Peter Barber, 8 Kasım'da yapılan 3. Yeşil Binalar ve Ötesi Konferansı'na konuk olmuştu. Konferanstaki konuşmasının da konusu olan, ofislerinin Londra'daki "sokak temelli" konut projeleri hakkında konuştuk.
Peter Barber Architects, birçok metropolde olduğu gibi Londra’da da artan barınma sorununa çözüm olarak düşük katlı ve yüksek yoğunluklu konutlar üretmeye odaklanmış bir ofis. Peter Barber, artan nüfusa karşın konut yetersizliği sorununun kule tipi yüksek konutlarla çözülemeyeceğine, çözülse bile insanların kopuk ilişkiler kurmasına, izole olmalarına sebep olacağı için sosyal sürdürülebilirliğinin olmadığına inanıyor. Biz de kendisiyle, “sokak temelli” konut tipolojilerini nasıl belirlediğiyle, nelerden ilham aldığıyla ilgili sohbet ettik.
Ekin Bozkurt: Londra’daki barınma sorunuyla ilgilenmeye ne zaman başladınız? Toplumsal ayrışma, izolasyon Londra’da çok sık rastlanan ve genel bir sorun mu?
Peter Barber: En büyük ve trajik sorun evsizlik. Londra’da 170.000 evsiz insan var. Genelde evsiz insanların akıl sağlıklarının bozulması, ailelerini kaybetme, uyuşturucu ve alkol tedavisi için destek alamama gibi çok doğrudan sorunları oluyor. Bu yüzden, en büyük sorun bana göre bu. Barınak bulmaya çalışan, kaldırımlarda, kapı önlerinde, alt geçitlerde yaşamak zorunda kalan insanlar için çok üzülüyorum. Özellikle yaşlı insanlar çok izole yaşıyorlar. Yüksek katlı binalar gibi bazı çağdaş konut biçimlerinin ayrık kentler yarattığını düşünüyorum. Problemin bir kısmını onlar oluşturuyor. Bana göre, izolasyon ve ayrışmaya karşı çözüm sokaktır. Bizim konut projelerimiz kentin kamusal mekanlarını temel alıyor. Kentteki bir çok proje ise, kar peşindeki gayrı menkul satıcıları tarafından üretiliyor. Yani bizim istediğimizin tam tersi. Çevresinde duvarlar, çitler olan evler…İnsanların kentle ilişkisini azaltan yüksek katlı konutlar üretiliyor. Biz ise daha düşük katlı, yoğun kentleşme olanakları üzerine düşünüyoruz. Gerçekten net biçimde düzenlenmiş sokaklar etrafında organize olan kentler. Çünkü bence sokaklar toplum olarak, planlamadan, tesadüfi şekilde bir araya gelebildiğimiz mekanlar. Evden dışarı adım atınca komşularımızı görebileceğimiz yerler. Ayrıca, sokak hem herkese ait hem de hiç kimseye air olmayan bir yer olduğu için, zenginlerin, fakirlerin, farklı kültürel altyapılardan gelen insanların birbirlerini görebileceği bir yer. Birleşmiş bir topluma sahip olmak çok değerlidir. Bence mimarlık ve belli bir tür şehircilik buna yardım edebilir. İzolasyonun ve ayrışmanın üstesinden gelebilir.
Evsizlik sorunundan bahsetmişken, “Holmes Road Studio” projenizi konuşalım biraz. O da evsizlik sorununa bir çözüm olarak geliştirdiğiniz bir projeydi. Bu projenin içeriği nedir? Nasıl işliyor?
