“Bienali, Mimarlığın Genç Aktörleri Tarafından Ulaşılabilir Hale Getirmek Önemli”

Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu küratörü Kerem Piker ile bir üretme, buluşma ve karşılaşma mekânı önerisi olan Vardiya üzerine konuştuk.*

Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi bu yıl 26 Mayıs – 25 Kasım 2018 tarihleri arasında düzenleniyor. Bienal kapsamında İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunu yürüttüğü Türkiye Pavyonu, bienali öğrenme ve tartışma ortamına dönüştürecek uzun soluklu bir projeye ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Kerem Piker’in, yardımcı küratörlüğünü Cansu Cürgen, Yelta Köm, Nizam Onur Sönmez, Yağız Söylev ve Erdem Tüzün’ün üstlendiği Vardiya projesi kapsamında bienal süresince haftalık vardiyalar hâlinde Venedik’e gidecek mimarlık öğrencileri, bienalin bu yılki teması Serbestmekân kavramı çerçevesinde geniş katılımlı bir projeye dahil oluyorlar. 2018 Türkiye pavyonu bir sergi mekânı olmanın ötesinde bir buluşma mekânı olmayı hedefliyor. Önerilen düzenleme tekil bir objenin kendini sergilediği bir düzeneğin tersine bu kez dağınık, kapsayıcı, değiştirilmeye/dönüştürülmeye açık bir mekân organizasyonu olarak tarif edilebilir. Bu çerçevede Türkiye Pavyonu yirmi beş hafta boyunca iki haftada bir olmak üzere yedi günlük vardiyalar halinde Bienali ziyarete gelen yüzün üzerinde mimarlık öğrencisini Bienal Sergisine ortak edecek. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) koordinasyonunda ağırlanacak öğrenciler, davetli onlarca konuşmacı ve profesyonelle eşliğinde farklı dönemlerde yapılacak seminerler, atölye çalışmaları, dijital buluşmalar ve enformel karşılaşmalarla zenginleşen üretimlerde bulunacaklardır. Herkese açık olması hedeflenen etkinlikler ile serbest bir mekâna dönüşecek olan Türkiye Pavyonu, bienal süresince ortaya konan ürünlerle de zaman içerisinde gelişen ve büyüyen bir sergi içeriğine sahip olacaklar. Tüm katılımcı ve ziyaretçilerin bu karşılıklı etkileşim ortamından yararlanmasını bekleyen Vardiya, aynı zamanda bu genç, yaratıcı zihinlerin bireysel ve kolektif üretimlerini Venedik’e taşıyarak, onları güncel mimarlık gündeminin merkezine yerleştiriyor.

Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu küratörü Kerem Piker ile bir üretme, buluşma ve karşılaşma mekânı önerisi olan Vardiya üzerine konuştuk. Kendisini KPM-kerem piker mimarlık ofisi ile kıymetli işler üretmesiyle tanıyoruz. Kerem Piker, bugüne kadar ürettiği iyi mimarlık örnekleri ile ulusal mimari yarışmalarda ödüller almış, ayrıca 2010 yılında Chicago Atheneum tarafından Avrupa’daki 40 yaş altındaki en iyi 40 mimardan biri olarak gösterilmiş başarılı bir mimar. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nun küratörlüğünü üstlenmenin bir mimar olarak kendisine neyi ifade ettiğini, Vardiya temasını ve bienale hazırlık sürecini konuştuk…

Heval Zeliha Yüksel: Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nun küratörlüğünü üstlenmek bir mimar olarak sizin için ne ifade ediyor?

Kerem Piker: Mimar olarak genellikle uğraştığım işlerden bir miktar farklı bir konu diyebilirim. Bunun iki sebebi var; birincisi küratöryel pozisyonun ülke temsilini işaret eden rolünden, ikincisi ise bizim önerdiğimiz projenin özgün koşullarından kaynaklanıyor. Vardiya çok aktörlü, çok katılımcının içerisinde yer aldığı uzun soluklu ve geniş kapsamlı bir organizasyon. Bu organizasyonda mekânsal düzenleme her ne kadar önemli bir rol üstlense de uğraştığımız konulardan yalnızca bir tanesi. Ancak şanslıyım, bu karmaşık yapıyı kolaylaştırıcı adımlar atmamı sağlayan iyi bir ekiple çalışıyorum. Başta İstanbul Kültür Sanat Vakfı ekibi olmak üzere küratöryel ekip, kpm’deki yani kerem piker mimarlık’taki proje ekibi, koordinatörler, atölye yürütücüleri ve danışmanlarımız Vardiya’nın işleyen bir kurgu haline dönüşmesi için önemli bir gayret içerisindeler.

