlayarak özgün bir mimarlık dili oluşturmaya çalışmışlar. Ersen Gürsel’in bir de İspanya’da kaldığı dönem var. Batı Anadolu ve geniş Akdeniz coğrafyasındaki etkilerle buraya döndüğünde ne görüyor? Ersen Gürsel’e özgü bir arayış değil belki bu. Mimarlık eğitiminden sonra geri dönüp ‘mimarsız mimari’ye bakıldığında buradan öğrenilecek neler var, o kavramsal çerçeveyi nasıl kurabiliriz, onun arayışları var. Bu arayışın Ersen Gürsel üzerinden projelerine nasıl yansıdığını görmek önemli oluyor. Türk mimarlığında yerele bakış Ersen Gürsel üzerinden nasıl sonuçlar vermiş, onu da görüyoruz bir anlamda.

Yerelliğe, yerin koşullarına yanıt verme bağlamında sergide farklı coğrafyalara verilen yanıtları göstermesi nedeniyle Bodrum’da, Ayvalık’ta ve son dönemde Antalya’da yapılan işler yer alıyor.

Bodrum bölümünde yer verdiğimiz projelere baktığımızda, biraz da mavi yolculuklardan gelen bir etki ile, kıyıya denizden bakıldığında antik kentlerin verdiği imgeleme benzer bir biçimde “orada her zaman varmış gibi olan bir mimarlığı nasıl yakalayabilirim?” sorusuna yanıt arayışı göze çarpıyor. Bodrum Evi kısmında kullanıcı yaşantısına ve sosyal hayata, yaşama kendini sunan bir mimarlık göze çarpıyor; yere dair girdilere sosyal yaşantı da dahil oluyor.


Fotoğraf: Gizem Albayrak

Ayvalık’a geldiğimizde, bir yandan birer simge gibi olan önemli yapıların ayağa kaldırılmasının kültürel coğrafyaya verdiği katkı var. Bir yandan da bu yapılar üzerinden çok net okunabilen bir yapım bilgisi hikayesi söz konusu. Ersen Gürsel için çok önemli olan artizanal üretim, yereldeki malzeme kullanımı ve taş örgülerin alınarak çağdaş yaşama hizmet veren bir mimarlık ürünü çıkarırken nasıl harmanlanıp verilmiş olduğu bu bölümde göze çarpıyor.

Antalya kısmında geldiğimiz zaman, geniş Akdeniz coğrafyasından edinilen gözlemlerin çağdaş bir mimari dil oluştururken yansımalarını görüyoruz; renk kullanımı, yüzeylerden yansıyarak içeri giren ışığın içerideki kullanıcıya ne verdiği, ışık oyunları ile elde edilen dinamizm, gibi. İkincisi, turizm sektöründeki yatırımlarda baskı oluşturan program talepleri konusu. Ersen Gürsel bunu mekana yansıtırken yeri geldiğinde bu baskıyı ortadan kaldırmaya çabalayan bir rolü oluyor; kütleleri parçalayarak, yeri geldiği zaman “bu talebi bu arsa kaldırmaz” diyerek olması gereken neyse onun peşinde koşuyor. Bunlar Side Yarışması deneyimlerinden gelen, yine planlama bakış açısının getirdiği bir öngörünün sonucu. Side döneminde, şartname verili programı mekansallaştırırken aslında ekip hep kendi parametrelerini oluşturarak yollarını buluyor o dönemde. Daha sonra Aktur‘larda kıyı-kenar ilişkisinde benzer bir planlama durumu var. Bu dönemlerde elde ettikleri program-mekan ilişkisindeki öngörünün turizm yapılarının tasarımında neleri getirdiği, son dönem projelerine kadar takip edilebilir bu açıdan.

Oya Erar: Benim bu sergi özelinde önemsediğim bir nokta da, Ersen Gürsel’in mimarlığa başladığı tarihten günümüze kadar gelen süre içerisinde, arka planda aslında Türkiye’nin şehircilik ve mimarlık tarihini görebiliriz. Ersen Gürsel’in kuşağından mimarlar Türkiye’nin bu konularda hızlı değişim yaşadığı bir döneme tanıklık etmiş ve şekillenmesinde rol almıştır. 60 kuşağı mimarlarının hayat hikayeleri üzerinden Türk mimarlık ve şehircilik tarihi anlatısının günümüz mimarlık öğrencilerinin tanışması gereken bir anlatı olduğunu düşünüyorum.

