“Bir Yerde Yabancı Olma Hali, Alışılmadık Olmak Bakımından Bir Özgürleşme İmkanı Tanıyor”

Pamukkale Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğretim üyesi Burak Altınışık ve Bölüm Başkanı Işıl Uçman Altınışık ile Denizli kentinin dinamiklerini ve bunun mimarlık eğitimi ile ilişkisini konuştuk.

İstanbul’dan Denizli’ye taşınıp, Anadolu kentinde bir hayat yaşamaya başlayan Işıl Altınışık ve Burak Altınışık ile Denizli’de bir araya geldik. Kendi kişisel deneyimlerinden yola çıkarak bir kentte yabancı olma halinin ne gibi potansiyeller taşıdığından bahsederken, Pamukkale Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi’nin Denizli kenti ile ilişkisi üzerinden mimarlık eğitimine dair yenilikçi bakış açılarını, kente ve kentteki mimarlık pratiğine dair gözlemleri ile bu gözlemlerin mimarlık eğitimiyle nasıl ilişkilendiğini konuştuk.

Bahar Bayhan: Denizli’ye yerleşme kararını nasıl verdiniz?

Burak Altınışık: O kararı bir yanıyla çok net verdik. Diğer yandan bir şekilde yaşantımızı buraya taşımak konusunda, en azından kendi iç dünyam açısından, sessiz de olsa “acaba?”lar vardı. İstanbul’daki alışkanlıklardan sonra Anadolu kenti diye kafamızda tuhaf katılıklar, parça parça oluşmuş önyargılar ya da kuruntular olabiliyor ama sonuçta her yerde, ortalama hayatın dışında bir yaşam pratiği sürdüren insanlar var.

Işıl Uçman Altınışık: Yer değiştirmek, başka zeminlerde var olmaya çalışmak, başka insanlarla tanışmak ve başka ifade ortamları içinde kendimi yeniden tanımlamaya çalışmak bana iyi geliyor. İçinde bulunduğum yer ve durumları bir final olarak değerlendirmemeye çalışıyorum. Bu da merak duygusu ile birlikte başka bir yerde yeniden var olabilme özgürlüğü sunuyor. Denizli fikri işte bu tür iç mırıldanmalardan doğdu. Bir projeye dönüşmesi ise tabii ayrı bir konu. Sunduğu yaşamsal ve kentsel potansiyellerle ilişkili. Denizli en temelde arkeolojik, tarihsel bir imgeye sahip. Modern süreçler içinde buna endüstri de eklemleniyor. Kevin Lynch’in bakış açısından düşünmeye devam edersek kent kimliği, benzerliklerden çok farklılıklarla olanaklanan bir toplum-mekânsal zemin. Güncel kentsel yaşamın fark yaratan önemli kaynakları arasında bu arkeolojik ve endüstriyel olanaklar geliyor.

“Mimarlık eğitimini, kültürel ve iktisadi olanakları mekânsal farkındalık alanı olarak tanımlayan bir perspektif içinde düşünmeye çalışıyoruz.”

Buraya gelirken mimarlık eğitiminin nasıl olması gerektiğine dair bir program var mıydı kafanızda yoksa bu kente dair farkındalığınız geliştikçe mi yönlenmeye başladınız?

