“Bir Güncel Sanat Sergisi Yapmak İstedim”

İlk küratöryel çalışmasında mimari ifadelerden kaçınan Teğet Mimarlık'ın ortaklarından Ertuğ Uçar ile VitrA ve TSMD'nin ortak projesi olan "Lütfen Rahatsız Etmeyin" sergisi üzerine konuştuk.

Derya Gürsel: Çok basit bir soruyla başlamak istiyorum. Sizce tatil ne demek? Ertuğ Uçar tatilde ne yapar?

Ertuğ Uçar: Tatil tanımım “Çocuklardan önce ve çocuklardan sonra” diye ikiye ayrılabilir. İki kızım var. 3 ve 8 yaşlarında. Çocuklardan sonra tatil nedir? Belirlenmiş bir süre boyunca çocukları mutlu etmek. Ama onun dışında İstanbul’da günübirlik, yarım günlük kendime vakit ayırabiliyorsam, bu benim için tatildir. İstanbul Modern’in terasında geçirdiğimiz şu vakit gibi.

DG: Yani “Tatilde rahatsız edilmemek, kafa dinlemek” gibi bir kıstasınız yok.

EU: Tatilde kafa dinlemek, benim için tarihten bir sayfa. (Gülüyor).

DG: Peki neden tatiller rahatsız edilmemekle özdeşleştiriliyor sizce. Beraber olmaktan sıkılmış, kalabalıktan bunalmış bir insan profili mi var?

EU: Bence bu kalıp tarihe karışmak üzere. Daha doğrusu kalıp yaşıyor, ama daha farklı bir modda. Tüm gündelik koşuşturmalardan, toplantılardan, hatta arkadaşlardan uzak vakit geçirmek tatilde bize garip gelmeye başlıyor; sanırım hep bir şeyleri kaçırıyormuşuz gibi geliyor olmalı ki her yerde Wi-Fi var. Kumsallarda bile. Bu kez, telefon/tablet elde yalnız kalmak, farklı bir ruh halinde yine rahatsız edilmemek istiyoruz.

DG: Bu yılki VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi’nin başlığı “Turizm ve Rekreasyon Yapıları” oldu. Serginin teması nasıl olgunlaştı?

EU: Turizm sektörel bir kelime. Bir teknik terim. Tatilse gündelik hayata dair bir tabir. Turizm kelimesine tezlerde rastlarız. Tatilse dile sinmiş. Ben yola “tatil” kelimesiyle çıktım. İsme gelirsek tabii bir sürü seçenek vardı. Bazıları elendi. “Lütfen Rahatsız Etmeyin”, benim üzerine odaklanabileceğim meselelerle ilgi kurabileceğim, bir yandan da izleyicinin ilişki kurmakta zorlanmayacağı bir isimdi. Herkesin kafasında öyle ya da böyle bir imaj oluşturan, onlara yakın gelebilecek bir objeydi.

DG: Küratöryel çalışmalardan bahsedelim. Sanatçıların ve işlerin seçim sürecini bize anlatır mısınız?

EU: Benim için çok yeni bir tecrübeydi. Bizzat tanıdığım ya da eserlerini bildiğim sanatçılardan oluşan bir kısa listem vardı. Bir seri görüşme yaptıktan sonra bir grup isim netleşti. İşler ise bu sergi için üretildiler, seçilmediler. Sanatçılarla neredeyse 3 ay süren, her biriyle farklı periyotlarda olmak üzere görüşmeler oldu. Bu sürecin her noktasında hep Pelin (Derviş) vardı. Katkısı çok önemliydi, söylemem gerek. Bu görüşmelerde sanatçıların fikirleri somutlaştı, evrildi.

(Giorgio) Manganelli sevdiğim bir yazar. Pinokyo kitabında “yazar ve kitap” üzerine yazdıkları var. Orada onun kitaplar için kullandığı kapı metaforunun buraya, yani küratöryel sürece uygun olduğunu düşünüyorum. Küratörün yaptığı bir kapı açmak. Sanatçılar o kapıdan bir mekana giriyorlar. Küratörün dayayıp döşediği bir yer bu. Onlar burada vakit geçirip sonra o mekandan kendi odalarına kapılar açıyorlar. Bu böyle sürüp gidiyor. Ta ki izleyici onların mekanlarına girip kendi kapısını açana dek. Küratör olarak en önemli, belirleyici kararı içeri aldığım sanatçılarla vermiş olduğumu şimdi bu noktadan bakınca daha net görüyorum.

DG: Tipik bir mimarlık sergisi yapmak istemiyordu VitrA demiştin. Bu sergi VitrA’nın etkinliklerinin neresinde yer alıyor?