Mimarlığın kendi kodları var. Bu kodlar taşınabilir kodlar, her ne kadar çeşitlenme imkanına sahip de olsa mimarlığın dünyanın herhangi bir yerinde geçerli olabilecek bir notasyonu ve anlam dili olduğu iddia edilebilir. Ancak bu dilin ve anlam dünyasının yaşayan bir yapı olduğunu, zaman içerisinde değişime, dönüşüme açık bir karakterinin olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Bu anlamda mimarlığın farklı iletişim ve öğrenme ortamlarına ihtiyaç duyduğu bir gerçek. Venedik Bienali Mimarlık Sergisi bunlardan belki de yalnızca bir tanesi, ancak önemli bir tanesi. Bu ortamın salt izleyicisi olmak dahi değerli iken üreticilerinden birisi haline dönüşmek çok anlamlı. Bu pozisyon ister istemez hem bu ortama ayak uydurmayı hem de bu tecrübe doğrultusunda yeni şeyler öğrenmeyi kaçınılmaz hale getiriyor. Önemli bir fırsat, bu fırsatı genişletmek ve bu imkânı yaymak ise Vardiya’nın önemli bir motivasyonu.

Vardiya ismini verdiniz. Bu ismi verme sebebinizden (hikâyesinden) biraz bahsedebilir miyiz?

Kelimenin kökeni İtalyanca’daki guardia’dan geliyor. Bizim için çağrışımları çeşitli, ancak ilk anlamıyla vardiyalar halinde pavyona gelecek olan öğrencilerin mekandaki dönüşümlü ev sahipliğine işaret ediyor. Basit bir fikri var projenin; bienalin bu seneki teması olan freespace/serbestmekan kavramını sorguladığımızda anladık ki pavyonun kendisinin ulaşılabilir kılınması bile önemli bir adım. Türkiye pavyonunu bir tür son ürün sergisi için örgütlemek yerine mekânın ulaşılabilir kılınması ve bienal boyunca birtakım buluşmalara, karşılaşmalara ve ortak çalışmalara ev sahipliği yapan bir yapıya dönüştürmek mümkün olabilir diye düşünmeye başladık.

Önerdiğimiz proje kapsamında mimarlık öğrencileri haftalık vardiyalar halinde İKSV’nin ev sahipliğinde Venedik’e götürülecekler. Öğrencilerin ulaşım, konaklama gibi ihtiyaçlarının tamamı İKSV ve destekçiler sayesinde karşılanacak. Maksat mekânın tamamlanmış bir sergiye ev sahipliği yapması yerine öğrencilerin, profesyonellerin, akademisyenlerin kısacası farklı türden pek çok katılımcının ve elbette ki ziyaretçilerin de katkısı ile genişleyen, dönüşen bir sergi içeriğinin bizzat faili olması.


“Vardiya” projesinin İstanbul’da yapılan basın toplantısından

Türkiye Pavyonu için öğrencilere yönelik bir açık çağrı düzenlemenizin nedenleri nelerdir? Bir küratör olarak neden böyle bir tercihte bulundunuz? Bu açık çağrıyı gerçekleştirirken neyi amaçladınız? Neden öğrenciler ile süreci götürmek istediniz?

2018 yılında gerçekleştirilecek olan serginin teması küratörler tarafından Freespace (serbestmekân) olarak açıklandıktan sonra Türkiye Pavyonu için düzenlenen açık çağrı bizi ister istemez bienalin kendisinin kimler için var olduğu, ne kadar ulaşılabilir olduğu gibi sorular üzerinde düşünmeye itti. Mimarlık bir yanıyla bakıldığında bilgisi sürekli genişleyen, yenilenen ve dönüşen bir disiplin. Mimarlığın en önemli öğrenme ortamlarından birisi olan Bienal ise son yıllarda mimarlık dünyasının sınırlı bir kesimine ulaşan bir tür halkla ilişkiler etkinliği olarak görüldü ve sıklıkla eleştirilir oldu. Bizler bienali, mimarlık dünyasının genç aktörleri tarafından da ulaşılabilir hale getirmenin, bu öğrenme ortamını yeniden kurgulamak açısından önemli olduğunu düşünüyoruz. İnanıyoruz ki bu türden bir çaba, en azından bu yıl kurulan çerçevede, klasik anlamda görmeye alışkın olduğumuz yapıda bitmiş bir araştırmanın ya da ürünün sergisinin tasarlanmasından daha anlamlı olabilir.

