17 Kasım 2017'de Studio-X Istanbul'da açılan Türkiye'de Mimari Maket sergisinin küratörü Pelin Derviş ile araştırma sürecini, süregelen işlerini ve serginin içeriğini konuştuk.
Henüz gezmediyseniz, sergiyi 19 Ocak 2018 tarihine kadar gezebilirsiniz ama önce aşağıdaki söyleşiye göz gezdirin:
2012 yılında Gökhan Karakuş ile birlikte, SALT Galata’da, AKM üzerine bir serginin küratörlüğünü üstlenmiştik. Binanın mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun yanı sıra Aydın Boysan, Sadi Diren ve Johannes Dinnebier gibi binanın tasarım ve yapım sürecinde rol almış kimi aktörleri ve yine bu aktörlerle bağlantılı olarak çelik-alüminyum cephe, seramik yüzeyler, aydınlatma gibi yapı elemanlarını/bileşenlerini serginin parçası haline getirmeyi önemsemiş ve bu kapsamda yaptığımız araştırmayı bir zaman çizelgesinde yansıtmaya çalışmıştık. Bu araştırmada, Hayati Tabanlıoğlu ile birlikte AKM’nin projelendirme ve yapım aşamalarında hem mimar hem de maket yapımcısı olarak çalışan Yusuf Z. Ergüleç dikkatimi çekmişti. Bu serginin ardından Hayati Tabanlıoğlu üzerine bir monografik yayın için uzun süre çalıştım ve Yusuf Z. Ergüleç’in üretimlerini daha iyi tanımaya başladım. Yusuf Z. Ergüleç maket yapmaya, mimarlık öğreniminden önce başlamış. Onun bu yeteneğini ve ilgisini keşfeden Emin Onat mimarlık okuması için Ergüleç’i teşvik etmiş. Ergüleç’in yanında yetişen Selahattin Yazıcı’yı ise önce, Arkitera’da sizin yaptığınız bir söyleşi ile tanıdığımı belirtmem gerekir, daha önce bilmiyordum. Halbuki Yazıcı, belki de Türkiye’deki yirminci yüzyıl mimarlığının en aktif maket yapımcılarından biri; altmış yıl kadar süren çalışma süresince, bildiğimiz pek çok projenin maketlerini o üretmiş. Ayrıca maket yapımcılarının pek karşılaşmadığı onurlandırmalar Yazıcı için söz konusu olabilmiş; örneğin, TSMD II. Mimarlık Ödülleri’nden Yardımcı Sanat Dalı Ödülü’ne (1996) ve X. Ulusal Mimarlık Ödülleri’nden Mesleğe Katkı Dalı Başarı Ödülü’ne layık görülmüş (2006).
Fotoğraf: Pınar Gediközer, sergi açılışı (17.11.17)
Bu noktada, “Acaba maket yapımı ve yapımcıları ne kadar kayda geçmiştir; başka kimler var; maketler nerede?” vb. bir dolu soruyla hızlı bir araştırma yapınca iyice emin oldum ki bu konuda pek bir kayıt yok. Ayrıca, mimari maket üretiliyor, ondan sonra çeşitli yolculuklara çıkıyor. Geriye, -şanslıysak- ancak fotoğrafları kalıyor. Dolayısıyla, bu fotoğrafların kimler tarafından ve nasıl çekildiği de maketin kendisi kadar önemli olmaya başlıyor. Fotoğrafların iyi çekilmiş olması ve tabii muhafaza edilmiş olması çok kıymetli. Bu açıdan da pek bir kayıt yok.
Bunun üzerine Studio-X Istanbul’a “Bu konuda bir sergi yapabilir miyiz; böyle bir sergi, bu konuda bir araştırma yapmaya ve kayıt tutmaya başlamak için bize bir olanak sağlar, bu mümkün mü?” diye sordum ve konu üzerinde konuşmaya, organize olmaya başladık. Bu noktada, değerli desteğini esirgemeyen ve tüm süreçte bizimle olan İstanbul Tasarım Bienali’ni de anmak isterim.