Işıl: Denizli kentsel yaşamı ve mekânı arkeolojik, endüstriyel olanaklar ile bu söz konusu alanlara ilişkin sanatsal, bilimsel ve akademik anlamda yapılabilecek araştırma geliştirme çalışmaları ve eğitim olanakları bağlamında başka bir zemin değeri de kazanmış oluyor. Bu zeminin farkında olarak şunu söyleyebilirim ki; mensubu olduğum PAÜ Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü, oluşum süreci boyunca ve şu anki güncel durumu itibariyle akademik anlamda var olma gerekçeleri ve stratejik hedefleri anlamında içinde bulunduğu kültürel ve endüstriyel olanaklarla örtüşüyor. Mekan araştırmaları, arkeolojik ve endüstriyel konular temelinde güçlü bir toplam, bir içerik oluşturabilme olanağına sahip. Mimarlık bölümü olarak bu içeriği kentin diğer aktörleri ile birlikte yeniden üretebilmenin mimari tasarım stüdyoları içinde ve dışındaki ortamlarını yaratmaya çalışıyoruz. Mimarlık eğitimini, içinde bulunduğu coğrafi-tarihsel katmanlar temelinde arkeoloji-sanayi arakesitinden beslenen kültürel ve iktisadi olanakları mekânsal farkındalık alanı olarak tanımlayan bir perspektif içinde düşünmeye çalışıyoruz. Mimari tasarım stüdyosu etkinlikleri merkezinde ve bu merkezi besleyecek biçimde, yapı yapma düşüncesi ve süreçlerini irdeleyerek işleyen ders örüntüsü ile eğitim öğretim programını güncelledik. Gündelik Hayat ve Mimarlık Etkinlikleri başlığı altında mimarlık pratiği ve modern yaşam ilişkisi üzerine düşünen ve üretimler yapan akademisyen ile profesyonellerin bilgi ve deneyimlerini öğrencilerle paylaşabilecekleri bir eğitim-öğretim zemini olarak öngörülen bu türden etkinlikler geliştirmeye özen gösteriyoruz.

Buradaki eğitimin kentten oldukça beslendiğini anlıyorum. Peki sizce bunun kente dönüşü olacak mı veya öyle bir hedefiniz var mı?

Işıl: Süreç içinde bazı sonuçlar almaya başladık. Örneğin, Denizli’nin mekân kültürü ve tekstil-sanayi tarihi açısından önemli ilçelerinden birisi olan Babadağ’da “Nitelikli Gündelik Mekân Üretimine Yönelik Katılımcı Bir Girişim Olarak; Babadağ’da Mehmet Özer Caddesi Yüzey Renovasyonu ve Süreç Dokümantasyonu Projesi” bu anlamda değerlendirilebilir. Babadağlı Sanayici ve İş Adamları Derneği, Babadağ Belediyesi, Pamukkale Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü, ulusal ve yerel üreticiler ile hizmet sağlayıcılar işbirliğinde gündeme gelen bir araştırma-geliştirme projesi süreci içindeyiz. Babadağ yapılı çevre niteliğini sokak- yüzey-cephe düzeyinde yapılacak renovasyonlarla güncelleyip sağlıklaştırarak yeniden üretmeyi ve sunulacak mimarlık hizmeti ile Babadağ’ın gündelik ve iktisadi hayatına katkı sağlamayı amaçlıyoruz. Renovasyon sürecinin Babadağ sakinlerinden yöneticilere, öğrencilerden akademisyenlere, üreticilerden hizmet sağlayıcılara uzanan çok aktörlü katılımcı bir model olarak geliştirilmesi sürecini özgün bir öneri olarak düşünüyoruz. Bu projede Alligator Boya’nın sürece başından beri olan desteği ve katılımı projenin uygulama olanaklarını zenginleştirdi. Gökdelen İskele-Kalıp’ın sürece eklemlenmesiyle uygulama ayağı güçlenmiş oldu. Böylelikle bir araya gelen tüm aktörlerin ortak çalışmalar yaparak, birlikte projeler üreterek ve yürüterek mekânın yeniden üretimine katkı sunacakları düşüncesindeyiz. Çünkü mekan sadece mimarlığın otonom sınırları dahilinde üretilebilecek ve kavranabilecek bir konu değil. Mimarlık perspektifi elbette çok önemli ama tek başına yeterli değil. Bu konuyu stüdyo ortamındaki tartışmalara dahil ediyoruz.

“Dışarıdan kente geri dönme durumu, kısa devreler üretme şansı yaratabilir.” 

Denizli bir de küçük bir yer, herkesin birbiriyle bir şekilde ilişkisi var herhalde. Bu da, bilginin hızlı dolaşımını sağlıyor olmalı.

Işıl: Denizli’deki süreçlere yeni katılan birisi olarak buraya özgü bir hızı ve iletilme biçimi olduğunu söyleyebilirim. Bu birçok şeyi kolaylaştırırken birçok şeyi de zorlaştırıyor. Yani ne çok iyi ne çok kötü bir durum. O yüzden bunu bilerek hareket etmek lazım. Bir yerde yabancı olma hali alışılmadık olmak bakımından en temelde bir özgürleşme imkânı tanıyor. Bu da beraberinde konuya biraz dışarıdan, başka bir açıdan bakabilme fırsatı sunuyor.