Açık çağrıya başvuran projelerin seçim sürecinde nelere dikkat ettiniz?

Başvurular öğrencilerin düzenlediğimiz açık çağrı için hazırladıkları kısa videoları ve portfolyolarını bizimle dijital olarak paylaşmalarıyla başladı. Üç soru sorduk; istedik ki bu videolar “Bienal ne işe yarar”, “bienal kimin için var” ve “bienal ne için var” sorularının en az bir tanesi ile ilgilensin. Öğrencilerin bu soruları ele alış biçimi elbette bizim için önemliydi. Ancak bir o kadar önemli olan farklı kültürel arka planlardan gelen başvuru sahiplerinin bugüne kadar ne türden üretimlerde bulundukları, anlattıkları kadarıyla nasıl bir dünya kavrayışı geliştirdikleri, hangi araçlara hâkim oldukları gibi konularda ipuçları veren portfolyolarıydı. Dünyanın farklı noktalarından Türkiye Pavyonu’nun içerisinde üretimde bulunmak üzere başvuran mimar adaylarının bu ortama ne türden bir katkı sağlayacağını, hangi motivasyonlarla bu projenin bir parçası olduklarını anlamaya çalıştık. Elbette bütün bunları yaparken, farklı imkanlara sahip öğrencilerin her birini kendi koşulları içerisinde değerlendirmeye de gayret ettik.

Başvuruları küratöryel ekip olarak değerlendirdik. Ekibimiz benim ile birlikte beş yardımcı küratörden oluşuyor. Bu ekibin bir kısmı yurtdışında yaşıyor. Dolayısıyla, İstanbul-Berlin-Rotterdam-New York arasında sürecin her aşamasında olduğu gibi değerlendirme anında da yoğun bir dijital iletişim trafiği tecrübe ettik. Bu trafiğe dünyanın 29 ülkesinden aldığımız 452 başvuru eklenince de, değerlendirmelerin ikinci aşamasında, tüm saat dilimlerini hesaba katan sıkı bir mülakat süreci geçirdik. Öğrencilerle video konferans görüşmeleri yaptık ve böylece başvuru sahipleri ile ilk kez yüz yüze karşılaşma imkânı bulduk. Mülakatların tamamlanmasının ardından Vardiya’ya katılacak 122 asil, 42 yedek katılımcıyı belirledik.

Açık Çağrı ile öğrenci portfolyoları ve kısa filmleri size ulaştı. Ve anlattığınız gibi yoğunluklu geçen bir süreç ile küratoryal ekibiniz ile değerlendirdiniz. Peki Türkiye Pavyonu’nda sergilenecek atölye konuları neler? Bu konuların odaklandığı temel bir nokta var mıdır?

Mimarlık pek çoğumuz için temel olarak içinde bulunduğumuz yapılı çevrenin önemli bir bileşeni olan binaların tasarlanması ile ilgili bir alan. Elbette mimarlık esas olarak kendi pratik alanını binalar üzerinden tanımlıyor. Ancak bina yapma pratikleri kadar, binaların ürettikleri, içinde bulundukları, ilişki kurdukları kültür de mimarlık üretiminin ister istemez bir parçası haline dönüşüyor. Mimarlıkla ilgili konuşurken konu bu yüzden kaybolan zanaat pratiklerinden nano teknolojiye, küresel finans sisteminin etkilerinden sinemaya, matematiksel örüntülerin hesaplanma biçimlerinden merkez dışı üretim pratiklerine kadar geniş bir yelpazeye açılabiliyor. Midyat’taki yüzlerce yıllık özgün taş evlerin en doğru şekilde korunması da mimarlığın konusu, robot kollar ile üretilen ve insanın hata yapma olasılığını en aza indiren araçlar ve inşa biçimleri de yine mimarlığın konusu. Yerel kültürlerin yapma biçimlerinin araştırılması kadar yeni formların üretim olanaklarının araştırılması, irrasyonel gözüken biçimlerin sayısal teknolojiler vasıtasıyla rasyonel sistemlere dönüştürme araştırmaları da mimarlığın konusu. Bizler bu zenginliğin atölye konularına da yansıması gerektiğini düşündük ve bu anlamda elimizden geldiğince atölye konularını çeşitlendirmeye gayret ettik.