İlk olarak, Yusuf Z. Ergüleç’in oğlu Akif Ergüleç ile iletişime geçtim çünkü Yusuf Bey hayatta değil, 2012’de vefat etmiş. Yusuf Bey tarafından hazırlanan iki albüm, ayrıca birkaç fotoğraf ve belge vardı elinde. Her iki albüm de burada sergileniyor. Akif Bey’in hafızasında kalanlardan ve arşivindeki belgelerden yararlanarak biyografisini hazırlamaya ve yaptığı işleri listelemeye; diğer bir yandan da fotoğrafları sayısallaştırmaya ve kataloglamaya başladık. Daha sonra da Selahattin Yazıcı ile temas kurdum. Bir kısmı on adet albümün içinde, bir kısmı ise zarflarda üç binin üzerinde fotoğraf ve belge ile karşılaştım. Sergide de gördüğümüz fatura defteri gibi, başka belgeleri de saklamış. Kapsamlı bir çalışma yapabilmek için bu belgeler çok değerli. Kendi ifadesi ile üç binin üzerinde maket yaptıysa, tahmin ediyorum ki şu ana kadar karşılaştıklarım arasında en zengin iş ve işveren yelpazesi Selahattin Bey’inki olsa gerek. Elimizdeki arşiv belgelerinin sayısallaştırılma ve kataloglama işi tamamlandığında kapsamını daha iyi anlayacağız.
Yusuf Z. Ergüleç Arşivi’ni ben ve Studio-X’te staj yapan İlayda Güler sayısallaştırıp katalogluyoruz. Selahattin Bey’in arşivinin sayısallaştırılma ve kataloglama işi ise bu küçük serginin imkanları dahilinde çözebileceğimiz çapın ötesindeydi. Yardım çağrımız üzerine iki kurum devreye girdi: SALT Araştırma ve ODTÜ Mimarlık Fakültesi. ODTÜ Mimarlık Fakültesi, iki genç araştırma görevlisini, Saliha Aslan ve Elif Bilge’yi, bu arşivle buluşturdu; çalışmalar hala devam ediyor.
Yusuf Z. Ergüleç ve Selahattin Yazıcı arşivleri üzerindeki bu çalışmalar tamamlandığında SALT Araştırma Mimarlık ve Tasarım Arşivi’nde çevrimiçi erişime açılacak. SALT Araştırma’yı bir kez de hem çalışma ekiplerine verdikleri eğitim hem de tüm hazırlık süresince verdikleri içten destekten dolayı anmak istiyorum.
Mehmet Şener, Atölye 77’nin maket fotoğrafı albümü. Fotoğraf: Sahir Uğur Eren (2017)
Neden özellikle ODTÜ’ye başvurduğumu sorarsanız: Selahattin Bey’in yaşamında ODTÜ’nün özel bir yeri var. Yazıcı’nın 1964 yılında İstanbul’dan Ankara’ya taşınma nedenlerinden biri Altuğ-Behruz Çinici’nin ODTÜ projesinin (diğeri ise Vedat Özsan’ın Ziraat Bankası’nın Ulus tesisleri projesinin) maket yapımlarını üstlenmiş olması. Yazıcı’ya göre, ODTÜ kampüsü içindeki yapıların yüzde doksanının maketini kendisi yapmış. Bu maketlerin bir kısmını halen ODTÜ’de görebiliyoruz; örneğin, mimarlık fakültesinin ve rektörlük binasının maketleri bina içlerinde sergileniyor.
Sergi hazırlık sürecinin başında, Mimar/Arkitekt dergilerinde yayımlanan maketler üzerine bir analitik çalışma yapmak üzere Ufuk Demirgüç’ü davet ettim. Bu analiz, araştırmanın önemli bir kısmını oluşturdu ve bize değerli veriler sundu. Bu dergiler, maket yapımcılarının arşivleri, temas kurduğumuz mimarlık ofislerinin arşivleri ve sıklıkla başvurduğumuz SALT Araştırma Mimarlık ve Tasarım Arşivi zamanla birbirinin eksiğini tamamlamaya, bilgileri üst üste getirmeye yardımcı olmaya, yani kısacası birbirleriyle konuşmaya başladı.
Karatepe Açık Hava Müzesi’nin Mehmet Erkök tarafından yapılan maketi. Fotoğraf: Sahir Uğur Eren (2017)
Bu sergide daha çok Türkiye’deki 20. yüzyıl mimarlığına bakmayı tercih ettik çünkü o döneme dair bir aciliyet olduğunu düşünüyorum. Acele etmezsek ne bu maketler ne de o maketlere dair bilgileri bize aktaracak insanlar kalacak geriye.