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, tonlarca sosyal konut üreten sosyalist bir hükümetimiz vardı. 1977 itibariyle, ülke nüfusunun yarısı hükümete ait olan sosyal konutlarda yaşıyordu. Bu benim zihnimde inanılmaz bir başarı. Özellikle de İkinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış, yoksul olmasa da parasının büyük kısmını silahlara yatırmış bir ülke için, hala sosyal konut yapmaya para bulabilmek, bir başarıdır. Şimdilerde ise bu tamamen sona erdi, sosyal konutlarla ilgili olan yasa, açıkçası görmezden gelindi. İlçeler ve yerel yönetimlerin konut üretmesini zorlaştıran yasalar geçti. Ancak evsizliği önlemek için çalışılan bir alan hala var. Yeterli değil ama yine de…Örneğin “Holmes Road Studios” bir yerel yönetim olan Camden İlçe konseyi tarafından uygulandı. Biriken vergileri yoksul insanların yararı için kullanıyorlar. Evsizler için bir projeleri vardı ve bize ulaştılar. Proje için seçilen binaların bir bölümü eskiydi, oldukça kötü durumdalardı. İnsanların yaşaması için kötü bir çevreydi. Dediler ki “Bir miktar paramız var, mevcut binaları onarmanızı istiyoruz.” Odaların koridora açıldığı geleneksel bir hostel yapmamızı istediler. Ancak ben odaların koridor yerine bahçeye bakabileceğini düşündüm. Odalar, insanların birlikte çalıştığı, kendi yiyeceklerini yetiştirdiği bir bahçenin çevresinde yer alabilir. Aslında bu baya tarihsel bir tipoloji. İngiltere’de Ortaçağ Dönemi’nde kentin yoksulları için yapılan Almshouse konut tipolojisi vardı. Herkesin bahçe etrafında kendi küçük evi olurdu. Daha çok yaşlı insanlar içindi ancak zor durumdaki diğer herkes de yararlanabiliyordu. Evlerin ortak bahçelerinin olması, sorunları olan ve izole yaşıyan insanlar için sosyalleşme olanaklarını artırabilir. Diğer insanlarla birlikte olabilirler ve böylece onlara yardım edebilecek insanlarla da tanışırlar. Holmesroad bu düşüncelerle oluşturuldu. Bir çeşit yeni-eski fikir. Müşterimiz de projenin işe yarar olduğunu gördü.
Holmes Road Studios – Peter Barber Architects
Almshouses, Chipping Norton, Oxfordshire
Diğer yerel yönetimler de Holmesroad benzeri projeler yapmayı düşünüyorlar mı?
Evet, ilginç bir biçimde, Barking adındaki başka bir ilçe de bize ulaştı. Çok eski bir manastırın ve büyük bir bahçenin olduğu bir alanda çalışmamızı, Holmesroad’un aynısını yapmamızı istediler. Bu proje şu anda plan aşamasında. Sonuç olarak Barking yerel yönetimi de Holmesroad’un iyi bir model olduğunu düşünmüş.
Seminerlerinizde Marakeş’teki Jemaa el-Fnaa Meydanı’na göndermede bulunuyorsunuz. Jemaa el-Fnaa’nın anlamlarından birisi olan “the mosque of nothing” (hiçbir şeyin camisi) konsept olarak ilginizi çekiyor diye biliyorum. Bu konseptin sizin tasarım stratejinizdeki yeri nedir?
Hepimiz sokaklarda yaşıyor, meydanlara gidiyoruz, yani kamusal mekanın ne demek olduğunu biliyoruz değil mi? Ama bazen şunu düşünmeye değer: Kamusal mekan genellikle bir araya gelmeyen insanları buluşturuyor. İnsanlar yakın bir mesafede oluyor ve birbirlerine görünür oluyorlar, belki paylaştıklarımızın bizi ayıran şeylerden daha fazla olduğunun farkına varıyorlar. Bu benim için çok önemli çünkü Londra gibi bir kentteki binaların %70’ini konutlar oluşturuyor. Yani konut, kenti yaratan, sokağı tanımlayan, meydanları çevreleyen şey. Bu yüzden, Marakeş’te yer alan ve harika bir mekan olan Jemaa el-Fnaa hakkında düşünmeye başladım. Meydanın her akşam canlı olması inanılmaz. Hikaye anlatıcıları, yılan oynatıcıları, müzisyenler, seyyar satıcılar… Çok şölensel, harika…Bana göre orası kamusal mekanın nasıl olabileceğinin bir örneği. Sonrasında hakkında biraz okuyunca Jemaa el-Fnaa kelimesinin çevirilerinden birisinin “the mosque of nothing” (hiçbir şeyin camisi) olduğunu keşfettim. Sonra şunu düşündüm: “Kamusal mekan tam olarak da bu değil mi?” Hiçbir şeyin camisi… Belirli sınırlar içerisinde istediğin kişi olabilirsin. Şunu da kabul etmek lazım: Jemaa el-Fnaa çok cinsiyetçi bir mekan aslında. Ancak kamusal mekanın kullanılış biçimi olarak bakarsak, ideolojilerden bağımsız, kendini ifade edebileceğin bir yer. Bu yüzden “hiçbir şeyin camisi” çevirisini seviyorum.