Gizem Albayrak: Ersen Gürsel’in dönemindeki Akademi eğitimi mimarlıkla harmanlanmış şekilde şehirciliği de veren bir sistem üzerine kurulu. İlk projelerinde de görülebilen, belli bir zihinsel pozisyonu veriyor o eğitim. Bu da, parametrelerle düşünme üzerine bir yeti. EPA grubu  ilk dönem planlama ve mimarlık işlerindemodüler düşünceyi benimsemiş. İkincisi ise her zaman parametrelerle düşünme konusu. Bu ilk dönem yarışma projelerinde ortaya çıkıyor, Side’de, sonra Aktur’larda da karşımıza çıkıyor. Aktur projeleri her ne kadar yerel iklimle ilişki, yerel dokuyu ve mimari dili yorumlama anlamında okunabilecek olsa da aslında yerleşim anlamında modüler düşüncenin dev bir uygulama alanı. Başta tüm bir koyun planlanması, daha sonra mahalle ölçeğini yaratmada modüler sistemin entegre edilmesi, daha sonra yapıya geçerken varyasyonlarla oluşan mimari dil. Neredeyse kendiliğinden oluşmuş, ama bir o kadar planlı bir köy dokusu oluşturulması aslında hep o parametreler ve modüler düşünce ile mümkün oluyor. Aktur’lardan itibaren bu düşünce Akdeniz iklimiyle çarpışarak yerelde iklim, malzeme ve sosyal yaşantıyı okuyan bir mimari arayış ile bütünleşiyor; yerellik vurgusu ağırlık kazanmaya başlıyor. Ama aslında ilk dönem modüler ve parametrik düşünme biçimi son dönem projelerine kadar takip edilebilecek bir iz aslında.


Aktur Bodrum Turizm Yerleşme Projesi


Aktur Bodrum Turizm Yerleşme Projesi

“Mimarın üretimiyle karakterinin örtüşmesi konusunda Ersen Gürsel özelinde onun hümanist bakışı ayırt edici.”

Peki, sergide anlatılan “Ersen Gürsel Mimarlığı”nın temelinde ne var? EPA grubunun ve Ersen Gürsel’in mimarlığa bakış açısı nedir?

Oya Erar: Ersen Gürsel ve EPA grubu mimarlığının temelinde, ”nasıl olursa daha iyi olur” sorusunu dert edinmek yatar. Bu çevreye saygıyı içerdiği gibi, mekana toplum yararı çerçevesinden bakmayı da getirir. Ersen Gürsel’in mütevazı ve paylaşımcı kişiliğinin yansımalarını yapılarında görebilirsiniz. Malzeme kullanımı, detay çözümleri yerel yapı bilgisi ile bütünleşir; onları günümüz bakış açısıyla yeniden yorumlayarak kullanır. Düşüncelerini, heyecanını ekibiyle paylaşarak proje ile ilişkili herkesi işin içine çeker. Yapıların mimara olduğu kadar, emek veren ekibe, ustalara da ait olduğunu söyler. Dolayısıyla onun çevresinde oluşturduğu atmosferle tuttuğu kitle içinde herkes severek yapar işini ve o işe Ersen Gürsel’in gözüyle bakmaya başlar. Ersen Gürsel’in bu gücü bizi büro olarak sergi aşamasına getirmiştir. Yıllardır birlikte çalıştığımız ustalarımız hala bizim yanımızdadır, her bayram ararlar. Bu paylaşımlar çok hoştur; bu işi asıl güzel kılan da bu tarafları bana kalırsa.