Maket seçimlerini yaparken biraz erişebildiklerimiz ölçüsünde hareket ettik ancak eriştiklerimiz arasında da bir çeşitlilik oluşturmaya özen gösterdik. Sergide farklı amaçlarla üretilmiş maketler yer alıyor: Sunum amaçlı üretilenler, yarışma için üretilenler veya sergi için üretilen maketlerin yanı sıra çalışma maketleri de yer alıyor. Mimar elinden çıkan maketlerin yanı sıra profesyonel maket atölyeleri tarafından üretilmiş maketler de sergileniyor. Farklı malzeme, teknik, ölçek ve ifade biçimleri var. Ödünç alındıkları arşivlere göre de çeşitlilik gösteriyor maketler. Mimarlık ofislerinden, artık hayatta olmayan mimarların arşivlerine sahip çıkanlardan ve kurumlardan temin ettiğimiz maketler var sergide. Örneğin, 2007 yılında Osmanlı Bankası Müzesi ve Garanti Galeri’de açılan Turgut Cansever: Mimar ve Düşünce Adamı isimli sergi için beş maket üretilmişti. Söz konusu maketler şimdi SALT Araştırma bünyesinde yer alıyor. Bu sergideki Karatepe Açık Hava Müzesi ve Türk Tarih Kurumu maketlerini SALT’tan ödünç aldık. 20. yüzyılda kalmak şartıyla farklı dönemlerden farklı mimarlara yoğunlaşmaya çalıştık ancak serginin kısıtlı olanaklarından dolayı İstanbul dışına çıkamadık.
Maket yapımcısı seçimi açısından bakarsak, farklı kuşakları temsil edebilecek bir seçim yapmaya çalıştığımızı söyleyebilirim. Doğum yıllarıyla ifade etmek anlamayı kolaylaştırabilir: Yusuf Z. Ergüleç (1926), Selahattin Yazıcı (1931), Mehmet Şener (1946), Varjan Yurtgülü (1956) ve Murat Küçük (1964). Farklı kuşakların üretimine odaklanmak, aktörleri, ürünleri ve söylemleriyle farklı mimarlık üretimlerine ve malzeme, teknik ve işveren ilişkileri açısından farklı maket üretim ortamlarına bakmak anlamına geliyor.
Fotoğraf: Sahir Uğur Eren (2017)
Her nesnenin ve her projenin kendine ait bir öyküsü var. Kuşkusuz ortaklıklar ve dönemsel etkiler çıkacaktır ancak genelleme yapmadan, bütünsel okumalara henüz girişmeden önce mümkün olduğunca hepsini ayrı ayrı değerlendirmenin daha verimli ve özel bir okuma potansiyeline sahip olduğu kanaatindeyim. Farklı arşivleri yan yan yana görmeye ve farklı öyküleri ortaya koymaya başlayınca oluşan yeni soruların üstüne gitmenin de başka bir kıymeti var kanımca. Örneğin bir soru dizisi şöyle olabilir: “Bir mimar neden maket yapar ya da yaptırır? Maketi kimin yapacağını belirlerken projenin makette nasıl bir ifade bulacağının önemi var mıdır? Mimar neden farklı maket yapımcıları ile çalışmayı tercih eder? Maket ne ölçüde gerçekten de bir mimari düşünceyi test etme amacıyla üretilir? Maketin görevi ne zaman biter?” Bir başka soru dizisi ise doğrudan maketin içeriğine yöneliktir: “Makette kullanılan malzeme ve teknik mimari ifadenin taşıyıcısı mıdır? Makete konu olan projenin bağlamıyla birlikte veya bağlamından kopuk ifade edilmesinin nedeni var mıdır; varsa bu nedenler nelerdir?” Bir başka dizide maketi başka görselleştirmelerin nesnesi olarak görmek de mümkün: “Maket fotoğrafı neden çekilir? Hangi durumlarda, kim, hangi formatlarda fotoğraf çeker? Fotoğraflar bir dokümantasyon belgesi olarak nasıl yaşar? Başka nasıl yaşar? Örneğin, bu kez maket fotoğraflarıyla sürdürülen bir tasarım sürecinden neler öğrenebiliriz?”
Yusuf Z. Ergüleç’in fotoğraf albümü. Fotoğraf: Sahir Uğur Eren (2017)
3. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında sözünü ettiğiniz Türkiye Tasarım Kronolojisi | Deneme çalışmasında bize kılavuz olan bazı konu başlıkları vardı. Bunlardan biri ele aldığımız tasarım nesnesinin eğitimdeki yeriydi. Mimari maketi bu açıdan düşündüğümüzde –tekil örnekleri istisna sayıyorum– böyle bir eğitim dalının olmadığını görüyoruz. Bilgi bir usta-çırak ilişkisi çerçevesinde aktarılıyor genellikle ve deneyimle gelişiyor. Maket yapımcısı için varsa ustasından edindiği bilgi ve deneyim kadar mimar işvereninden edindiklerinin de belirli bir yeri var. Maket yapımcılarının önemli bir bölümü mimarlık formasyonuna sahip. Bu da bize faklı şeyler söylüyor… Kronoloji çalışmasındaki kılavuzlarımızdan bir diğeri ise mesleki örgütlenmelerdi. Mimari maket açısından şu ana kadar gördüğüm tek örgütlenme, Selahattin Yazıcı’nın girişimiyle kurulan ama yaşamayan Modelciler Derneği. Hangi ihtiyaçla kurulduğu ve niye yaşamadığından da öğreneceklerimiz var.