Burak: Retorik düzeyde meseleleri kurmanın önemli bir yanı var ama o retoriğin yarattığı perspektifte başka bir takım problemler de çıkabiliyor. Biz bir taraftan da Denizlili değiliz, Işıl’ın bir şekilde soy kütüğünün buraya uzanan bir yanı var belki ama pratik olarak hiçbir zaman kentle içli dışlı bir ilişkimiz olmadı. Buradaki insanların çoğunun şöyle bir durumu var; mesela mimar olanlar şehir dışında okuyorlar, vakit geçiriyorlar ama eninde sonunda buraya geri dönüyorlar. Bu geri dönmenin yarattığı iyi bir taraf var ama kötü bir taraf da var. Hem konfor hem de zorluk alanını eşzamanlı üreten bir ilişki biçimi. Üniversite öncesi mekânsal ilişkiler, sosyal ilişkiler daha sonra profesyonel ilişkilerin kurulma zeminini oluşturuyor. Dolayısıyla oradaki bakışlar, daha önceden alınmış verili bilginin hafif sağa sola saparak ama çok da uzaklaşmayarak gittiği, onun bir tür kaymağı üzerinde mutluca yaşayan, fazla talepkar olmayan bir şey de olabilir. Dışarıdan kente geri dönme durumu, kısa devreler üretme şansı yaratabilir. Üniversitenin bence öyle bir imkanı var gibi görünüyor. Hem hocaları illaki yerel değil, dışarıdan insanlara açık, öğrenciler de çoğunlukla buradan değil. Bunun hemen bugün yaratacağı bir akış var diyemem ama enerji olarak bir yerlerde birikiyor olması lazım. Bu ileride başka türlü kısa devrelere yol açacaktır. Yaklaşık iki senedir gözlemlediğimiz kadarıyla, Işıl’ın da bahsettiği gibi, bir takım insanlar bir şeyler yapmak istiyorlar ama konforun getirdiği bazı alışkanlıklar var. Böyle kanallar ortaya çıkınca “bakalım, deneyelim” türünden bir ilişki zemini türemeye başlıyor. Çok rastlantısal olabiliyor bunlar. Ayaküstü merhabalaşırken, başka bir toplantıda biriyle tanışırken 3 gün sonra randevulaşıyorsunuz, bir konu üzerine başka türlü konuşmaya başlıyorsunuz. Gündemler çok keskin, zihinlerde oluşturulmuş bir vizyon var da yürüyor gibi değil de; kısa devre buluşmalarla, insanların zihninde belli belirsiz bir takım sorular, düşünceler, arzular “acaba bir işbirliğine dönüşür mü?” meselesine gelmeye başlıyor. Bu anlamda Mimarlık Fakültesi’nin ya da üniversitenin, kentte bir şeyleri biçimlendirme konusunda hareketli bir zeminin bir yerinde belirdiğini söylemek mümkün. O yabancılığı mümkün olduğu kadar arttırmak lazım. Yabancılıkla yerellik birbirine karıştıkça bir şeyler çıkmaya başlayacak sanırım.

Işıl: Farklı iki şeyin karşılaşması yeniyi öneriyor. Aynılık içerisinde yeni bir öneri olamaz diyemeyiz elbette, ama daha yavaş olduğu, daha zor olduğunu söyleyebiliriz.

Burak: Dar alandaki paslaşmaları mümkün olduğu kadar çok üretebilirsek belki o büyük bir oyuna dönüşebilir sonunda.

Işıl: Farklı bakış açıları ve farklı yollar olabileceği fikri etrafında buluşmaya çalışıyoruz.

Burak: Bir de kentteki aktörler birbirlerini tanıyorlar aslında. Zaman zaman bazı protokol görüşmeler yapıyoruz ama arka planda herkes bunun başka türlü sohbetlerini yapıyordur. Dolayısıyla bir şeylere sıçrayıp sıçramama imkanı duruyor bir köşede, birazcık ittirmeli, harekete geçirmeli. Tabii kafalarda soru işaretleri de oluşuyor. Bu karşılaşmaların ortaya çıkardığı “acaba?” da var, adım atmayı zorlaştırıyor. Bir şekilde hem adımı atan hem de geri çeken unsurlar bir arada var, o çatışma içerisinde yürüyor meseleler. Bir de tabii çok yeniyiz burada.