Nasıl bir sergi kurgusu olacak?

Biz mekânı bir tür altyapı olarak kurguluyoruz. Bu altyapının farklı etkinliklere, buluşmalara, karşılaşmalara ön ayak olması, uyum sağlaması ve zaman zaman da bütün bunları tetikleyen bir karakterde olması için çabalıyoruz. Sürekli genişleyen ve ancak bienal bittiğinde tamamlanan bir sergi yapmak niyetindeyiz. Her katılımcının yerleşeceği belirli/ sabit nişler içerisinde beklenmedik müdahalelere açık bir sergi planlıyoruz. Bienali gezen ve Türkiye Pavyonu’nda düzenlenecek kamuya açık bir dizi etkinlik ve atölye çalışmasına katılacak mimar adayları, bienal süresince korku filmlerinden kent-çocuk ilişkisine, yapay zekâdan zanaata çok çeşitli konular etrafında düzenlenecek 12 atölye çalışması sonucunda sürekli genişleyen ve bienal sonrasına uzanması hedeflenen bir sergi içeriği oluşturacak. Atölye çalışmalarının yanı sıra bienal boyunca dijital olarak yayımlanması planlanan, bienal izleyicilerinin de katılacağı yaklaşık elli kadar dijital buluşma ve altı konuk konuşmacı sohbeti ile Türkiye Pavyonu, 25 hafta boyunca yaşayan bir öğrenim ve üretim platformuna dönüşecek.

Bu yılki ekibinizde kimler var? Nasıl bir iş bölümü yapıldı?

IKSV’nin koordinasyonunu yürüttüğü projede, küratörlüğünü benim üstlendiğim, Cansu Cürgen, Yelta Köm, Nizam Onur Sönmez, Yağız Söylev ve Erdem Tüzün’ün ise küratör yardımcısı olarak yer aldığı bir ekibimiz var. Bu ekibin haricinde Selen Akçalı ve Deniz Ova danışman olarak, Pınar Demir ise proje koordinatörü olarak rol alıyor. Mimari Projeyi KPM-kerem piker mimarlık, grafik tasarım işlerini ise ONA GÖRE ekibi üstlendi. Projenin İKSV ayağında ise proje koordinatörü Selen Erkal ve yurtdışı projeler direktörü Tuna Ortaylı Kazıcı görev alıyor.

Vardiya biz izleyenlere neyi gösterecek?

Vardiya uzun soluklu bir program. Performansı bütün bienal sürecine yayılıyor. Haziranın birinci haftasından itibaren başlayan ve ekim sonuna dek çeşitlenerek sürecek bir içeriğe sahip. Bu içerik farklı konulardaki atölye çalışmalarını, dijital buluşmaları, mimarlar ile gerçekleştirilecek konuşmaları, ziyaretleri, performansları ve farklı türden araştırmaları kapsıyor. Geniş zamanlı baktığımızda Vardiya bize umuyoruz ki en azından mimarlık dünyasında yalnız olmadığımızı gösterecek. Ancak daha pratik sebeplerden ötürü soruyorsanız, ziyaretçilerin açılış anında bütün bienal boyunca gerçekleştirilecek ve önceden programlanmış atölyelere dair ipuçları ile karşılaşmalarını hedefliyoruz. Her bir atölye için ayrılan nişler içerisinde farklı konulardan bahseden kısa filmler ve medya yerleştirmeleri yer alacak. Bu filmlerin yanı sıra öğrencilerin hazırladığı başvuru videoları ve Vardiya projesini anlatan çeşitli sunuş araçları da serginin açılış günü hazır birer parçası olarak yerlerini alacaklar.

Mimarlık dünyasına sizce nasıl bir katkı sağlayacak?

Mimarlığın ilgi alanı ve mimarlığın bilgisi sürekli genişleyen, dönüşen ve kendini yenileyen bir alan. Böyle olduğu içindir ki mimarlığın bilgisinin yeniden üretildiği, paylaşıldığı, tartışıldığı ve yeni katılımcıların sözlerine kulak verildiği ortamlara ihtiyaç var. Bu ortama katılımı güçlendirmek, çeşitlendirmek ve mimarlık alanının yeni aktörlerinin merakları ile genişletmek maksadıyla mimarlığın konu edildiği bu türden enformel öğrenme alanlarından belki de en önemlisi olan Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin içerisinde yer alan Türkiye Pavyonu’nu, bütün dünyadan mimarlık öğrencileri için bir buluşma alanı olarak düşünmeye çalıştık.