EU: TSMD’nin de desteklediği VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi (VÇMD) bir seri etkinlikten oluşuyor. Bunlar arasında kitap, serinin başlığıyla en doğrudan bağı kuruyor. Orada 50 yapılık bir seçki var. İddiası, turizm yapılarının en iyilerini seçmek değil. Bu yapı tipi bağlamında 2000 sonrasından bir Türkiye panoraması sunmak. Sergiyse bu serinin bağımsız bir etkinliği. Ben bir güncel sanat sergisi yapmak istedim. Geçtiğimiz yılkinden farklılaşan bir öneriydi. Ayrıca İstanbul Modern’e de uygundu. VitrA ve Pelin ile paylaştım. Onlar da “tamam” dediler.

DG: Güncel sanat sergisi diyorsunuz. Güncel sanat temayla bağını nasıl kuruyor?

EU: Sergi dizinin bu yıl ele aldığı yapı tipini ve kullanımını alıp sorunsallaştırıyor, küratörün ve sanatçıların düşünce dünyası aracılığıyla salt yapı imgelerinin ve betimlemelerinin erişmesinin mümkün olmadığı boyutlara doğru bir yolculuk vaat ediyor. Güncel sanat bu olanağı sunuyor.

DG: Peki bu güncel sanat sergisinde mekânsal düzenlemeleri, sergi kurgusunu nasıl ve nerede değerlendirmeliyiz? Böyle okumalar yapmalı mı?

EU: Bir sergide küratöre görev verildikten sonra küratör farklı şekillerde davranabilir. Sergi tasarımını yapması için başka birini belirleyebilir. Bu durumda tasarımın kendisi bir mekansal düzenleme, bir iş haline gelebilir; veya gelmeyebilir.

Ben burada kendim rol almak istedim. Sergi kurgusunun ayrı bir iş haline gelip gelmemesi meselesini de çok düşündüm. Tasarım, sanatçıların eserlerinin en doğru ve onların istedikleri biçimde algılanmasını sağlayacak bir araçtır burada ancak. Oradaki geometrilerin, bana verilen L boşlukta bu altı odayı insanlara belirli bir akışla dolaştırma amacıyla bir ilgisi vardı. Etli eşiklerin odaları birbirinden ayırma işlevi vardı. Sonuçta bir odadan bir odaya bağlandığınızda bir işi karşınızda mı göreceksiniz ya da üç projeksiyonu sağınızda homojen bir şekilde dizili mi göreceksiniz, kurgunun bunlarla ilgisi var. Mekanda benim varlığım teknikti. Bunun yanında tavanların açık ve kapalı oluşu, projeksiyonların yansıtılacakları yerler gibi konularda en son kararları ben netleştirdim fakat her zaman önce sanatçı kendi istediğini söyledi, ben bir öneride bulundum ve genelde de bunlar hep örtüştü. Benim düşüncem bu şekilde ama tersi de olabilir. Sergiye geldiğimizde o L’nin içinde doğrudan bir mimarla karşılaşmak mümkündü. Ama ben bunu yapmaktan özellikle uzak durmaya çalıştım.

DG: Bir güncel sanat etkinliğine gidiyor olmanın herkeste sürekli bir şeyleri anlamlandırma etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu sergi de zihinsel bir katılım bekliyor.

EU: Güncel sanata ilgi duymak, vakit harcamak ve yavaşça da alışmak gerekiyor. Ben güncel sanatı izlemeyi seviyorum. Anlamak, iyisini kötüsünden; gerçeğini ‘mış gibi’sinden ayırabilmek istiyorum. Ama yadırgadığım bir durum var. Bir arkadaşımdan bahsedeyim. Sergilere gidip doğa resimlerine bakmaktan çok zevk alıyor. O sergiden çıkıp hiç soru sormuyor. Ama öte yandan bu sergide de yer alan Kerem (Ozan Bayraktar)’in Tophane’deki sergisine soktuğumda bana “Ya bu da ne demek şimdi?” demişti. Orada Kerem’in kendi yaptığı maketlerin fotoğrafları vardı. Nasıl diğerinde doğa resimleri varsa burada da derin dondurucuda buz tutmuş bisiklet maketlerinin fotoğrafları vardı ve bence özel bir anlamı yoktu. Kerem’e de sorsanız bir anlamı olmadığını söyleyecekti. Bense o resme bakmaktan hoşlanıyorum, bana bir takım hisler veriyor, sergilendiği yerde bir atmosfer yaratıyor. Birisine çocukluğunu, bana bir kazayı hatırlatıyor. Ama insanlar yabancı oldukları durumlarda bir anlam arama çabası içine giriyor. Aslında bu insanı kasan bir durum. Böyle kasmaya gerek yok. Rahat olmak lazım. Tabii bunların bazılarını sevip bazılarını sevmeyebilirsiniz. İlk karşılaşmanızda sizinle ilişki kurar ya da kurmaz, illa ki “bu ne demek istiyor bir anlasam seveceğim” zorlamasına girmeye gerek yok.