Buraya taşınalı ne kadar oldu?

Burak: 1,5-2 sene olacak. İstanbul’da kanıksanmış yolumuz içerisinde kendi varoluşumuzu üretmeye ya da beslemeye çalışıyorduk. Burada daha kısa sürede başka şeyler gündeme gelmeye başladı.

İmrenilecek bir durum galiba?

Işıl: Etkinlik zemini yaratabilmek, fark yaratabilmek anlamında davetkâr bir zemin; bu durum bir imrenme duygusu yaratabilir. Özellikle herhangi bir konuyu ilgilisine ve yetkilisine aktarma zinciri daha uzun olan kentler bağlamında düşünüldüğünde, daha kısa bir yoldan bahsetmek mümkün. Ancak uzun yollar insana çok şey sunabilir. Yoldayken ne görmek istediğinize bağlı sanırım.

“Bu iş kimlerle yapılıyorsa onlarla karşılaşma ortamını çoğaltarak daha verimli, sahiplenilmiş mekanlara ulaşabiliriz, diye bir inancımız var.”

Burada geçirdiğiniz 2 yıl boyunca fakültede neler yaptınız?

Işıl: Denizli’ye olan yolculuğumuzun gündeme getirdiği Denizli sokak yürüyüşleri boyunca karşımıza çıkan mekânsal durumları ve yapıları not etmeye başladık. Yani bir anlamda Denizli kentsel alanı içindeki mekânsal durumlar ile yapıları çözümleme ve yorumlama işini kendi kendimize vermiş olduk. Birlikte yaptığımız sokak yürüyüşlerine ve sohbetlere belli bir ritimde ilerleyerek daha fazla zaman ayırmak gerektiğini gördük. Bu mekânsal durumlar ve yapılar arasında Cengiz Bektaş yapıları ile olan karşılaşmaların da ayrıca bir toplam oluşturduğunu hemen söylemeliyim. İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nden, Türkiye modernleşmesi ve mimarlık sosyolojisi alanında çalışmalar yapan arkadaşımız Erhan Berat Fındıklı’ya Cengiz Bektaş yapılarına ilgi duyduğumuzdan söz ettik. Onun, Cengiz Bektaş’ın mimarlık metinlerine dönük bazı tespit ve eleştirileri vardı. Burak ve benim de büyük ölçüde katıldığımız o eleştirilere burada hiç girmeyeyim. Bu birlikte düşünme ve soru sorma süreci yoğunlaşınca, Cengiz Bektaş mimarlığının arkadaşlar arası bir fikir alış verişinin ötesinde bir proje kapsamında ele alınması gerektiğine karar verdik. Bir araştırma ve tartışma platformu olarak ilk aklımıza gelen SALT’a, Meriç’e, oluşturmakta olduğumuz sorularımızın bir tartışma mecrasına dönüşüp dönüşemeyeceği yoklamamız, SALT’ın zaten Cengiz Bektaş Arşivi üzerinde çalışmakta olduğu bilgisi ve motivasyonuyla İstanbul ve Denizli etkileşiminde bir projeye dönüşmüş oldu.

İlki Haziran 2016 tarihinde SALT Galata’da Bektaş’ın biyografisi üzerinden sorularla gerçekleşen bir söyleşiydi. İkincisi Cengiz Bektaş’ın hem yapıları hem de düşünce dünyasının kaynaklarından olan Denizli’deki yer ve mekânları Bektaş ile birlikte yerinde incelemek, üzerine hep birlikte düşünebilmek için planlanan ve Mimarlar Odası Denizli Şubesi işbirliği ile gerçekleşen gezi, söyleşi ve sohbet formatlarındaki programlardan oluştu. Takvimde Ekim ayı mimarlık haftasında gerçekleştirilen söz konusu etkinlikler, Denizli’deki Bektaş Yapılarını Cengiz Bektaş İle Birlikte Yeniden Değerlendirme Gezisi” ardından, İşveren-Müellif-Yüklenici Etkileşimi Üzerinden Mimarlığı İzlemek: Denizli’deki Bektaş Yapıları Nasıl Üretildiler?” söyleşisi ve izleyen iki ayrı günde ““Yerellik”, “Anadoluluk”, “Hümanizm” Savları Üzerine Cengiz Bektaş’la birlikte Laodikeia ve Hierapolis Gezisi” ile ““Antik Kültür ve Sanat” savları üzerine Cengiz Bektaş’la birlikte Afrodisias Gezisi” biçimlerindeydi. Amaçlanan, Cengiz Bektaş’ın mimari üretimlerini, ilişkilendikleri ulusal ve uluslararası bağlam, süreç ve aktörler düzleminde ele alabilmek; ilgili projeleri, fikir olarak oluşumlarından mekânsal varlık kazanmalarına kadar geçen mimari, ekonomik ve beşeri katmanlara ilişkin okuyabilmekti.