Çalıştıkça, biriktirdikçe üzerine daha çok yazıp çizebileceğiz ancak şu an aciliyeti olan tüm bunların belgelenmesi, dokümante edilmesi, korunması ve paralel olarak da incelenmesi. Üzerine tartışmalar, entelektüel üretimler yapabileceğimiz malzemeyi, nitelikli bir şekilde bir araya getirmemiz şart.
İlk bakışta, arka planda kalmış ama bu sergiyle görünürlük kazanmaya başlayan aktörler, maket yapımcıları gibi görünüyor. Bunun, serginin ve arkasındaki çalışmanın önemli bir taşıyıcısı olduğuna kuşku yok. Ancak diğer aktörlere ve üretimlere de dikkat çekiyor sergi bir yandan da. Örneğin, bildiğimizi sandığımız mimarların, arka planda kalmış (ya da göz ardı edilmiş) üretimlerini de görebiliyoruz sergide veya isimlerini çok iyi bildiğimiz aktörlerin yanı sıra görece daha az tanıdıklarımız da var. Tıpkı içinde yaşadığımız dünya gibi, mimarlık sadece adını bildiğimiz, üretimlerini bildiğimizi sandığımız beş-altı mimarın yapılarından oluşmuyor; zaten öyle bir yapılı çevrede yaşamıyoruz. Sadece yapılı çevre de değil, düşünsel peyzaj açısından da arka planda kalmış çok konu ve aktör var. Bu araştırma henüz 20. yüzyıl mimarlığı ile sınırlı, ancak konuyu günümüze dek getirmek, bugünün meseleleri içinden bakmak ve kayıt düşmek de aciliyetli; özellikle de günümüzün var olup olmadığı kaydı tutulmazsa belli olmayacak baş döndürücü üretim-tüketim hızı içinde…
Kısacası bu çalışma, mimarlığın “diğer kahramanlarına” yönelik bir bakış açısı olarak asla algılanmamalı; mimarlık üretimine sürecinin içinden bakmak olarak düşünülmeli. Örneğin SALT’taki İşveren Sergisi mimarlık üretimine dair kayıtlara bu açıdan değerli notlar düşüyordu. Bildiğimizi sandığımız ilişkiler ağını yeniden gözden geçirmekte her zaman yarar var.
Sergide yer alan maket yapımcılarının arşivlerinden. Fotoğraflar: Sahir Uğur Eren (2017)
Yine 3. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında geliştirdiğimiz kronoloji çalışmasında iş birliği yaptığımız Avşar Gürpınar’ı bu kez sergi mobilyalarının tasarımı için davet ettik. Sergideki maketlerin sahip olduğu inceliği sergi mobilyalarına yansıtabilecek dili ve üretim yöntemlerini tartışmak açısından bu yeni iş birliğinin de çok verimli olduğunu söylemek isterim. Tasarım ve üretim sürecine Mete Godollar da katıldı. Avşar Gürpınar ve Mete Godollar hem tasarladılar hem de bizzat ürettiler. Bu süreçte, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin üretim desteğini almak ayrıca çok değerliydi.
Burada sergilenen maketlerin büyük bir çoğunluğu, üzerindeki cam veya pleksi kutusu ile, camının kırığı ile, kısacası özgün hali nasılsa o şekilde sergileniyor. Yani üretildiği ve zaman içinde aldığı hal ile buraya gelmesi bilinçli bir tercihti. Örneğin Milli Reasürans’ın bazasını ve cam kutusunu yarışmayı açan kurum vermiş; bu sergide maket, aynı baza ve kutu ile sergileniyor. İki istisna var. Biri Erkal Güngören’in çalışma maketi; Ela Güngören ve Oğuz Erataç tarafından 2015’te onarımdan geçmiş; bir de İMÇ maketi Murat Küçük tarafından onarılarak geldi sergiye çünkü 1982 yılında Venedik Bienali’nde sergilendikten sonra camı kırık, minareler kopuk olarak geri dönmüş.