Jemaa el-Fnaa Meydanı
Verdiğiniz referanslar genel olarak epey ilgimi çekti doğrusu. Diğer bir referanstan da bahsedelim. Sıklıkla Walter Benjamin’in Napoli’yle ilgili tanımlarına ve gözlemlerine gönderme yapıyorsunuz. Özellikle de “teatral bir sahne”, “bir performans sahnesi” tanımlarına. Bu tanımlar neden sizin için önemli?
Bence mimarlığın kendisi çok sıkıcı, binalar çok sıkıcı. Binalar içlerine insanlar girdiği zaman yaşamaya başlıyorlar ve insanların mekanda nasıl davrandıklarını o zaman görmeye başlıyoruz. Walter Benjamin’den yaptığım alıntı, Napoli’nin renkli ve hayat dolu olan sokak sahnesini tanımlıyor. Geçirgen, işgale davet edici, teatral bir sahne. Tasarım yaparken, önüme beyaz bir sayfa açıp insanları hayal etmeye çalışıyorum: nasıl davranırlardı? Binalar insanların yapabileceği şeylerin fikri etrafında şekilleniyor. Walter Benjamin alıntısını bu anlamda ilham verici buluyorum. İnsanlar ve mimarlığın; kültür ve mekanın ilişkisi hakkında bir söylem. Diğer taraftan, biz binaları şekillendiririz, onlar da bizi şekillendirir. Bizi özgürleştirirler, zorlarlar.
Donnybrook Quarter projenizden bahsedebiliriz bu noktada. Burası, sokakla doğrudan bağlantılı, düşük katlı, yoğun, insanlara birbirleriyle karşılaşma fırsatları yaratan bir konut yerleşmesi. Uygulanmasının üzerinden 10 sene geçtikten sonra, gözlemlerinize göre beklentilerinizi karşıladığını düşünüyor musunuz? Komşuluk ilişkilerinin gelişmesine bir etkisi oldu mu?
Birkaç hafta önce Helsinki’de bir seminere gitmiştim. Konuşmacı olan kadın tamamen komşuluk ilişkileri üzerine bir araştırma kaleme almıştı. Kendisi mimardı, ancak mimardan ziyade bir antropologtu aslında. Ortaçağ İngiliz kentlerindeki komşuluk ilişkileriyle ilgili bir tarih ekitabı yazmıştı. Sorunuz bana onu hatırlattı.
Soruya dönecek olursak, inşa ettikten sonra ne olacağını öngöremezsiniz. Daha önce de belirttiğim gibi, birşeyleri tasarlarsınız; ne olabileceğini, insanların nasıl davranabileceğini hayal edersiniz. Ama mimarlık kesin sonuç sağlamaz. Bazen insanlar mimarlıkla ilgili çok büyük iddialarda bulunuyorlar. Ancak mimarlığın bazı şeyleri olanaklı kılabileceğini hayal etmek yeterlidir. Belirli şeyler Donnybrook’ta oluyor: örneğin sokağın izlenebileceği cumba pencereler yaptık. Bunu tasarlarken insanların pencerede oturup sokağa baktıklarını hayal etmiştim ve bu gerçekleşti. Cumba pencerelerden birisini merdiven boşluğunun yarı yoluna koymuştuk. Evde dışarının izlenebileceği küçük bir kutu… Evlerde yaşayanlardan biri, kızının merdivenlerde, bu kutunun içinde oturup ödevini yaptığını söylemişti. Bu umabileceğiniz türden bir kullanım. Ama emin olamazsınız tabii. Evlere insanların kullanacağını hayal ederek avlular yaptık. Bazı insanlar yaratıcı güzel bahçeler yaparken, bazıları da hiçbir şey yapmadı. Ama neticede avlu orada ve bişeyler yapılmasına olanak veriyor. Bu biraz fazla detay olacak belki ama, evlerin caddeye bakan ana kapılarına, insanların kapıyı açmadan önce kimin geldiğini görebilecekleri küçük cam pencereler yaptık. Ama hiç kimse bunu sevmedi. Çünkü insanlar dışarıdan görülmek istemiyor. Siz de bu yüzden kapılarınıza şu küçük gizli gözetleme deliklerinden yapıyorsunuz değil mi? Neyse, sonuç olarak insanlar bu pencerelere küçük resimler koydu. Bunu öngörmemiştim, ancak gerçekten hoş bir şey oldu. Böylelikle herkes kendi kimliklerini sokak kapılarında ifade edebiliyor.