Gizem Albayrak: Sergi özelinde, bu itici güç olmak ve atmosfer meselesini ben de birebir yaşamış oldum. Ersen Gürsel, “Mimarlar Odası Karaköy binasındaki sergi alanını daha iyi nasıl değerlendiririz?” konusuna özel olarak kafa yordu. Kamusal potansiyeli çok yüksek bir sergi mekanı söz konusu, fakat biz mimarlar dışında çok rağbet edildiği veya kamusal potansiyelini değerlendirecek ve bizim dışımızda da izleyici çekecek etkinlikler yapıldığı pek söylenemez. Ersen Gürsel, serginin binayı kullanan kullanıcının ötesinde, dışarıya da daha davetkar olması için, sergi alanının özellikle de iki sokağı birleştirici olabilecek potansiyeli üzerinden düşünce üretti. Benim bu salonda bir sergi yaparken talep etmeyi düşünemeyeceğim ölçüde, sınırları genişleten bir kurguya çıkarttı. Hem mekansal olarak büyük ölçüde genişledik, hem de ön ve arka cephelerden serginin dışarıdan algısı, iç mekanda yeni sergi yüzeyleri elde etmek, aydınlatma düzeni gibi konular ortaya çıktı. Koordinatörümüz ve İstanbul Şube de bu taleplerin arkasında durdu. EPA çevresindeki herkes bu sergide fikir veya uygulamalarıyla, daha iyi bir iş çıkması için nasıl bir katkı koyabilirlerse severek ortaya koydular. Sergi hazırlıklarında Ersen Gürsel’in sıcak ilişkileri sayesinde her aşamada paylaşımlarla, fikirlerle desteklendik. İstanbul mekanındaki uygulamalarda aydınlatma, yeni panoların ve duvarların üretimi, baskı kalitesi, yeni baştan ele alınıp bu sergi için özel kurgulanan aydınlatma düzeni, gibi konular hep yıllardır EPA ile çalışmış, bu sergi için de yardımlarını esirgemeyen, EPA ve Ersen Gürsel’in atmosferi ile bir arada duran uygulama destekçilerimiz sayesinde tek tek gerçekleşti. Ersen Gürsel, çevresindeki herkese, bir anda, daha büyük bir amaç için çalışan bir ekip ruhu kazandırıyor. Bu şekilde sergi olabileceğinden çok daha farklı bir noktaya taşındı. Bunu da söylemekten çekinmemize gerek yok, çünkü tüm bunlar sürece dahil olan herkesin ortak emeğidir. Tüm bunlar Ersen Gürsel titizliğinin, sıcak ilişkilerinin ve iş yapma biçiminin birer yansımasıdır.

Mimarlık dediğimiz şey mimarın kişiliğiyle de alakalı yani bir bakıma…

Ersen Gürsel: Öyle tabii. Mimarlığı sosyal yaşamın dışında, sadece imgelerin biçime dönüşmesi olarak görmek bana eksik geliyor. Yaşam kalitesine katkı sağlamak ve bu düşüncenin mekansal karşılığı benim için önemli. Fiziksel çevrenin tasarımına yaklaşırken, bireylerin ortak yaşam alanları ile ilişkilerini gözetmek, “İnsanlar burada kendilerini nasıl hissediyor?” sorusunu sormak önemli. Tasarım evreni öyle bir gücü içinde barındırıyor ki, tek başına her şeyi yapabilirsin! O noktada tasarımın kullanıcısını unutmamamız gerekiyor. Mimarlar, kaçınılmaz olarak barındırdıkları tasarım egoları ile kendilerine çizdikleri çerçevenin dışına çıkmanın yollarını aramalılar. Üretime daha sıcak bakmak bu işin sırrı gibi geliyor bana.

Gizem Albayrak: Belki Güzel Sanatlar Akademisi yılları, mavi yolculuklar derken belli bir yönde oluşan sosyal çevresinden gelen veya içinde barındırdığı bir özellik de olabilir, mimarın üretimiyle karakterinin örtüşmesi konusunda Ersen Gürsel özelinde onun hümanist bakışı ayırt edici bir rol oynuyor diye düşünüyorum.

Mimarlığı bir son ürün olarak dışardan bakılan, kavramsal alana hizmet eden bir yapıda değil de, içinde yaşayanın birebir çevresiyle ilişkisini kuran bir araç olarak görmesi bence çok ayırt edici bir değer. Ersen Gürsel’in hep insan gözünden bakan, mimarlığın donuk yüzlü tarafında değil de daha pozitif, neşeli tarafında kalan bir bakışı olduğunu düşünüyorum. O da tamamen hayata yaklaşımının bir yansıması.