Burak: Masada olmasalar bile şantiye işçilerine de değinildi. Salondaydılar. Daha duygusal bir düzlemde oluyor o değinmeler ama bir şekilde önemli bu. Hemzemin bir düzlem oluşturulmuştu aslında orada. Patronla işçinin yakınlaşabildiği, duygusal bir bağ kurabildiği bir zemin, her ne kadar onore etme törenine dönüşmüş olsa da.

Işıl: Tabi bu arada yapıların kullanıcılarından gelen iltifatlar kadar şikâyet ve olumsuz deneyimleri de kayıt altına aldık. Bu deneyimler ileride daha farklı çalışmalara da malzeme sunabilir. Başında tarif etmeye çalıştığım gibi, mekan üretim pratiğini sadece mimarın tekelinde olan bir şey olarak görmüyoruz. Bunun stüdyodan akademik bir projeye kadar daha profesyonel bağlantı halinde olduğu konular var. Zamanla uygulama düzeyine taşıyabileceğimiz konular oluşmaya başladı. “Ben karar veririm ben çizerim” gibi bir tasarım süreci kurmuyoruz. Bunun ifade ortamını da öyle kurmuyoruz. Yani bu iş kimlerle yapılıyorsa onlarla karşılaşma ortamını çoğaltarak daha verimli, sahiplenilmiş mekanlara ulaşabiliriz diye bir inancımız var. Bunun peşinden koşuyoruz.


Cengiz Bektaş Arşivi Denizli Gezileri


Cengiz Bektaş Arşivi Denizli Gezileri

Hazır Cengiz Bektaş Arşivi’ne gelmişken konu, nasıl bir süreçti?

Işıl: Farklı sorumluluklar üstlenen üç kişilik akademisyen bir grup olarak yola çıktık. Ben ve Burak Denizli’de araştırmalarımızı sürdürdük. Erhan Berat Fındıklı ise İstanbul’dan danışman olarak projeye katkı sundu. Tabi bütün bu süreç, SALT Araştırma Mimarlık ve Tasarım Arşivi’nin Cengiz Bektaş Etkinlik Projesi çerçevesinde gerçekleşti. Oldukça verimli bir deneyimdi. “Bir toplumsallık üretim pratiği olarak mimarlık” kavramsallaştırması içinde Bektaş İşliği’nin üretimlerine yönelik proje taleplerinin oluşması, işverenle görüşmeler, proje ekibinin ve kendi iç dinamiklerinin oluşumu, araştırma-konsept geliştirme, tasarlama, uygulama gibi aşamaların süreç boyunca görünür ve konuşulur olmasının zeminini oluşturmaya çalıştık.

Burak: Bizim SALT’ın sürdürdüğü arşiv çalışmasıyla doğrudan ilişkimiz olmadı ama bu iki kanalı birbirine yaklaştırdık. Arşiv çalışmaları tabi uzun sürecek. Sonrasında bütün araştırmacılara açıldıktan sonra onun üzerinden farklı bakış açıları çıkacaktır diye düşünüyorum.

Işıl: Bölüm içinde ve ilişkili olarak dışındaki süreçlere ilgi uyandırdığımızı gözlemliyoruz. Bu da bizim benzer projeleri ve başkalarını düşünme ve yapma motivasyonumuzu artırıyor.

Etiketler

Bir yanıt yazın