Selahattin Yazıcı’nın maket malzemeleri. Fotoğraf: Sahir Uğur Eren (2017)
Hayır, Sami Pazarbaşı’nın ürettiği bir maket bu. Aslında önce kızı Sidel Pazarbaşı’na ulaşmaya çalışmıştım. Bir parantez içi bilgisi: Sidel Hanım, şu ana kadar duyduğum profesyonel olarak maket yapan tek kadın. Babasının yaptığı bu maketi onun restore etseydi çok güzel olurdu ancak mümkün olmadı. Yine de sergi açıldıktan sonra kendisine ulaşabilmiş olmaktan dolayı çok mutluyum. Böylece hem Sami Pazarbaşı hem de kendisinin üretimlerine dair kayıt tutma olanağı yakalamış olacağız.
Sergi tasarımına geri dönersek, bu maketlere ve içinde fotoğrafların, albümlerin, bazen yayınların, maket yapımında kullanılan malzemelerinin ve alet edevatın bulunduğu arşiv malzemelerine bir tür müze malzemesi muamelesi göstermeyi önemsedim. Bu yaklaşım sergi ekibi içinde çok tartışıldı, özellikle tasarım ekibinin ilk başlarda muhalefet ettiğini hatırlıyorum. Ancak bu muamelenin sembolik bir anlamı var, bunu, yani değerli olduklarının ifadesini sergiye taşımayı önemsiyordum.
Pelin Derviş ve Metehan Özcan tarafından hazırlanan gösterim. Fotoğraf: Sahir Uğur Eren (2017)
Bunun dışında beş maket yapımcısı ile yaptığımız söyleşilerin video kayıtlarının ve onların biyografileriyle birlikte ellişer proje seçkisinin bulunduğu kitapçıkların yerleştirildiği masalar var. Bu kısım, oturup izlemek, dinlemek, okumak ve not almak için kendine ait aydınlatma elemanları olan çalışma masaları halinde tasarlandı. Aydınlatma konusunda Avşar Gürpınar’ın katkısının yanı sıra danışmanlık veren Ali Berkman’ın adını da şükranla anmam gerekir. Üstünde, “Bu maketi kim yapmıştı, hatırlıyorsanız lütfen not edin.” notu yazan ve Ufuk Demirgüç tarafından hazırlanan kitapçıklar da bu masalarda duruyor. Bu masa ve vitrinler mekanın ortasında, arka arkaya doğrusal katmanlar halinde dizilirken, onları yine Ufuk Demirgüç’ün Mimar/Arkitekt dergileri üzerine yaptığı analitik çalışma kuşatıyor. Bir küçük oda ise mimar-maket-maket yapımcısı ilişkisini aktaran ve Metehan Özcan ile birlikte hazırladığımız bir gösterime ayrıldı.
Özetle, ziyaretçinin farklı şekillerde ve istediği yoğunlukta ilişki kurabileceği bir ortam üretmeye çaba gösterdik.
Fotoğraf: Sahir Uğur Eren (2017)
Bu sergi uzun soluklu olması gereken bir çalışmanın ara aşaması. Sergiyi fırsat bilip gerek hazırlık esnasında gerek sergi süresince “Acaba bu maketi kim, hangi tarihte yapmıştı; ölçeği, malzemesi neydi, hatırlar mısınız?” diye çeşitli kişi ve kurumlara sormaya çalıştık/çalışıyoruz. Hakikaten de bu süreçte bazı maketleri kimin yaptığını öğrenmeye, künye bilgilerini çıkarmaya başladık. Birincil iş bilgiyi toplayabilmek; bunun için ortaya bir niyet koymak ve çalışma ağı oluşturabilmek gerekiyor. Bazı kişilerle aktörleri, bazılarıyla yapım tekniklerini konuşabilirsiniz. Bazen hafıza yardımcı oluyor, bazen de kurulan ilişkiler yeni öğrenme kanalları doğuruyor. Sergideki çok yönlü yapı da aslında bu süreci devam ettirme niyetinden kaynaklanıyor. Bu anlamda evet, bir test olduğunu söyleyebiliriz. Serginin Ankara’ya gitme ihtimali var. Bu olursa bir başka maket seçkisini ve ilave maket yapımcılarını içermesini hedefliyoruz. Yani üzerine bilgi ekleyerek taşımak istiyoruz. Çünkü henüz başlangıç aşamasındayız ve daha yapılacak çok iş var.
Bir maket arşivimizin veya müzemizin olması müthiş olmaz mı? Mimarlık üretimine maket gibi bir temsil aracıyla bakmanın anlamını ve değerini anlayacak kişi ve kurumların desteğiyle bunu kurmayı başarabileceğimize inanıyorum. Yalnız elimizi biraz çabuk tutmamız gerekiyor; her şeyin hızla yok olduğu bir süreç içindeyiz, yarın çok geç olabilir.
*Kapak fotoğrafı: Özüm İtez (2017)