Yüzyıllar boyunca kanıksanmış taş, ahşap gibi yerel malzemeleri kullanması, çevremizde gördüğümüzde rahat ettiğimiz, insanlığın ortak bilincinde yer etmiş sokak, kemer, arkad gibi kanıksanmış mimari motifleri kullanması, içinde yaşayan kişinin onun mimarlığını benimsemesi için bir ortam hazırlamış oluyor. Yüzeyler üzerindeki açıklıklardan yarattığı kadrajlarda doğayla ilişkiyi hep koruması, yarı açık mekanlarda, açık koridorlarda o ilişkiyi sürdürmesinde yapı kullanıcı ile doğanın sürekli iletişimini sağlayan bir araç haline geliyor. Ve sonunda dışarıdan bakan da içinde yaşayan da bir anlamda rahat ediyor, mimarlıkla arasında bir çatışma hissetmiyor. Mimarlığı otonom olarak değil, tamamen kullanıcıyla bütünleşerek, onun hayatına hizmet etmek için orada var ediyor. Yapılar kendisini dayatmadan, orada yaşantıya hizmet ediyor bir anlamda.

Oya Erar: Bir de şöyle ilginç bir tarafı vardır Ersen Gürsel’in, yerinde duramayan bir kişiliktir (gülüşmeler). Şaka bir tarafa çevresi ile ilgili sorunları dert edinir. Kendisi Moda’da yaşıyor ve ofisimiz de Moda’da. İstanbul’da yaşamının geçtiği yerler, Tarihi Yarımada, Tophane ve Karaköy bölgesi, Kadıköy ve Moda çevresi, onun sürekli olarak ”Ne yapsak daha iyi olur?” sorusuna yanıt aradığı gözlem ve düşünce üretme alanlarıdır.

Örneğin, zaman zaman ofiste, “Moda caddesinin arkadlı bölümünü daha keyifli kılmak için ne yapılabilir?”, “Kolonlarını boyasak ne olur?” gibi, ufak müdahaleler üzerinden fikir geliştiririz. Moda’nın eski havuz meydanı olarak bilinen küçük bir mahalle meydanı vardır, eskiden ortasında işlevsiz bir havuz vardı. Havuzu kaldırıp alana bir meydan kimliği kazandırmak, Moda sokaklarındaki kaldırımları araç yoluyla hemzemin hale getirip yayalar adına daha rahat bir dolaşım elde etmek gibi aklına takılan çözüm önerilerini Belediye Başkanı ile görüştü, ofiste çizimler yapıldı. Sonunda semtimizin herkes tarafından kullanılan bir meydanı ve çağdaş yaşama yakışır bir sokak dokusu oldu. İstanbul’da operası olan tek semt Moda’dır; Süreyya Operası’nın yeniden opera olarak kazandırılması fikri Ersen Gürsel’indir. Kadıköy Şehremaneti Binası’na halk kütüphanesi işleviyle kente kazandırılması yine onun çevresi ile olan dertlerinin ürünüdür. Kent ortamında daha iyiye doğru hangi adımlar atılabilir, bunu görme yetisine sahip olduğuna inanıyorum.

Ersen Abi’den öğrendiğimiz çok önemli bir ders; mimarın yaşadığı çevreye karşı mesleki sorumluluğu olduğudur. Yapabildiğin, bilginin yettiği kadar çevreni güzelleştirmeli, insanların kullanımına hazırlamalısın. Bu bakış açısı doğrultusunda, Bodrum kıyı bandının, bazı sokak ve meydanlarının yeniden ele alınıp düzenlenmesi projeleri EPA tarafından hazırlanmıştır. Çalışmaların tamamı amatör bir bakış açısıyla hazırlanıp, Belediye’nin kullanımına bedelsiz olarak verilmiştir. EPA birçok konuda adeta bir STK gibi proaktif davranır ve kente dair fikir üretir. Ersen Gürsel’in kentsel tasarım çözümlerindeki akılcılık ve yumuşaklık, kullanıcıların yeni oluşan mekanları ‘hep öyleymiş gibi’ algılamalarına neden olur. Bir şekilde orasının aslında nasıl olması gerektiğini bulup çıkarmıştır. Çevre düzenlemelerinde gördüğümüz bu yumuşaklık, bugünden yarına değişerek bir anda ‘mimar elinden çıkmış’ sertlikte olmaması, iyi bir gözlemci oluşu ve çözüm üretebilme yeteneği ile ilişkili diye düşünüyorum. Kamusal alanda sakin müdahaleler de büyük farklar yaratabiliyor.