Salt bir sergi alanı olmanın ötesinde bir buluşma, karşılaşma ve üretim mekânı olarak tarif etmeyi yeğlediğimiz Vardiya projesi aracılığıyla “Bienal ne için var?”, “Bienal kimin için var?” ve “Bienal ne işe yarar?” sorularını yanıtlayan dünyanın pek çok farklı yerinden beş yüze yakın mimarlık öğrencisi arasından seçtiğimiz katılımcılar ile ziyaretçileri bienallerin amacı ve rolü hakkında düşünmeye çağırıyoruz. Mimarlık dünyasının bütün taraflarının da bu karşılıklı oyun ve bağ kurma fırsatından yararlanmasını umuyoruz. Bununla birlikte genç ve yaratıcı zihinlerin bireysel ve kolektif deneylerini güncel mimarlık gündemlerinin merkezine yerleştirerek mimarlık dünyasına katkı sağlamasını hedefliyoruz. Bu türden bir kültürlerarası ortamın içerisinde mimarlık üzerine yeniden düşünme imkânı bulacak olan bizlerin inanıyorum ki öğreneceği pek çok şey var.

Okuyucularımızın sizi yakından tanıması için bize biraz kendi işlerinizden bahsederseniz çok memnun oluruz.

2011 yılından bu yana kurucusu olduğum KPM-kerem piker mimarlık ofisi çerçevesinde mimari ekibimizle birlikte yürüttüğümüz farklı konu ve ölçeklerde projelerimiz bulunuyor. Pendik’de yapım aşamasında olan “The Holl” home-ofis projesi bu projelerden bir tanesi. Yaklaşık 16.000 metrekare kapalı alana sahip olan projenin bulunduğu bölgedeki alışılagelmiş planlama ve kullanım alışkanlıklarına yeni bir bakış açısı getireceğini düşünüyoruz. Kemerburgaz’da devam eden Kemerlife-XXIII projesi, birkaç ay içerisinde kullanıcıları ile buluşacak, onun heyecanını duyuyoruz. Yine Kemerburgaz bölgesi için tasarladığımız Belgrad Orman Evleri konut projesi yapım aşamasına geldi, önümüzdeki günler zannediyorum onun inşai faaliyetleri ile geçecek. Kentsel tasarım ölçeğinde yaptığımız bir çalışma, Sakarya Demokrasi Meydanı Yenileme Projesi ihale aşamasında. Bu konular haricinde yeni yeni üzerinde çalışmaya başladığımız bir eski eser restorasyonu projesi de bu günlerde sıcak gündemimizi oluşturuyor.
KPM’nin gündeminde bugün yer alanlar kısaca bunlar. Ancak daha önce gerçekleşen işlerden bahsetmek gerekirse, aralarında Manisa Belediyesi Hizmet Binası Yarışması 1.’lik ödülü, MEB Midyat Eğitim Kampüsü Mimari Proje Yarışması 1. ödülü, Şişli Lisesi Ulusal Mimari Proje Yarışması Mansiyon Ödülü, Borusan Neşe Fabrikaları Ulusal Mimari Proje Yarışması Mansiyon Ödülü, İzmir Ulaşım Entegrasyon Merkezi Mimari Proje Yarışması Mansiyon Ödülü’nün de yer aldığı farklı projelerin tasarımını üstlendik. 2016 yılında tasarımını gerçekleştirdiğimiz Akyazı Kültür Merkezi Projesi XV. Dönem Ulusal Mimarlık Ödülleri Proje Başarı Ödülü’ne layık görüldü. Bu projelerin yanı sıra 1998 yılından bu yana İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Gebze YTE, Bilgi Üniversitesi ve Kültür Üniversitesi mimari proje stüdyolarında ve ulusal mimari proje yarışmalarında jüri üyesi ve konuk öğretim görevlisi olarak yer alıyorum.

*Söyleşi ilk olarak İstanbul Art News’ta yayımlanmıştır.

Etiketler

Bir yanıt yazın