Donnybrook Quarter – Peter Barber Architects
Donnybrook Quarter – Peter Barber Architects
Donnybrook Quarter sokak temelli tipolojinin bir örneği. Yaptığınız diğer konut projeleri de benzer mi? Diğer projelerinizden de biraz bahsedebilir misiniz?
Ben bu fikre epey bağlandım. Bu fikre bağlı şeyler diğer projelerde kendilerini belli belirsiz bir takım farklılıklarla gösteriyor. Holmesroad hakkında konuştuk, sokak üzerinde değil, yine de avlu çevresinde yer alan giriş kapılarıyla çok güçlü bir paylaşımlı alan. Bazen bizden, apartman bloğu olduğu için giriş kapılarının sokakta olması mümkün olmayan daha büyük binalar yapmamızı istiyorlar. Ancak hala, apartman bloğunun yere nasıl temellendiğine önem veriyoruz ve orada kamusal ruh olan birşey yapmaya çalışıyoruz. Bazen bazı apartmanların sadece bir ön kapısı oluyor ve diğer yerleri ölü alan oluyor. Biz de etrafta sokaktaki yaşama benzer bir yaşam oluşturmak için alanlar yaratmaya çalışıyoruz bu durumda. Örneğin Grahame Park yaptığımız en büyük apartman yapılarından birisi. Zemin katında mağazalar var. Blokların ortasında avlular var. Pek çok geçiş yolu var.
Grahame Park – Peter Barber Architects
Sizce bu yeniden getirdiğiniz sokak temelli tipoloji İngiliz konut geleneğinde bir dönüm noktası olur mu? Sosyal konutlandırmanın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
“Hundred Mile City” projemiz sosyal konutlandırmanın nasıl düzenlenebileceğiyle ilgili. Ve yine sokak temelli bir fikir. Bu inanılmaz farklı bir fikir değil. Zengin, fakir hepimiz insanız ve bence insan ölçeğinde sokak temelli evler yapmayı hedeflemeliyiz. Etrafında bir sürü boş alan olan yüksek apartman bloklarına ihtiyacımız yok. 4 – 5 katlı evler ve daha dar sokaklarda birçok insan yaşayabilir. Dar sokaklar insanların daha rahat bir araya gelebileceği dostane, muhabbetli mekanlardır. Özel alanlarımıza da ihtiyacımız var tabii, bunu da avlular hoş bir şekilde karşılar. Avlular İstanbul’da daha yaygın, ancak İngiltere’de daha seyrek görülen bir tipoloji. Avlu projelerimizde en çok kullandığımız şeylerden birisi.
Hundred Mile City – Peter Barber Architects
Eklemek istediğiniz birşeyler var mı? Örneğin Yeşil Rapido etkinliğindeki konuşmanızla ilgili?
Buraya gelip Londra’daki yaptığımız şeyler hakkında konuşmaktan dolayı çok mutluyum. Birkaç hafta önce Sri Lanka’daydım. Sonra şöyle düşündüm “Neden Sri lanka’da konuşuyorum? Konuştuklarımla burası arasında nasıl bir paralellik var? Oradaki insanlara ne öğretebilirim?” Ve farkettim ki Londra’da olan pek çok baskı; mahalleleri temizleyen, süpüren, yerlerine varlıklı insanları, lüks konutları koyan büyük para akışı dünyanın bir çok yerinde aynı. O yüzden yapacağım son şey, bu sorunlara çözüm için bir fikrim varmış gibi davranmak olur.