Bodrum Çevre Düzenlemesi (Fotoğraflar: Cemal Emden)

1980’li yıllarda Bodrum Bitez-Ortakent Yalıları İmar Planı’nı birlikte çalışmıştık. Getirilen en önemli kararlardan biri kıyı gezi yolu fikriydi. Hiçbir yerel yönetim artık yapılaşmayı kıyıya kadar taşıyamaz. Çocukluğumuzda kıyılar parsellenirdi, çitlerle kapatılırdı. Kıyı gezi yolu herkese açık bir şerit olarak çok büyük bir kamu yararı sağlıyor. Çalışma sürecinde günlerce bütün araziyi yürüyerek dolaştık, farklı disiplinlerden oluşan bir grupla birlikte tartışarak plan kararlarını oluşturduk. İmar planı sonuçlanıp askıya çıktığında halktan gelen her soruyu cevapladık. Böylece kullanıcı tarafından benimsenen bir plan ortaya çıktı. Bizlerin Ersen Abi’den şehircilik konusunda öğrendiği bir başka şey de budur; kullanıcının desteğini almadan oluşturulan planlar kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur. Kendisinin ve arkadaşlarının Türkiye şehircilik tarihinde kıyı kanunu, kıyı gezi yolu, koruma ve bölgesel sit alanları konularında büyük katkıları olduğunu düşünüyorum. Sergide yer alan Side Antik Kenti, Bodrum Çevre Düzenlemesi, Bitez-Ortakent Yalıları İmar Planı gibi projeler bu söylediklerime örnektir.


Bodrum Bitez-Ortakent Yalıları İmar Planı


Bodrum Bitez-Ortakent Yalıları İmar Planı

Ersen Gürsel: Bodrum’da rıhtım çok önemli bir aks; fakat orada yeni bir şey yapmak o kadar zor ki. Mevcut durumdaki sorunları yerel yönetimle tartışınca “Yapalım!” diyorlar ve bir yerden başlıyoruz. Konuşuyoruz sürekli olarak. Başkan, vatandaşların şikayetlerini bize aktarmaya başlıyor. Vatandaşlarla konuşurken üslup çok önemli. Genellikle şöyle bir tavır vardır, mimar, şehir plancısı, siyasetçi veya sosyal bilimci, daima oradaki vatandaştan üstün oldukları hissini verirler. Halbuki oranın sahibi o insanlardır, biz sadece hizmet veriyoruz. Eğer diyalog ortamında uzlaşacaksak, o zaman ceketinizi çıkaracaksınız ve onlarla beraber masaya oturacaksınız. Sorunları onlara aktaracaksınız, taleplerini alacaksınız ve “sabırlı olun” diyeceksiniz. Düğümler birbirine eklene eklene en sonunda kanaviçe üzerindeki deseni ortaya çıkaracak. Bugün tasarım alanında çok güncel olan iki söylem var: Şeffaflık ve katılımcılık. Bunlar lafla mümkün değil. Bodrum kıyı düzenlemesinde oradaki insanlara şunu söyledik: bu güzergahta bir yapısal düzenleme olduğu anda fark edeceksiniz ki vitrinlerinizi değiştirmek zorunda kalacaksınız, buradaki ticaretin kalitesini arttırıcı bir uygulama olacak. Öyle de oldu ve kimse plana itiraz etmedi. Örneğin, dedik ki “Başkan, Tepecik Camii’nin etrafını açalım!” Bodrum’da üç tane yalı camii varmış, bunlardan bir tanesi de burada. Burası artık yalı olmaktan çıkmış. “Etrafını temizleyerek bu camiyi vatandaşların kolaylıkla okumasına imkan verelim ve yol güzergahına Bodrum’a ait bir kimlik kazandıralım” dedik. Turgut Cansever’e Ağa Han Ödülü kazandırmış, iki binadan oluşan Ahmet Ertegün Evi vardır. Onların etrafını açtık ve birdenbire o güzel binalar ortaya çıktı. Çoğu kişiden şöyle bir eleştiri alıyorum: “Bunun bütüncül bir projesi yok”. O şekilde yola çıksak, o zaman farklı bir süreç ortaya çıkacak, bekleyeceksin; iş yarıda kalıyor. Halbuki bizim amacımız bir pratiklik alanı yaratmak. Bir de güven oluşmuş. Yani orada yapılan hizmetin maddi bir karşılığı yok ve herkes bunu biliyor. Bu tip işler bizim ofisimizin işlerinin %40’ını alır neredeyse. Zaten hiçbir projede ticari getiri benim için öncelik olmamıştır. Önce işverenlerin niçin benimle proje üretme yolculuğuna çıktıklarını bilmek isterim. Arsa sahibinin hayalleri imar planı öngörülerinin dışına çıktığı takdirde ise proje benim için son bulur.