Öte yandan tabii ki bunlar başka derinliklerde başka anlamlara sahip. Bir Monet sergisini güzel bir bahçeyi gezer gibi de gezebilirsiniz. Monet’nin bütün bir resim tarihi içindeki yerini öğrenmek amacıyla rehber eşliğinde de gezebilirsiniz ve bu iki derinlik anlamına gelir. Bizim sergide de durum bu. Kartpostalların nostaljisiyle gezebilir, kendinizi Nermin’in yol videosuna kaptırabilirsiniz. Cırcır böceklerini dinler, videoda tanıtılan ülkenin hangisi olduğunu tahmin edersiniz. Ya da o sanatçıların bu odalarda ne söylemek istediğini anlamaya çalışarak, kataloğu okuyarak, hatta bir rehber eşliğinde de gezebilirsiniz ve yine bu iki ayrı derinlik anlamına gelir. Ben arada çok ciddi bir fark görmüyorum. Monet sergisinin izleyiciden herhangi bir şey talep etmediğini sanıyoruz, oysa ki bu sadece orada sergilenenlerin çok tanıdık oluşundan ileri geliyor.

DG: Geçen yılki sergiyi gezmiş miydiniz? O sergi de izleyiciden başka türlü bir katılım bekliyordu.

EU: Dediğim gibi, her sergi farklı derinliklerde okunabilir. Öte yandan hepsi insanlardan ilgi bekler. Tipik, tanıdık olanlarsa hızlı gezilir ve sanki sizden fazla bir beklentisi yokmuş gibi gelebilir. Dizinin geçen yılki sergisi Mutluluk Fabrikaları çok özgündü. Yoğun, yine insanlardan ilgi bekleyen, muzip, interaktif; kalabalık bir ekip tarafından kotarılmış, pek Türkiye’de göremeyeceğimiz türden incelikte bir sergiydi. Tamamen farklı yaklaşımlar. Bu senekiyle hiçbir yerinden tutup karşılaştıramıyorum. Zaten VitrA’nın aldığım brief de hem bildiğimiz anlamda bir mimarlık sergisi olmaması, hem de geçtiğimiz senekinden farklılaşması idi. Ne diyeyim, gelecek seneki küratör düşünsün gerisini.

DG: Bir mimar olarak somut bir şeyler üretmeye alışkın birisiniz. Böyle soyut bir üretimin içinde olmak nasıl bir süreçti?

EU: Benim için özel bir zaman dilimi oldu. İlk kez yapıyorum. Ama şanslıyım. Benden beklenen işe odaklanabilecek yeterli vaktim oldu. VitrA’nın varlığının sözde değil özde olduğunu söyleyebilirim. Bu süreçte işin detayları ve bürokrasisi ile ilgilenen insanlar oldu. Benim de birazcık bu meseleyi öğrenmeye, düşünmeye ve yaptıklarımı değiştirmeye vaktim ve enerjim kaldı. Aynısı sanatçılar için de geçerli. 6 ayda bir şeyler üretiliyor ve her biri kavramsal altyapıları kurulmuş, metinleri oluşturulmuş işler. Hepsi benden, Pelin’den ve VitrA’dan geçiyor. Mekan gelişirken teknikler de gelişiyor. Ve her tasarımcının başka ihtiyaçları var. Örneğin Kerem modeller satın alıyor, Meriç cam ocaklarında vakit tüketiyor, Metehan Foça’da… Birçok farklı teknik bir arada kullanılıyor ve hepsinin başka iç süreçleri var ve bunlar paralel bir şekilde ilerliyor. Bir yandan işin tanıtımı, grafik tasarım işleri, VitrA, TSMD ve İstanbul Modern’le ilişkiler, derken yoğun bir süreçti. Ayrıca baştan itibaren sergi mekanı çok kılık değiştirdi ve ben bununla çok meşgul oldum. Yani gayet somut bir süreçti, dertleri de öyleydi, zevkleri de. Sonuçları da somut.

DG: Daha sonra tekrar böyle bir deneyim görebilecek miyiz sizden?

EU: Pelin (Derviş) bir daha böyle bir iş yapıp yapmayacağımı sormuştu. VitrA olursa, sen de olursan olur, dedim.

DG: Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

EU: Ben teşekkür ederim.

Etiketler

Bir yanıt yazın