“Mimari yapılar ancak sahip oldukları değerler ile kamusal çevrenin bir parçası olduklarında eleştiriyi hak ederler.”

Bu toplumsal sorumluluğun bir parçası sanırım. Yani mimarın geçtiği yeri daha iyi bir yer haline getirmek istemesi, tüm egosundan sıyrılıp vatandaşlarla aynı masada oturması vs.

Ersen Gürsel: Belki gençken bunları yapamazdım ama şimdi daha rahatlıkla yapabiliyorum. Onları dinlemek çok önemli bir şey, sabırla dinleyeceksin! Bu pratik nerede başladı biliyor musunuz, bizim 5 yıllık mimarlık eğitimi sürecimizde çok ağır bir şehircilik programı vardı. 2 yıl şehirciliğin temel bilgileri öğretildi ve meslek hayatıma şehir planları yaparak başladım. Planlama sürecinden mekânsal boyuta geçiş bizim büro için önemli bir dönemdir. O dönemin bir cümlesi var: Mekanı okumak. Bunun metodolojisini biz kendi kendimize, ekip olarak oluşturduk. Kent planlarının hazırlık sürecinde ortak akıl platformları, kentin bireyleri ile mimar ve plancıları için birer buluşma alanıdır. Çevrenin anlaşılmasında, çalışma pratiğinin geliştirilmesinde, açıklık ve şeffaflık kavramlarının tasarıma dahil edilmesinde önemli bir fırsat alanı yaratır.

Kamusal alanların yeniden üretilmesi beni her zaman heyecanlandıran bir çalışma alanıdır. Mimarlar olarak savunduğumuz söylemlerin fiziksel çevredeki karşılıklarını üretmekten önemli ölçüde sorumlu olduğumuzu düşünüyorum. Tek bir yapı üzerinde yapılan eleştiri bana göre özneldir. Beni ilgilendiren asıl şey, yapılar dizisinin doğal, fiziksel ve kültürel çevreyle kurduğu bağlamsal ilişkidir. Çevresel değerler üzerinden kurulacak bir eleştirel bakış bence çok önemli. Mimari yapılar ancak sahip oldukları değerler ile kamusal çevrenin bir parçası olduklarında değerlendirilmeyi hak ederler.

Gizem Albayrak: Gençken belki yapamazdım dediniz ama Uluslararası Side Yarışması sürecinde, Side Antik Kenti’ni incelerken ekip olarak bu tip bir yaklaşımı benimsemiştiniz anladığım kadarıyla.

Ersen Gürsel: Uluslararası Side Yarışması sürecinde, Antik Side’yi sit alanı olarak tanımlayacağız. Selimiye Köyü, Side’nin antik kalıntıları üzerinde kurulmuştur. Alan çalışmamız sırasında kalıntılar üzerine inşa edilmiş konutların tespitlerini yapıyoruz, Side halkı da bizleri izliyor. “Acaba benim binam yıkılacak mı?” endişesi taşıyorlar. Çalışmalarımız iki ay sürdü. Onlarla birlikte olduk, sorunlarını bizlerle paylaştılar. Aramızda konuşurken ‘yıkmak’ ifadesini kullanmamaya çalıştık. Yöneticilerle ve halkla konuşurken üslubumuza, kullandığımız dile özen gösterdik. Diğer türlü, farklı bir kimlik üzerinden otorite kuruyorsunuz aslında. 27-28 yaşlarındaydık, gayet rahatlıkla çalışmalarımızı yürüttük, kendimizi Side köylülerinden ayırmadık. Aynı topraklarda büyümüşüz. O eşitliği kurduğumuzda güven ortamı oluşuyor, gerilimler ortadan kalkıyor ve çok rahatlıyorsunuz. Onların başka düşünceleri var, bizim düşüncelerimiz farklı, acaba bunları nasıl birleştirebiliriz? Bunun yanıtını aradık; zorlu bir çalışma süreciydi. Side Projesi 1970-72 yıllarıdır. Burada kurduğumuz mantığı, kendi oluşturduğumuz yöntemlerle, ilerleyen yıllarda da uygulamaya devam ederek Bitez- Ortakent Yalı İmar Planları (1986), İzmir Konak Meydanı (2002), Bodrum ve Gümbet’te kentsel düzenleme projelerini (2010-2013) hayata geçirdik. Ortak akıl platformları prensibini bu dört ayrı süreçte de uyguladık ve tümü de başarılı olmuştur.


Side ve Çevresi Turistik Düzenleme Projesi

 
Side ve Çevresi Turistik Düzenleme Projesi 

“Doğanın önünde olmaya çalışmak yerine onunla birlikte olmayı seçmek bana her zaman güven vermiştir.”

Yer ile ilişki neden bu kadar önemli sizin için?

Ersen Gürsel: Bu konu benim için mimarlık özelinde değil, çok öncesinden gelen, tutkuya dönüşmüş bir olgu. Doğayla birliktelik her zaman çok önemli. Doğanın önünde olmak, onunla yarışmak yerine doğa ile birlikte olmak bana her zaman güven vermiştir. Mimari yapı doğal çevrenin bir parçası olarak pekala düşünülebilir. Sürdürülebilirlik kavramını yaşam çevresi içinde aramalıyız. Yerel çevrede eski yapılara baktığımızda hiçbirinde şimdi bu çağda kullandığımız anlamıyla sürdürülebilirlik düşüncesi üzerinden tasarlamadılar. Fakat hep insanların bu yapıları kullanacağı varsayılarak gidilen tasarımda, yaşam yapılarla, doğayla ve insanla bütünleştiğinde bu mümkün oluyor. Bu, arka planda her zaman hatırladığım, beni daima dengeleyen bir şeydir.

Tasarımın özgün olmasının öylesine fırsatları var ki doğada… Sergide gördüğünüz bazı fotoğrafların, örneğin bir yaprağın taş duvar üzerindeki gölgesinin çok farklı bir anlamı vardır. Ancak o duvarı inşa etmişseniz onu yakalayabilirsiniz. Veya yapıya hiç beklenmedik bir yerden ışık alırsınız, o ışık duvar üzerine vurduğu zaman taş örgüsünün üç boyutlu bir derinliğe kavuştuğunu, duvarın adeta yaşamaya başladığını görürsünüz. Bir anekdotu paylaşayım. Bitez’de Mutlu Evi Projesinde, henüz inşaat sürerken, teras çatıda yalıtım yapılmış, olukların ağzı şimdilik kapalı, sızdıracak diye bakacağız. Bir gün şiddetli bir yağmur yağıyor, su çatıdan taşarak parapetlerden aşağı duvarın üzerinden akmaya başlıyor. Taş duvar örgüsü üzerindeki çıkıntılı taşlardan sular damlıyor, sıçrıyor; duvar sanki canlanmış gibi, yaşamaya başlıyor! Şantiye sırasında oradaki ustamız bizi çok iyi tanıdığı için hemen telefona sarılıp bu anı bizlerle paylaşıyor, rahmetli ortağım Haluk (Erar)’a diyor ki: “Haluk abi, yağmur yağdı, gel gör müthiş bir şey, bir daha yakalayamazsınız!” Bakın, güneşin gölgesini yakalamak için yapmışız onları ama bir de başka bir şey ortaya çıkmış. Bu müthiş bir şey! Böylesi bir şantiyede olumsuz bir durum olması mümkün değil. Biz her konuyu ustalarımızla paylaşırız. Aslında EPA atölyesinde her projenin bir hikayesi vardır.


Mutlu Evi

Etiketler

Bir yanıt yazın